Nur, kalbimize inendir… Aydınlatan, yol gösterendir o. Nur'un aydınlatmadığı gönüller viranedir. Nur'un açmadığı yollar çıkmaz yollardır. Nur'un izi değmemiş yüzler kapkaradır. Hayatında nurdan nasibi olmayan kimse hiçliğin kıyısından kurtaramaz kendisini.
O'na en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda çıkageldi 'Nur'. Gönüllerin kırıldığı, dillerin keskin kılıç gibi kalpleri hançerlediği, kardeşlik hukukunun çiğnendiği, gözyaşı pınarının kurumaya yüz tuttuğu zamanlarda çıkageldi 'Nur'.
Nur, müennes bir varlıkla tesmiye edilmiş Mustafa Kutlu'nun hikâyesinde. Kim ona yaklaşmışsa nura ermiş! Kim ondan uzaklaşmışsa karanlığa gömülmüş! Ona hem bu dünyada ihtiyacımız var, hem ahirette. O bir tükenmeyen arayıştır ki, Allah kalplerimize yerleştirmiştir. 'Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur… Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.' (Hac: 35)..
Modern insan huzursuzdur. Bir arayış içindedir, lakin ne aradığının da farkında değildir. Maddenin peşinde koşarken de huzurlu değildir, kendi iç sesini ararken de. Kutlu'nun hikâyesinde Nur, modern, zengin ve güzel bir kızdır. İyi eğitim almış olması, zengin bir çevrede bulunuyor olması onun bir insan olarak arayışlarına tam olarak cevap vermiyor. Ruhu başka iklimlerde dolaşıyor, kalbini hüzne boğan bir sürü cevapsız sorularla boğuşuyor. Tasavvufun çetin meselelerine ucundan kıyısından yaklaşsa da derinliğine inemediği için, kalbindeki arayış bir türlü itminana ermiyor. Nur'un kapı kapı dolaşması, bir nasip araması aklın tek başına insana yol gösterici olamadığını gösteriyor.
AZ UYU VE SESSİZLİĞİ KOKLA
Nur, büyük bir arayış içerisindeyken bir şeyhe intisap ediyor. Maddi olarak elde edemediği huzuru, bu yolda bulacağına inanarak şeyhin viranesine giriyor. Bir hakikat arayıcısı olarak insanlara iyilik yapıyor. Şaşalı bir hayatı terk edip, küçük badanalı bir odada huzuru arıyor olması Nur'un maddi âlemden kaçıp sonsuz âlemin sırlarının peşine düştüğünün göstergesi oluyor. 'Az uyuması, geceleri namaz kılması, sabahın seherinde bahçeye çıkıp bülbül dinlemesi, sessizliği koklaması…' bu arayışın tezahürleri oluyor. Nur, bir bütün olarak bu yolda olmanın zorluklarının farkında ama yine de arayışları dur durak bilmiyor. Babasının süfli bir hayatı terk edip, manevi yönelişlerinin izlerini sürerken bile, o yalnız başına bu arayışı terk etmiyor.
Nur'un arayışı bir şeyhin dizinin dibinde oturup kişisel serüvenini tamamlamasıyla sınırlı değil. O Müslüman olmanın sorumluluğunun farkında; yetimhaneler, yurtlar, talebeler, fakirler ile durmadan ilgileniyor. Şehir şehir gezerek fakirlere yardım yapıyor. Yaptığı iyilikler için kendisine 'karanlığı aydınlatan ışık' dense de, o bunu pek umursamıyor. Hikâyenin başında Şeyh Vefa camiinin avlusunda kendisi gibi mimar olan Sinan'la karşılaşması ve bir hayatı ayrı ayrı ama içten içe ikisinin de kalbinde büyüyen bir aşkla yaşamaları, bu da Kutlu'nun hikâyesini tasavvufi aşk hikâyesi olarak okumaya değer katıyor. Alegorik olarak Nur'la tesmiye edilen bir kız 'Nur': Zengin, güzel ve zeki… Sinan taşralı, yoksul ve mahcup... Gizliden gizliye gözlerine bakıp içini kavuran hülyalara dalsa da, aşkını bir türlü söyleyemiyor. Anadolu insanının temiz, mahcup ve müeddep yönünü açığa çıkaran bir özellikte Sinan.
AŞK, TASAVVUFUN KAPISIDIR
Aşkı, tasavvufu, geleneği ve sözü sade, anlaşılır bir dille basitten derine doğru bir akışla ilerleten bir kitap, 'Nur'. Okurken bir filmin adım adım ilerleyen sahnelerini takip eder gibi, biraz sonra ne olacağını merakla bekliyorsunuz. Nur intisap ettiği şeyhin medresesinde baharı koklamak için dışarı çıktığında uzakta arazinin bitiminde 'beyaz bir leke' görüyor. İçini kaplayan tedirginlik ve huzurla birlikte heyecanı doruğa çıkıyor. Hızla medreseye gelip odasında eşyalarını toplayarak dergâhı terk ediyor. Mustafa Kutlu mekân tasviri yaparken aynı kare içinde tasavvufun önemli sembollerini kullanıyor ustalıkla. 'Beyaz leke', tasavvuf literatüründe letaifler sıralanırken 'Latîfe-i sırrın nuru beyaz' şeklinde bir tasnif yapılmıştır. Nur'un gördüğü 'beyaz leke'den sonra sırtını bir ağaca dayayıp tırpan biçen ırgatların âlemin zikrine karışmış 'Ya Allah, Ya Allah, Lailaheillallah' seslerini dinliyor ve aklına koyduğunu yapıyor. Şeyhin viranesinden ayrılıyor!
Her ayrılış, bir vuslata eriş değil midir? Nur da ayrılıyor ve hikâyenin sonunda betimlendiği gibi en büyük vuslat'la, ölümle son buluyor…
YENİ ŞAFAK/ KİTAP