Ahh Yunus!... Yaktın içimizi, o nasıl bakışlardı öyle… Bedeninin yarısı beton yığınlarının altındayken gözlerinle bütün dünyaya öyle bir baktın ki, herkes kendi vicdanıyla yüzleşti…
Kim senin o bakışlarından daha hikmetli sözler söyleyebilir, hangi şair o bakışların derinliğini satırlara dökebilir… Ölümün soğukluğunu küçücük bedeninle hissetmişken öyle bir bakış baktın ki, alın bu dünya sizin olsun, birbirinizi yediğiniz dünyanız benim bu bakışımın arkasında şimdi, alın tepe tepe kullanın dedin Yunus…
Ahh Yunus!.. Nasıl bakabilirdik ki senin gözlerine… Naylon poşete doldurduğun ayakkabı boya malzemelerinle harçlık biriktiriyordun, askerliğini yapan abine gönderiyordun, evin nafakası o küçük ama onurlu omuzlarına yüklenmişti.
Morarmış bir el omzunda sana siper olmuşken ölümün soğuk yüzü seni değil bizi sarsmalıydı Yunus… Beyaz ekranlarda izlerken gözyaşı döktük, ağlamak bir yumruk gibi boğazımızda düğümlendi, belki gözlerimizi kaçırdık gözlerinden, ama bize bırakıp gittiğin dünyanın cifleri hâlâ içimize akmakta Yunus. Sen Rabbine yürürken meleklerin kollarındaydın Yunus, bizi acıların, dertlerin, sıkıntıların yurduna terk ederken…
Ahh Yunus!... Sen bize insan olmayı öğrettin… Vicdanlar ikiye bölünmüşken, siyaset dili ayrışmayı körüklerken, kan emiciler fırsat kollarken, rahmet rüzgârına duvar örenler işbaşındayken herkese baktın Yunus… Nedir bu yaptıklarınız, neyi bölüşemiyorsunuz, beni Rabbime götüren melekler size de gelecek bir gün, burada yaptıklarınız kadar muamele göreceksiniz… dedin.
Ahh Yunus!... Adaşın Yunus İbn Metta gibi karanlığın kalbinden baktın ışığa… Aslında ışık senin gözlerindi, kararan kalplerimizi uyandırmak, yollarımızı aydınlatmak için… Şimdi senin bakışlarındaki ışıkla kilometrelerce karanlık yırtıldı, kardeşlik kandilleri yakıldı Türkiye’nin her bir tarafında. Binlerce kilometre uzakta yaşayan bir Türk kardeşin Kürt bir kardeşine giyindiği montunu, botunu gönderiyordu… “Bir ihtiyacın olursa bu numaramdan her zaman arayabilirsin” diye not bırakıyordu montun cebine. Vanlı Kürt kardeşi de Türk kardeşine “eğer bir gün sen düşersen ben de seni kaldıracağım” diye mukabelede bulunuyordu.
Ahh Yunus!... Bizim mürekkep akıtarak, nefes tüketerek yapamadıklarımızı sen bir bakışla yaptın Yunus. Çünkü senin bakışlarında riyakârlık yoktu, bir çıkara da değmiyordu gözlerin… Enkazın altından çıkarıldığında ilk olarak “saat kaç” diye sordun… İşin aceleydi, melekler seni bekliyordu. Ölüme giderken bile bize ‘son saat’in yakın olduğunu hatırlattın Yunus.
Ahh Yunus, ahh!...
Nur içinde yat!...
(www.okumayeri.net ‘ten alıntılanmıştır; 30.10.2011)