Menu
HİKAYE, SEN NE AYAKSIN Kİ SENİ YAZIP OKUYALIM...
Haberler • HİKAYE, SEN NE AYAKSIN Kİ SENİ YAZIP OKUYALIM...

HİKAYE, SEN NE AYAKSIN Kİ SENİ YAZIP OKUYALIM...

hikaye/tahkiye (öykü, öykümsü, roman, romansı) bize neyi anlatır ki, vakit ayırıp/harcayıp yazılmağa ve okunmağa değer bulalım?

dünyayı, insanı, hadisatı, görüneni, görünmeyeni, görünenin görünmeyenini..?

hayatımıza dair bize ne kazandırır, ömrümüze ne katar? ve manalıysa ne manadır?

hikaye/hikayat, neyi anlatırsa anlatsın, bizi dışdan içe taşıyabildiği, götürebildiği nisbetde okunmağa, vakit harcetmeğe değerdir. yoksa, zaten dünyanın, olayların ve birbirimizin yüzeyinde, kabukda gezinenler gibi kendiliğinden/içgüdüsel yaşayıp gidişmedeyiz (iki ayaklı, iki elli, iki gözlü.. ikişerli.. ikileşe ikileşe).

bu arada, kimimiz, insanlık yanı henüz tükenmemiş, nasılsa bitmeyip kalmış yanımızla garibsediğimiz şeyler görür, işitiriz. altını anlayamadığımız için garibseriz. çünki, yüzeyde/kabukda başlayıp bitmez. yarımlığı kabul edememe verili melekemizle, başka (görünmeyen) yerlerde (boyutlarda, vasatlarda, şartlarda..) devam edip tamamlandığını hissedip fikreder, anlamağa çalıştıkca, peşine düştükce, mağma kokuları gelir (iç) burnumuza.

/

(yanıp yanmama, pervane olup olmama sınırı. ya yanıp anlama, ya yanmayıp yanmadan ve anlamadan kalma.)

beş duyu kaldıkça beş duyumuz bizi öteye taşıyamaz.

yüzmeği öğrenmedikçe yüzemeyiz.

uçmağı öğrenmedikçe uçamayız.

(gözümüze toz kaçdıkdan sonra rüzgarı görebilir miyiz, diye sormağa çalışırken böyle şaşalayıp kekelerim işte!)

/

(yanmağı becerebilince, ne yüzmeği, ne uçmağı vs öğrenmeğe gerek kalır. çünki öğrenme, külden önceye –şeye–aid. şey değil, külsen, neyi öğreneceksin?! –şeylerden bir şey isen, diğer şeyleri öğrenebilirsin. oysa, kül kendini nasıl öğrenebilir!–)

(ve dahi, öğrenmenin muhal olduğu mahalde, yüzme ve uçma gösterisi dahi muhal(e) kaçmaz mı?)

(–kül mü önce, şey mi? bunu ele alan –yakıcılıkda– bir hikaye yazıldı mı acaba, şu güneş altında? bunu yazacak kadar eli yanmaz bir hikayeciyi ayınlattı mı acaba arzı aydınlatan şu güneş? gerçekden, şu güneşin altında söylenmemiş şey/söz kalmamış mıdır? kalmamışsa niye bitmiyor, niye doğuyor, niye yaşayabiliyoruz?!)

(ah, bu dünya mahallesindeki ömür merdübanı ahşap olmasa... ah, bu mahalledeyiz işte, ve, ah, ahşapça konuşmak lazım, şapa oturmamak için.)

/

yüzmeği ve uçmağı bilmeyiş gibi bir yetersizlikle yüzyüze kalıveririz, bulunduğumuz yerde. bu, sadece dışımızda olup biten kimi şeylerle snırlı değil; kendimizden sadır olan pek çok hareket ve sözü ve hissi anlayamamakla da karşı karşıya kalırız...

demek, kendi(içi)mize inmek, gönül diyarına uçmak ihtiyacındayz. oksijen tüpü, palet, gözlük, merdüban ve kanat lâzım...

işte, hikaye, içimizdeki ve dışımızdaki irtifalara inme ve çıkmayı sağlayabilirse, yazılmağa okunmağa değer.

–pekiyi; ama, bu kolay mı, hatta, mümkin mi?

oturup, içimdekileri olduğu gibi anlatacağım, diye yazmağa başlasak, (yazmamız bitince kâğıdı kimseye göstermeden yırtıp yakma niyetiyle başlasak dahi) birkaç sahife sonra bunun imkansızlığını anlarız. mesela:

hayr u hasenat tarzında yardımda bulunduğumuz biri, bu yardımımız sayesinde hoşlanmadığımız birini tepelemiş ise...

bir yardımlaşma vb derneğinde boy gösterip bağışda bulununca, ticarethanemizin trafiği hareketlenmiş ve dahi mebusluk teklifleri yağmağa başlamış ise...

sağlıklılık lakırdısıyle (sağlam kafa sağlam vücudda bulunur, fehmince/vehmince) evde yemeği kesip, bayan sekreterimizi yemeğe çıkmak için sıkıştırmış isek...

bütün bu ve benzeri mesela’yı, yazabilir miyiz? kendimizin bu kadar katmanlı olduğumuzu keşfedebilir, sonra, bu katmanlardaki bu gibi kutuları herkese açma cesaretini, dahası farkındalığını veya şuurunu veya şuursuzluğunu gösterebilir miyiz?

farz-ı muhal, olsa, bu, görürlük mü olur görmezlik mi? cesaret mi olur bayağılık mı?..

ve dahi, bu mesela’lar, ilk katmanlarda ilk ele geçenler...

–böyle ise, içimizin hikayesini yazıp okuyamaz mıyız?

ancak pek azını.

çünki, bize bizden pek az bilgi bildirilmişdir. külden bir toz zerresi kadar.

işte bu, külden bir toz zerresi, bitmeyen hikayedir.

bunu anlatmayı da, ancak, ilk insandan beri süregelenin anlatıcıları becerebilir.

semavî sesli anlatıcılar

semavî mürekkebli yazıcılar