Menu
ESENDAL'IN İZİNDE...
Haberler • ESENDAL'IN İZİNDE...

ESENDAL'IN İZİNDE...


Haldun Taner, Memduh Şevket Esendal'ın ölümünden sonra kaleme aldığı yazıda vurguluyor: "... Türk hikâyeciliğinin temel di reklerinden biri ve hele bugünün modern hikâye anlayışının bizde ki ilk çığır açıcısı idi.”

Onun, Esendal'ın eşsiz hikâyelerinde hayat hep ortasından yakalanır. Ne başlangıç söz konusudur, ne 'düğüm', ne de keskin sonuçlar. Hayat hep akıp gider. Bir bakıma, klasik hikâye sanatı, beylik hikâye tanımı altüst edilmiştir.

Çok sevdiğim, külyutmaz gülüşlü "Hamit İçin Bir Yazı"da Esendal, gazete yönetim yerindeki iki genç adamı konuşturur. Bu iki gazeteciden biri okumamışlığıyla övünmekte, Abdülhak Hâmid ko nusunda bütün bilgisizliğine rağmen, iki de tumturaklı nutuk atar: İlki övgülü, ikincisi yergili. Öteki gazeteci 'Ulu Şair'in ölüm yıldönümü için yazılacak yazıyı, bu, tırnak içinde ünlem işaretli uzman arkadaştan isteyecek. Allem kallem, sonunda yazı yazılır ve üstadlarca da beğenilir.

"Hamit İçin Bir Yazı"da dümdüz giden çizgi, ortada hiçbir şey yok sanısı uyandırırken, öyle geniş perspektiflere açılır ki, dik katli okur şaşakalır. Ulus gazetesinde 1948 tarihinde yayımlanmış öykünün bir cümlesi, günümüz için irkiltici bir eleştiriyi 'yine' dile getiriyor:

"Bizi adam sandıkları için mi okuyorlar sanıyorsun? Dediko duyu, ortalığa çamurlaşmayı biraz gevşetelim, görürsün bak, satış ne oluyor!"

Esendal yenilikçi bir yazardır. Olanca iddiasız tutumunda, onu yeniye, farklı olana alıp götüren, galiba büyük içtenliği. Hikâyelerinde 'edebî' olmak endişesinden alabildiğine uzak duruşu, gerçek, has bir edebiyat adamının seçimi.

Büyük içtenlik dedim; Esendal karşılıklı söyleşir gibidir okuruyla, tatlı tatlı anlatmakta, yorumu bizimle paylaşmak istiyor... Okura kimi zaman dedikodular fısıldıyor, kimi zaman yakınıyor; sizin de dertlerinizi, kaygılarınızı dinlemeye hazır...

Peki, kolay mı böylesi bir öykü havası yaratmak? Tahir Alangu yanıtlıyor:

"Onun, anlattıkları karşısındaki bu sınırsız rahatlığı, ger çeği öğrenmesinde harcadığı uzun emeğin tabiî bir sonucudur. (...)

Esendal, bir toplum düzeninin, bu milletin yüzyıllar boyunca yaşayışının sürüp getirdiği güzel ve iyi törelerin, millî değerlerin ayıklanmış bütünü ile Batılı tekniğin birleşmesinden meydana gelecek yeni bir düzenin savunucusu ve habercisiydi. İnsanların kötülüklerinden bahsederken, bu mutlu gelişmeyi göz önünde tutarak, bunların hepsinin iyiye varacağını duyurarak babaca bir hoşgörürlükle anlatmaktadır."

Yenilikçi hikâyemizden söz açıldı mı, değişmez iki ad hep anılır: Sait Faik ve Sabahattin Ali. Değerli Haldun Taner'in "ilk çığır açıcı" demesine rağmen, Memduh Şevket Esendal adı, Sait Faik'le Sabahattin Ali kadar anılmamış. Hatta hiç anılmamış.

Sabahattin Ali'nin elbette çok etkileyici 'hırçın' söylemi, Sait Faik'in yürek yakıcı sevgi arayışları uçlara çekip götürüyor; okur herhalde çarpılıp kalıyordu. Ama Esendal öyle değil. Onda, ancak çok sonra, okunduktan epey sonra içe işleyen bir özleyiş var: Alangu'nun belirttiği gibi "hepsinin iyiye varacağı" özlemi.

Hepsinin, her şeyi iyiye varacağına gerçekten inanıyor mu, bilmiyorum. Hatta ikircikliyim; bu yüzden 'özleyiş' diyorum.

Hırslardan uzak, sade bir hayat özlemiş. İnsanlığın mutluluk reçetesini kızına yazdığı mektupta yakalıyoruz:

"Ben yaşlandıkça, medeniyet denilen nesneden, büyük şehirlerde oturmadan hoşlanmaz oldum. Gidip Antalya'da büyükçe bir portakal bahçesi almalı. Bunun içine bir buçuk katlı bir ev yapmalı. Geniş odaları olsun, kitap olsun. Portakal ağaçları ile uğraşmalı. Alış kın inekler de olmalı. Tavuklar da olmalı; köpekler de olmalı. Antalya mekteplerinde de ders vermeli. Kızlara da ders vermeli. Ya zıyı da yazmalı. Bu çocuklara tiyatro da oynatmalı ama öyle 'Hasan Çavuş savaşa gitmiş' piyesi değil. Sanat duygusu verir güzel bir piyes."

Mektubun tarihi 24 Eylül 1940. Esendal dünyanın yıkımlara sü­rüklendiğini bilmez değil. Yaklaşan karabasana ancak özlemlerinden bir çıkış yolu söylüyor. Söylemekle kalacağını şüphesiz derinden hissederek.

(ZAMAN, 02 MAYIS 2010)