Menu
N E F R E T
Haberler • N E F R E T

N E F R E T



İntikam ne zalim bir adalettir. Nelson Mandela hapisten çıktığında artık yaşlanmıştı. Ömrünün tam yirmi sekiz yılını beyazların zindanında geçirmişti. Sadece haklı bir davanın savaşçısı olarak değil, bir tür ermişlik vasfına sahip olduğu için de yirminci yüzyılın en ünlü mahkumu olmuştu. Tahliyesi, bütün dünya televizyonlarında canlı olarak yayımlanmıştı.
Hapisten çıktığında, onu arayanlar arasında Bill Clinton da vardı. Biraz konuştuktan sonra, Clinton, ‘’Bir şey sormak istiyorum’’ demiş, ‘’Verdiğin demeçlerde, seni hapse atan ve cezaevinde zulmeden adamlara karşı kin ve öfke duymadığını, söylemişsin. Basına söylediğin bu sözler, gerçek duyguların olamaz, değil mi?’’
Mandela, kesin bir ifadeyle karşılık vermiş: ‘’Tabii ki gerçek duygularım bunlar. Düşmanlarımdan nefret edersem, onlar kazanmış olur. Çünkü onların güç aldığı siyaset, nefret üzerine kuruludur. Ben onca yılı hapiste, düşmanlarıma kin duymayarak ve onlara benzemeyerek geçirdim.’’


Birkaç gün önce emekli askeri hakim Ali Elverdi, boğazına bir şey kaçması sonucu öldü. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına ölüm cezası vermekle kalmamış, zorunlu olmadığı halde bir de onların idamını izlemeye gitmiş biriydi. Böyle birinden nefret etmemek için, Mandela kadar büyük yürekli olmak gerekirmiş. Dünyanın en zor işi.


Evren ve Özal’ın memleketi babalarının çiftliği gibi yönettiği zamanlarda, devletimiz, Atatürk Barış Ödülü vermeye başlamış ve 1992 yılında Mandela da bu ödüle layık görülmüştü. Gülmek mi yoksa ağlamak mı gerek? Bu ‘’Barış Ödülü’’ ilk olarak bir savaş örgütü olan Nato’nun Genel Sekreterine, sonra da ülkemizde darbe yapan General Kenan Evren’e verilmişti. Mandela bu duruma gülmedi, sadece onurlu her insanın yapması gerektiği gibi ödülü reddetmekle yetindi.
O zaman da memleketimizin bazı yazarları Mandela’yı kınamış, kimisi onun bir ‘’zenci’’ olduğunu bile hatırlamıştı.

Aynı yazarların, bugün Kürt siyasetçilere saldırmanın meşruluğuna kafa yormaları bu yüzden şaşırtıcı değil. Zencilerin zenci olduğu her zaman hatırlanmalıydı.
Affetmek zor bir iştir. Nikaragua’da diktatör Somoza’ya karşı savaşan Sandinistler sonunda başarıya ulaşmış ve 1979’da diktatörlüğü yıkmışlardı. Sandinistlerin ünlü komutanı Tomas Borge’ye, ona işkence yapanların yakalandığı haberi geldi ve ne yapılması gerektiği soruldu. ‘’Benim şahsi bir kinim yok,’’ dedi Tomas Borge. Kin duymadığı bu devlet görevlileri ona aylarca işkence yapmış ve yakınlarına gözünün önünde tecavüz etmişlerdi. Borge şu ünlü sözü de söylemişti: ‘’Benim vereceğim ceza, affetmektir.’’


Deniz Gezmişlerin idam kararını veren ve asılmalarını seyreden adamın ‘’boğularak’’ ölmesi neyin delaleti? Vicdan sahibi sıradan insanların ‘’nefret duygusunu’’ sınamanın mı? Ancak Tomas Borge gibi büyük yürekli insanlar mı, nefret duygusunu aşabilir? Dünyanın en zor işi.
Düşmanlarımız, bize düşman oldukları için biz onlara düşman değiliz. Şairin dediği gibi, ‘’Düşmanlarımız çünkü sevgiyi yok ettikleri için düşmanımız oldular.’’ Sevginin erdemi ise, kendi düşmanı olan nefretten daha güçlü olmasıdır. Yani nefret etmemeyi başarmasıdır. Ama bizim topraklarımızda, affetmek, bir zayıflık sanılır.

O yüzden kardeş kavgaları her yanda, siyasette, işte ve ailede devam eder.
‘’İntikam ne zalim bir adalettir,’’ diyen Bacon, bizim gibi sıradan insanların vicdanına seslenir. Bu ülkede genç insanları idam eden bir adam ölürken içimizden silinmeyen öfke, bizleri düşmanımızın peşine takar. O düşmanın asıl adı, nefrettir.

Keşke Mandela kadar yüce gönüllü olabilmek bu kadar zor olmasaydı.

(BİRGÜN, 22 NİSAN 2009)