Menu
PENCEREDENİZLER 17
Deneme/İnceleme/Eleştiri • PENCEREDENİZLER 17

PENCEREDENİZLER 17

PEHECEREDENİZLER

...16 haziran 1428, cum’a...

bütün bunları, ya’ni bu lüzumsuzlukları yazıyorum ki, belki (biiznillahiteala) bir denize pencere ola, bir (kimesne için) işe yaraya... bir yol aça.

şu muhakkak: eylenen hiçbirşey yokdur ki, karşılıksız kala, neticesi olmaya... (en entipüften bir şey: soluk alıp veriyor ve bu yaşamamız ile neticeleniyor. –entipüften, demem, gözümüzün önündeki, bunun gibi nice muazzam mana dağlarını, farkındaolmama...lüğünden ötürü pek küçük görüp değersiz zannetmemize naziredir.)

hem, bir de şu var idi ya (tekrar etmeliyim): işlerin en faidelisi, değerce en ağırı, miskin nefse en fazla ağır geleni idi (fazıllar sözü)... işbu yazmak işi günahkar kepaze irezil nefsime nice ağır gelîr, görüntüsü size belirse, korku filmi seyrettiğinizi sanırsınız. ben de sanırım ki namaz kılırgan...

(teknüshabirtezkiretülevliyadan bir masal: bir garib kimesne var imiş. yazmak ol kimesneye pek zor-zahmetlik verir imiş. allah’acc yalvarmış ki nefsine fail ola. yazmış yırtmış, yazmış yırtmış.. yırttıkça nefsi pek kızmış. nefsi kızdıkça ol kimesne yırtmağa devam etmiş... sonunda nefsi kızgınlıkdan eriyip gitmiş, yere serilmiş sular seller gibi... artık yazmak değil, yazmamak zor-zahmet vermeğe başlamış ol kimesneye. yimesi-içmesi yazmak olmuş. devam etmiş. soluğu yazmak olmuş. devam etmiş ve uçayazmış. uçayazmış...) sonra ne mi olmuş? yazucu olmuş. yazmanın ucu...

–bak ki, kalemin incecik ucundan ne ma’nalar uçup dudağımızı uçukladıp aklımızı kaçırdıır... sanmayasın ki kalemin ucu bir zerrecikdir. bir zübde-i âlemdir o, bakar isen, görmeyi bilir isen. –hele biraz düşün bakalım, kim sığdırıp koymuş o devasa ma’naları kalemin o incecik ucuna?–

haydi, yoket kendini ve bir zerreden âlemi seyreyle.

...

eyyühelveled,

bir vakit sen onun (annenin) elinde âciz-i tıfl idin; ve o seni bir köşeye bırakıb düğün-dernek ve sair canı çektiği gezmelere gitmedi ve vakt ü kendini (nefsini) sana istimdada, kol-kanat germeğe hasretdi, eyyühelveled!

şimdi ise o senin eline âcîz-i koca(karı) olub kaldı; ve, sen, onu, yalınızlık elinde bırakıb, tatile ve ıyş u işrete çıkmak yoluna (tatil sevdasındasının bedbahdlığına) koşulmuşsun, ki, agâh ol (haberin ola), bu, kara, kapkara bir sevda(süveyda)dır, ve, istikbalde ikbalini karardıcıdır.

dünyaya bu kadar, geçmişini (anneni ve bebekliğini) ve geleceğini (kocamışlığını ve çoluk-çocuğa muhtaclığını) unutup akledemeyecek, hadisata kör kalacak kadar düşkünleşip, heva vü hevesinin boyunduruğuna koşulup kalma, ey insan sûretli ve öküz kafalı yühelveled!  (çık o tatil ahırından da bak önüne ardına. –amma, trene bakar gibi değil elbet!)

o senin için en genç günlerinde nice tatilleri ta’dil etmiş iken, senin onu ardında garib, boynu bükük bırakıp tatile çıkman reva mıdır? reva görür isen, şunu dahi gör ki (şimdi göremez isen, sonra ister-istemez gördürüleceksin!): bütün yazıklıklar ve peşimanlıklar senin döşeğine/yatacağına yatadurur...

...

sui-zan âdemîye şeytandan başlamış(ve bulaşmış)dır ki, sui-nazardan başkaca değildir. bunun kök salıp huy haline gelmesinin belirtisi sui-niyetdir. sui-niyetin tedavisi ve ilacı yokdur. illa ki o mahal ve diyardan (huda’ya) kaçmaklıkdan başka. (çaldım ise miri malı çaldımsaldır. kimse göremez ise de ben görem ve her şeyi görenin gördüğünü görmekliğimi gördürem.)