Vuslat’a...
Eşya, insanın muhakeme gücüyle (Allah’ın inayetiyle) kavradığı hakikat bilgisinden bir nüve olarak insan zihninde canlanır. Bu yüzden eşyayı sadece bir cisim olarak algılamakla kalmaz, onun hakikat bilgisini kavramak için de bir arayış içerisinde bulunuruz. Örneğin aynayı, sadece maddi kusurlarımızı gidermek için kullandığımız bir eşya olarak görmeyiz. Ayna’nın var olanı ayniyle yansıttığını kabul eder; bu yüzden kusurlarımızı görür, gidermeye çalışırız. Ayna, yansıtan, aktaran, yüzleştiren metafor olarak akıl ve ruh dünyamızda bir izlek oluşturur ve hayatımızın muhasebe aracı olarak algılama/kavrama cihetine gideriz. Böylelikle bizden neşet eden edimler olumlu olumsuz yansıyacak ve bunun tezahürleriyle doğrudan mesuliyet taşıyan aktör olarak varlığın ateşten imtihanı içinde bulunuruz.
Yeryüzüne düşüşümüzle birlikte henüz farkına varamadığımız bir ateş çemberinin içinde buluruz kendimizi. Annemizin şefkatli kucağında hayatın zorluklarına karşı dayanıklı hale gelmeye başlarız. Henüz merdivenin eşiğinde beklemekteyiz. Merdivenin sahanlık kısmıdır burası. Henüz birinci basamağa adım atacak kadar gelişmemiştir kaslarımız. Dünyanın en harika besini olan anne sütüyle besleniyoruz bu aşamada; çevreyi gözlemliyoruz, renklerin, hareketlerin, eşyanın tabiatına dair gölgemsi kavrayışlar depoluyoruz küçücük belleğimize. Merhum Hâşim öyle demiyor muydu: ‘Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,/Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak/Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...’ Hayatın başlangıcını ve finalini ne güzel anlatıyor... İki yanında göğe doğru uzayan direkleri adım adım bölen yatay dayanak noktaları... Her basamağında bulunurken bir yükseliş duygusu yaşıyor insan. Ve zirveye çıkmanın gururu ve mesuliyeti...
İlk basamak...
Attığımız her adım zembereğin kadranından bir gevşeme ameliyesine dönüşür. Zemberek oynamaya görsün, gevşeyen yayların arasına -gözler görecek kadar olmasa da- tozlar sinmeye başlamıştır artık. Birbirini tetikleyen her gerilme anında dinamik bir ileri sıçrayış gücü hissederiz bacaklarımızda. Birinci basamağa sağlam bastığımızı düşünürüz ancak, başımızı yukarı kaldırdığımızda omurgamızı dengeleyemez, anlık bir sendelemeyle daha ilk zeminde yere sağlam basmanın lüzumuna kani oluruz. Bu ilk tecrübede kazançlı çıkmamıza rağmen, doyumsuz iştihamız birbiri sıra basamakları çıkmanın hiç de zor olmadığına ikna etmeye çalışır bizi. Hatta bu güçlü kaslarla ikişerli üçerli basamakları çıkmanın basit bir iş olduğunu söylemeye başlarız. Yukarı çıktıkça, başımızın arşa değeceğine inanırız. Yukarıdan bakmanın, insanları böcek gibi görmenin hazzını yaşamaya başlamışızdır. Kâr hanemize irade, güç ve kuvveti kazımışızdır büyük bir gururla. Kimisi için gözyaşı olan bizim için şen kahkahadır artık. Egomuzu çelikleştiren suyun membaını hoyratça akıtırız berrak ırmaklara...
Merdiven kimi zaman içimizdeki yokuşlara, kimi zaman da inişlere tanıklık eder. Yokuşlara tırmanıp güç mabedinin doruğuna bayrak dikerken, bir süre sonra inişe geçeceğinden habersiz oluşu, insanın ne kadar zavallı olduğunu gösteriyor. Haz basamağı, çıkar basamağı, güç basamağı, alkış basamağı, zulüm basamağı hangi zirveye taşıyabilir ki insanı! Her basamakta şeytanın vesvesesini pompalayan nefsin tuzaklarından bihaber kalbin, her rüzgârda savrulan bir yaprak gibi nereye düşeceği belli olmaz. Başının bulutlara değdiğini vehmeden zavallı insan! Evin olmayacak şatolarda konaklaman bir şatafattan ibarettir. Zehirler altın tepsi içinde haz durağında sunulur. Bütün dengeleri alt üst eden çıkar basamağında hasis bir ur kalbini istila eder. Bir sivrisineğin hüneriyle yere yığılabileceğini unutturan güç basamağında merhameti unutursun. Kalbin devreden çıkıp nefsin coştuğu alkış basamağında tevazuu seni terk eder. Gözleriyle merhamet dileyen mazlumların bakışlarıyla erittikleri zulüm basamakları kalbini öldürür. Bütün zevkler tadılmıştır, yorgun bedenin titrettiği bacaklar basamakların zirvesinde aşağıya (geçmişe) bakmaktadır.
Son basamak...
Tasa başlamıştır artık. Bir bir ineceği basamakların aşınmış kaygan zeminlerine basarak geldiği yere gitmenin acısıdır yüreğini kanatan. Nedamet basamağı, korku basamağı, tövbe basamağı, dua basamağı, merhamet basamağı, sevgi basamağı... ve ölüm basamağı... Bu iniş kralların tahttan inişlerinde yaşadıkları ruh çöküşüne benzemiyor. İsyan ve aldanmayla geçen senelerin sonunda derin bir sarsıntıyla hakikat arayışının saçtığı ışıkla dirilen kalpler, gören gözler... Bu insanın Hira tecrübesidir. Terleten ve titreten bir muştu... Havf ve reca ile Rahman’a yöneliş... Bütün kapıların kapandığı bir anda af kapısının eşiğine damlayan gözyaşları... Güçsüzlüğün farkına varış: Bütün güç ve azamet Allah’ındır... Sevgisiz geçen günlerde tunçlaşan kalbin bir mum gibi erimesi: Servetini sevgi yolunda harcayan Ebu Bekir’in dostluğunu kazanmak: Mülk Allah’ındır şuurunu kavrayış. Bir Ömer örneği... Kılıcını güzellikleri budamak için çeken ancak, bu güzelliğe meftun olan adalet abidesi... Haz ikliminde kirlenen kalbin Yusuf’un yol arkadaşı Osman’ın hayâsıyla arınması... Cehalet bataklığında yüzerken karanlığın yüreğinden kurtulup ilmin şulesiyle aydınlanan basamak! Ali’nin sağlam karakteriyle bezenmiş şifa veren ilmi... Ve ölüm basamağı... tövbe havuzunda yıkanarak temizlenmiş olarak Rahman’a varış...
‘Dönüş O’nadır...’ (Mümin; 3).