kültürcülüğü, sanatçılığı, reklamcılığı ve cümle kutsal ve kutsaldışı değerlerin tecimerciliği manasındaki siyasetçiliğin zirvesinde uçan kanatlılar kütlesi, sonunda istanbul’u dansöz de etti...
“sahne senin istanbul...”
kıvır ha kıvır...
çalkala yavrum çalkala...
sen çalkala istanbul..
bizim de kabaran hesaplarımızla süt tozundan sütümüz çalkalanıp, ayranımız köpürsün...
/
öğle üzeri aşçıda köftelere nasıl da yumulmuşdun! ne kadar leziz idi o köfteler... ve hızını alamamış, bir tabak daha söylemek niyetinde idin. ancak, soğumasın diye, bir iki dakika ertelemişdin ilaveyi söylemeyi. ki...
köfteleri şekerleme gibi çiğner çiğnemez yutarken, dükkanın önünden geçen bir görüntü gözüne ilişince, gözün faltaşı, gözbebeğin malta taşı gibi açıldı...
tabağın içindeki köfteler, bütün lezzetini kaybetdi, bütün tadından tard oldu ve adeta birer kerpiç parçasına döndü, tatsız tuzsuz ve gırtlak paralayan...
bir tabak daha ilave istemek bir yana, önündekiler bile gözüne heyula gibi görünüyor şimdi...
bir bardak daha su doldurup, su tokmağıyla bitirebildin köfteleri ve fırladın dışarı...
tulumunda avrupa kültür başkenti damgası taşıyan, fileli giysisi altında safkan yarış kısrakları gibi öne hamle eden biriydi biraz önce gözüne takılıp, geçerken seni kendinden ve köftelerden geçiren.
...
işte, dünya malının tadı, cismani zevk ve hazlar böyle. can’lı lezzet ile can’sız lezzetin farkı böyle...
/
aynen bunun gibi, edebiyat sanat âleminde, hemen her sahada olduğu gibi, canlı ve cansız, öz ve kabuk mensub ve müddeiler vardır.
özdekileri, sahihleri, can’dan âgâhları başımızın üstüne yerleştirirsek...
kabukçular, sanat edebiyat simsarlarıdır, tecimcileridir (bazen tecim metaı kendisi olmak bahasına). bunlar sanat edebiyat sahasında ne kadar maharetsizse de, edebiyat ve sanatı ve edebiyatçıyı ve sanatçıyı pazarlama ve satma hususunda son kerte mahir, kelli ve de kili boldur; şeytani bir açgözlülük ve utanmazlıkla malul ve müzmindir.
edebiyat ve sanatın toplumsallığını vurgulamak, toplum ile edebiyat sanatı buluşturmakdan dem vurmak, bu simsarların, bu beğenisi pasaklı bezirganların ekmeğine yağ sürmekden başka bir işe yaramaz.
çünki, (en azından bugünki) edebiyat ve san’at toplum ile, toplum da edebiyat ve san’at ile buluşmaz; çünki buluşması gerekmez. dünya kurulalı beri bu (günübirlik, popüler kültür sanat ve edebiyat için) böyledir.
aksi, yani toplumun edebiyat ve sanata, sanatın ve edebiyatın da topluma ihtiyacından bahsetmek, bir yaz güneşinde kabarıp dökülecek boyadan-badanadan, kabukdan başka bir şey olmayan popüler edebiyat ve sanat yapıtlarına (eserlerine değil, yapıtlarına) müşteri temininden, yani, insanların parasını bu yolla (en kolayı vergi boruları: kamu kurum ve kuruluşları yoluyla) sızdırmakdan başka bir şey değildir; ve en haksız, en gayrimeşru kazanç yollarındandır.
edebiyat ve san’at vs, toplum derken kastedilen vasati bir bireye ne kazandırır; ona ne faidesi dokunur ki –kafa karışıklığından ve hulyalara sardırıp ruhsal sanrıya ve asabi buhranlara düğümlemekden başka?
bir köşe bakkalında çıraklık edemeyecek kadar yeteneksiz ve geniş göbekli köfteci simsarlar, eşeği yaldızlayıp satmak gibi bir san’at peşinde koşarken, zaman zaman, bütün dikkatlerine rağmen birbirinin kuyruğuna basınca, aç gözlülüklerinin, doymazlıklarının boyutunu öğrenir ve dehşete kapılıp iğreniriz.
topluma, yani (çoğu asgari ücretli) vergi mükelleflerine yedirilen (kuru) köftenin fiyatı can yakıcı, akıl fikir dondurucu ve gözü karartıp küfür lugatinin yapraklarını bir bir açacak tarzda üfül üfül esicidir: (...) yüzlerce bin öro. ööörooo...
böyle, bilmemkaç yüz binlerce öroyu görüp, ne kadar iyi pişirilmiş olsa da, köfte yemeğe devam edebilir misiniz?
yoksa, deste deste yürüyen öro (avro) kalçır peşine mi düşersiniz?
istanbul’u dansözleştirmebahasına?
/
“sahne senin istanbul”
köfteler,
hüsn-i hat’ı “hüsn-ü hat” (HÜSNÜ’NÜN HATTI) yazan biz yazamayıcı, okur yazar bile olmayan, ama (parasal/etkinlik) düzenlemede haram helal, öksüz hakkı yetim hakkı tanımayan biz (kültürel) yiyicilerin…
teknede hamur tarlada çamur ver allahım ver deste deste mangır, harammış helalmış, ver ha ver...
istanbul kültür başkenti, biz götürmenin baştagideni.
köfteleri götürmek için kültürlü olmak gerekmiyor ki. aksini iddia edene işkenbelerimizi gösterdik mi, akan sular durur. yetmez mi?
yoksulların karnı, bizim gözümüz aç. hangimiz daha devasız bir dert içinde?
hem, kültür, derken, köfteyi götürme kültüründen başka bir şey mi anlaşılmalı? avrupa kültürü, dediğin, götürme kültüründen başka bir şey mi? baksanız’a, ingiliz foreyn ministeri kameron ne veciz ifade buyurdu: (ingilizlerin hind kıt’asını vahşet, hile ve hud’a ile işgal ve istila günlerinde, –ingiliz sürgünü amerikalıların da günümüzde girdikleri her ülkede yaptıkları gibi– çalıp götürdüğü, kraliçelerinin tacına takılı elmas’ın iadesini isteyen hindistan’a cevab) “her isteyene değerlerini/eserlerini verirsek, bütün müzelerimiz boşalır!”
sadece bütün müzeleriniz mi?..
avrupa kültürü = cebri ve yasal / kılıflı hırsızlık (götürme) kültürü…
(teknolojisi mi?.. cevab isterim: maddi manevi öldürmede mi daha ileri, tedavi ve yaşatmada mı?)
(www.timeturk.com 06 Temmuz 2010)