Menu
ERGUVAN VE ÖLÜM ÖPÜCÜĞÜ
Haberler • ERGUVAN VE ÖLÜM ÖPÜCÜĞÜ

ERGUVAN VE ÖLÜM ÖPÜCÜĞÜ



Erguvan, baharın mor çiçeği, nisan ayında güneşle birlikte açar. Ona bakmadan yoldan geçenler, bu hayatın çilesini çekmeye mahkumdur.


Hz. İsa’nın oniki havarisi, yani dostu vardı. Hz. İsa onlara güvendi, onlar da ona inandı. Birisi hariç. Yehuda adlı havari, bir kese gümüş para için sattı İsa’yı. Romalı askerler geldi. İsa’yı, işkenceyle ve sırtına bir çarmıh yükleyerek ölüme sürüklediler.

Kim demişti, tanrım herkese taşıyabileceği ağırlıkta bir çarmıh ver, diye?

Bizim ağbilerimiz ablalarımız da, bugünlerde tartışılan 12 Eylül anayasasının inşa edildiği zamanlarda işkence odalarında o çarmıhlara gerilerek sınanmışlardı.


Çok şükür, onların çilesi bizim çilemizdir ve biz onların bıraktığı onurla ayakta durabiliyoruz. Ama Yehuda ayakta duramadı. En sevgilisi olan İsa’ya ihaneti, hiçbir kalbin taşıyamayacağı kadar ağır bir çarmıhtı. Bu yüzden boynuna bir ip geçirerek intihar etti.
Yehuda’nın kendini astığı ağaç bir erguvandı. Birçok yerde erguvana, Yehuda Ağacı denmesi bundandır.

O güne kadar beyaz açan erguvanlar, belki utançtan belki de ölümün kan renginden dolayı kırmızı ve mor açmaya başlamış.
Ama erguvanlar, ölümden değil, aşktan ilham alır. Yeni doğan hayatın bahardaki işaretidir.

Yehuda’nın ihaneti ve ölümü de kötülüğünden değil, İsa’nın kaderine dahil olmasındanmış zaten. Bu yüzden, öldükten sonra yeniden dirilen İsa’nın meclisi anlatılırken yine oniki havariden söz edilir. Bir eksik değildir.


Havarilerden Tarsuslu Paul böyle söyler İncil’de.
Sonra gelen ilahiyatçılar tartıştılar bunu. Kimi, Yehuda’nın özgür iradesi olduğunu, dilese ihanetten vazgeçebileceğini, kimisi böyle bir şansı olmadığını söyler. Kimisi ise, onun lanetlenmiş bir kadere mahkum olduğuna hükmeder.


Oradan bize kalan hakikat, ölüm veya diriliş değildi. Anlatılan şey, sevgi, bağlılık, ihanet ve pişmanlıktı. Yani Shakespeare gibi büyük yazarların anlattığı saf insanî gerçeklerdi. Bu gerçeğin yanında ölüm anlamsız kalırdı. Tolstoy başka bir düzlemde, ölüm diye bir şey yok, derken bu yüzden haklıydı: ‘‘Herkes ölür, diyeceksiniz. Hayır. Her şey değişir ve bu değişikliklere ölüm deriz, fakat bir şey yok olmaz.’’ İşte bu yüzden, canlı hayatın parçası olarak, her gün yeniden dirilebilirdi İsa.


Eski zamanlardaki Erguvan Şenlikleri unutuldu artık. Gün bitti, dedi Ahmet Haşim. Dallar ateş, kuş ise yakut oldu.


Yaprakla kuşun parıltısından havzın suyu erguvana döndü. Bugün yolda giderken, mor çiçekli ağaçlara bakmayanlar, kaderlerine yazık ediyordur. Bunu unutmamalı. İnsan erguvana kör oldukça, öpücükler de sahiciliğini yitirir.
Yehuda’dan geriye kalan başka bir şey de, “ölüm öpücüğü”ydü. İsa’yı yakalamaya gelen askerler, adını çok duydukları İsa’nın kim olduğunu bilmiyorlardı. Anlaşmaya göre, askerler gelince, Yehuda gidip İsa’yı öpecek ve böylece onun kimliğini belli edecekti.

O ölüm öpücüğü, ihanetlerin bir sembolü ve kalplerimizde bir ağrı olarak bugüne kadar geldi.
Modern çağ, insan ruhunun kapitalizmin kuyusunda boğulduğu zamanın adıdır.

Herkes işinde, evinde ve sokakta hem hayata hem kendisine yabancılaşmış halde, koca bir çarkın parçası olarak nefes alıp verir.


Öyle derler, her sabah bir çarmıh yola çıkıp sahibini ararmış.


Ve her sabah bir Yehuda, öperek ihanet edeceği birini bulmak için yollara düşermiş. Şairler söylemişti zaten, kahramanlar kılıçla, alçaklar ise öpücükle öldürür diye.


Ama aslolan o değil.

Erguvanlar açmış her yanda.

Ve güneş, bu dünyanın tek sahibidir.

(BİRGÜN, 29 NİSAN 2010)