Menu
DECCAL BURADA, MEHDİ NEREDE?
Haberler • DECCAL BURADA, MEHDİ NEREDE?

DECCAL BURADA, MEHDİ NEREDE?


Saidi Nursi’yle ilgili anlatılan bir anekdot vardır. Tarikat konusuna pek vurgu yapmadığını görenlerin “Tarikat ne olacak?” kaygısına karşı, Said, “Gün, tarikatı değil, imanı kurtarma günüdür,” diye cevap verir. Bu anekdotun kavramları esas alındığında, iktidardaki AKP hakkında şu soru sorulabilir: AKP, tarikatı (yani dinsel bir akımı) mı, yoksa tarikatlar üstü genel bir duyarlılıkla, “imanı” mı kurtarma derdindedir?

Cevap, görünenden daha basittir: İktidarın nimetine kavuşmuş olan AKP, ne tarikatın ne de imanın, esas olarak, serbest piyasadaki ekonomik sistemin kusursuzca işlemesinin peşindedir. Tarikat ve iman ise, bu yola döşenmiş taşlar gibi, ayaklar altındadır.

Burada, dinî hassasiyetlerle AKP’ye oy ve kıymet verenlere karşı yapılan bir takiye söz konusudur. Çünkü, bugünkü iktidar sahipleri, dinsel duyarlılıklarını açıkça gösterdiler ve bu konuda adımlar da attılar. Ama bunları yaparken, esas dayanaklarının, uluslararası ekonomik yapılar ve ABD merkezli küresel kurumlar olduğunu ve dolayısıyla onların çıkarlarına halel getirmeyeceklerini söylemediler. Takiye buradadır. (“Ekonomi, dini belirler” diyen kişi Marks’tan dört asır önce yaşamış olan İbni Haldun’du.)

İslam, ortaya çıktığı “geri” toplumlarda, boşluğu bir hukukla dolduruyor, daha önemlisi, kabile hukuklarını aşan genel (o günün koşullarında küresel) bir hukuk sağlıyordu. Normsuzluğa karşı bir normdu. Bu açıdan, topluma sunulmuş (iyi veya kötü) bir hukuk ve inanç biçimiydi. Ama bu norm ve inanç, bugün eşitsizliğe olan inancın ve serbest piyasa ormanındaki normsuzluğun kabulüne bağlanmıştır.

Şerif Mardin, Cumhuriyet rejiminin yeni bir iyi ve doğru tarifi yapamadığını, bu nedenle geleneksel/dinsel iyilik ve doğruluk anlayışının devam ettiğini söylemişti. Ama geleneksel doğruluk anlayışının bugün yeni bir tarife ihtiyaç duyduğu açıktır.

Bir müslüman için, iyilik ve kötülük, ilahidir. Kötülük de bu bab içindedir, çünkü o olmadan iyiliğin varlığı ve mahiyeti anlaşılamaz.

Mutlak kötülüğün semboller dünyasındaki adı Deccal ve ona karşı olan mutlak iyiliğin kılıcı ise Mehdi’dir. Buradaki soru, kötülüğün, bir birey mi, yoksa uygulama mı olduğuyla ilgilidir. Gelecek olan Deccal, bir şahıs olarak mı görünecek, yoksa bir icraat olarak mı açığa çıkacaktır?

Aslolan, kötü kişi değil, kötülüğün kendisidir, denir. Deccal da, bütün dünyayı saracak olan genel bir kötülüğün adıdır, yoksa “süperkötü” bir kişiyi kastetmez. Bu “kötülük” (Deccal), sömürünün ve haksızlığın, mutlak bir yapıyla alemin her hücresine yayılmasıdır. Ve bugün en çok kapitalizme benzetilir. İşimizin, evimizin, ailemizin ve hayallerimizin bile içine sızmış olan bu sistemin, insanlığın felaketi olan “nihai kötülük” olduğu vurgulanır. (Bundan kırk sene evvel Brezilya’da Hıristiyan din adamları bir bildiri yayınlayarak, “günümüzde en büyük kötülüğün kapitalizm olduğunu” söylemiş ve bu bildiriye “Çığlık” başlığını koymuşlardı.)

Kötülüğün en büyük yeteneği, cehennemi cennet olarak göstermesi ve bizi buna ikna etmesidir. Neo-liberal kapitalizmin böyle bir mahareti olduğu bilinir.

Topyekün kötülüğün ilacı da topyekün iyilik olabilir. Küresel adalet, bunun ifadesidir. Bu nedenle Mehdi, bir şahıs değildir, bir ruhun (gücün) adıdır. Bu ruh, zulme direnmek, haktan yana olmak ve adalet için çalışmaktır. İyilik yapan herkes Mehdi’den bir parçadır. Buna karşı kötülüğün safındaki herkes ise Deccal’in gölgesini taşır. İnanç, bu dünyanın zulmüne körlük değil, isyandır. Boyun eğmek ve zulmü meşrulaştırmak ise, en büyük inançsızlıktır. İyiliğe ve kendine inançsızlıktır.

Bizim, iki asırlık sosyalizm mücadelesinden çıkardığımız sonuç, özgürlüğü ihmal eden bir sosyalist eşitliğin, zulme dönüşeceğidir. Özgürlük için çırpınmayan bir sosyalizme yazıktır. Benzer biçimde, ondört asırlık İslam tecrübesinden çıkarılacak sonuç ise, adalet kaygısı taşımayan ve sermayenin diliyle konuşan bir İslam’ın, zalimlerin aleti olacağıdır. Eşitliği temel almayan dinî bir söylem, boşluğa konuşmaktır. O boşluk, piyasadır bugün.

Halife Ömer, bir gün minberde şöyle sorar: “Sizin halifenizim, ama ya ben bir gün yoldan çıkarsam, yetki bende güç bende, beni nasıl doğrultacaksınız?” Bütün cemaat karşılık verir: “Eğer eğrilirsen, seni kılıçlarımızla doğrulturuz.” (Böylesi bir halk adaleti anlayışına karşı çıkan İbni Teymiye gibileri ise, “Sultan, Allahın yeryüzündeki gölgesidir” türünden uydurma hadislere dayandılar.)

İçinde yaşadığımız bu eğri düzeni düzeltecek olan kılıç bugün yoksulların ve mazlumların elinde yukarı kaldırılmayı bekliyor, daha yukarı.

(BİRGÜN, 20 MAYIS 2010)