Menu
ADALET VE UMRAN
Haberler • ADALET VE UMRAN

ADALET VE UMRAN

Osmanlı yayılması karşısında Avrupa sisteminin (feodalizmin) başarılı olamayacağı anlaşılınca yeni bir sermaye/imtiyaz hiyerarşisi getirildi. Ve bunun için Christik değil Judeoik bir yaklaşıma ihtiyaç vardı. Protestanlık yeni yaklaşımın teolojisidir. İncil’deki “İsa dedi : mutlu olun fakirler çünkü göklerin melekût’ u sizindir.” (Thomas 54) öğüdü tüccarları din-dışı bir güruh saymanın delili olmaktan çıkarıldı. Calvin’e göre “Halk yani işçi ve zanaatkârlar kitlesi, fakir kaldıkları sürece, tanrıya bağlı kalırlar”dı. Pieter de la Court ve başkaları, bu sözü laikleştirmişlerdi: “İnsanlar, zorunlu oldukları zaman çalışırlar.” Weber diyor ki, “Kapitalist ekonominin önde gelen düşüncelerinden birinin bu şekilde dile gelmesi, daha sonraları zamanın düşük ücret üretimi kuramlarına girdi” (WEBER, 1985: 142). Avrupa’nın eski soylularının gücünü alaşağı etmek, halkı kent ve manifaktürlerde çalışmaya istekli bir sınıf haline getirmek ve sermayeyi toprağın dışında biriktirmek için nüfusla bu yönde oynanmıştır. Emek varolmadıkça sermayenin kâr edemeyeceği anlaşılmıştı. Emeğin kentte kullanılarak toplum yapısının değişmesi istenmekteydi. Bu dönüşümde asıl amaç da İslam’ın Avrupa’da ilerlemesini durdurmaktı.  Kilisenin bütün bu olan bitenlerden daha en başta haberi bulunmaktaydı. Olmaması mümkün değildi. Çünkü Ortaçağ boyunca bilgi tekeli Kilise’de idi. Fuat Sezgin, Halil Bayraktar, Seyyei Hüseyin Nasr gibi yazarların makalelerinden öğrenmekteyiz ki, Avrupa, pusula, kağıt, barut, dünya haritası gibi bilgileri Müslümanlardan öğrendi. “Haçlı Seferleri” sırasında Maricourtlu Petrus, mıknatıs ve pusulayı, doğrudan doğruya Müslümanlar’dan alıp Fransa’ya götürür. 50 yıl sonra, yani 1320'de ise Amalfi’li İtalyan Filavio Gioja, pusulayı keşfetmiş görünür! (http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/bilim_ve_teknoloji/islam_medeniyetinin_bilim_ve_teknolojiye_katkilari.asp).

Avrupa tüm zamanlar boyunca yöneticiler (Patricii- aristokratlar), hizmetçiler (Clientes, bekçiler) üreticiler (Plebs, çiftçi, esnaf, proleter, aylak) sınıflarından kurulu pramidal bir toplum düzeneği halinde varlık kazandı. Piramidi taşımak için bir düzen ihtiyacı belirmiştir. Thomas Hobbes, Leviathan adlı eserinde burjuva düzeninin insan emeği sömürüsüne dayandığını açıkça gösterir; O’na göre, insanın “mutluluğu” için olabildiği kadar büyük sayıda insanın sömürülmesi gerekir: “İnsanlar doğuştan eşittir. Eşitlikten güvensizlik doğar. Güvensizlikten savaş doğar. Herhangi bir insanın başkalarına olan güvensizliğinden kurtulması için, kendisi için tehlikeli olabilecek kadar büyük başka bir kuvvet kalmadığını görünceye kadar, cebren veya hileyle, olabildiği kadar çok insanı hakimiyet altına almasından başka akla yatkın bir yol yoktur ve bu, o kişinin kendi varlığını koruması için gerekli olanın ötesinde bir şey değildir. Bir insanın kendi varlığını korumak için başka insanlar üzerindeki egemenliğini bu şekilde arttırması gerekliolduğundan buna da cevaz verilmelidir” HOBBES, 1993: 92- 93). Filozof, doğal halde yaşamın savaş, mücadele anlamına geldiğinden hareket ederek insanların hepsini birden korku altında tutacak genel bir güç olmadan barışa ulaşılamayacağını ifade eder. Genel güç, Devlettir. Doğal durumu ‘kaos’ şeklinde tasavvur eden Hobbes, insanların sözleşme ile toplumsallaştıklarını (sivil toplum) varsayar. Ancak burada bir sorun vardır: “Quis custodiet ipsos custodes? (Peki, bizi koruyuculardan kim koruyacak?- bekçilere kim bekçilik edecek?).”

Carl Schmitt, “Siyasi İlahiyat” başlıklı kitabında “Egemenlik” kuramı hakkında görüşlerini ifade ederken Hobbes’un Leviathan’da yazdıklarına paralel bir vaziyet alır. “Egemen, kanunlarla ne derece bağlıdır ve tebasına karşı nereye kadar sorumludur?” (SCHMİTT, 2010: 15). Bu soruyu Jean Bodin’den alır. O’na göre her düzen, bir karara dayanır ve  tüm düzenler gibi hukuki düzen de bir norma değil, bir karara dayanır. Schmitt’in meseleye buradan bakması şaşırtıcıdır. Çünkü, Schmitt’e göre “egemen”i tanımak için olağanüstü duruma bakmak gerekir. “Egemen olağanüstü hale karar verendir” der. Bu cümlede rahatsız edici olan şey “olağanüstü durumda” değilde “olağanüstü duruma” ifadesinin kullanılmasıdır. Böylece zamanı kontrol eden bir “egemen” fikri siyasi- teolojik alanı belirler. “Olağanüstü halde devlet, hukuku, kendi koruma hakkına dayanarak askıya alır. Olağanüstü halin mutlak biçimiyle ortaya çıkabilmesi için kanun hükümlerinin yürürlük kazanabilecekleri bir durum yaratılması zorunludur. Hukuki düzenin anlamlı olabilmesi için bir düzenin oluşturulmuş olması zorunludur. Egemen durumu kendi bütünselliği içinde yaratır ve garanti altına alır. Bu son karar onun tekelindedir. Devlet egemenliğinin özü burada yatar ve hukuken zorlama veya hükmetme tekeli olarak değil, olması gerektiği gibi karar verme tekeli olarak tanımlanır. Burada karar, hukuki normdan ayrılır ve paradoksal olarak formüle etmek gerekirse otorite, hukuk üretmek için haklı olmak gerekmediğini kanıtlar.” (SCHMİTT, 2010: 20- 21) Anlaşılan o ki, “Quis custodiet ipsos custodes?” sorusuna mutmain edici bir cevap verilemeyecektir. Batı düşüncesinde, egemeni durdurabilecek bir normatif düşünce bulunmamaktadır. Batı düşüncesi, siyasi olanı tefekküründe “adalet” mefhumu üzerinden düşünmekten “egemen” adına vazgeçmiş gibidir.

Müslümanca düşünce açısından konuya bakılırsa bizim normatif alanımızın kurucusu müelliflerin feodal ya da endüstriyel toplumların aydınları gibi mülkiyet eksenli bir aidiyetle hareket edemedikleri görülecektir. Namık Kemal, “Her cemiyette maddi bir kuvve-i galibenin vücuduna zaruret-i katiyye messetmiştir” demekle bir egemenin varlığına rıza göstermek zorunda kalmıştı. Ancak Namık Kemal’in “Umum veya ekseriyet, hakkı icada değil fakat muhafazaya vasıta olduğu bin kerre tebeyyün ettikten sonra şurasını bilmek lâzım gelir ki, hiçbir cemiyette umum bizzat hıfz-ı adalet vazifesini ifaya muktedir değildir” (KEMAL, 2005: 146) demekle egemenin varlığını ve vazifesini “adaleti hıfzetmek” meselesine raci kılması, meseleyi Schmitt’ten farklı gördüğünü kanıtlamaktadır. Bedri Gencer de Osmanlı aydınının ana meselesinin hukukun icadından çok ona riayeti olduğunu ifadelendirir. Gencer’e göre, “Modern dünyada ana adâlet idealinin kaybolması sonucu eşitlik ile özgürlük arasında bir dikotomi ortaya çıkmıştır.” der ve Tunuslu Hayrettin Paşa’nın “Ümranı, adaletin neticelerinden kılan, insan türünü akılla üstün kılan ve onunla insana güzel idare ve irfan mertebelerine imkân veren ve ona günah ve düşmenlıktan uzak olarak iyilik ve takva üzerine yardımlaşmayı emreden Allah münezzehtir” dua cümlesini nakleder (GENCER, 2012: 237). Bu cümlede bizim için de rehber olacak bir zihniyetin saklı olduğunu görüyoruz. Hayrettin Paşa, adaleti mülkün bekasının teminatı, ümranın temeli ve hüsnanın (güzel idarenin) şeklinde tarif etmiş olmaktaydı. Bedri Gencer, Ali Süavi’nin “Elbette nerede adalet varsa orada mamuriyet olur” sözünü de naklederek Osmanlı’nın ihtişamının, öncelikle ordusunun sayısı ve maddi gücü ile değil, adil yönetimle başarılan dinamizm ve zenginlikten kaynaklandığını vurgulamaktadır. Gencer’e göre, “Batılı tehdidi kültürel bakımdan algılayan Osmanlı aydınları için dava, özgürlükten ziyade adalet davası idi.” Namık Kemal’in fikrine göre, medeniyet, tek kelimeyle “asayişte kemal” anlamına gelir. Kemal’e göre, teknolojik  ve ekonomik gelişmelerin insanlara sağladığı maddi nimetler, gerçek asayişi, medeniyeti sağlamaya yeterli değildir. O’na göre siyasetin kalitesi, hükümdar ile tebaanın karşılıklı ahlâkî kalitesine bağlıdır.

Bu mülahazalar gösterir ki, Batı’nın teknik ve ekonomik gelişmişlik kriterlerine yaslanmayan bir “medeniyet” fikrine yönelmek Müslümanların modern dünyada ayakta kalmak için duyduğu bir ihtiyaçdır. Ancak bu ihtiyacı karşılayan,adaleti ayakta tutmaktan başkası değildir.Umranın şartının adaleti tesis eden bir imar olduğu; teknik ve ekonomik kalkınmanın, estetik nesafetin (hüsna’nın)adalete bağlı kılındığı reddedilemeyecek bir hakikat olarak karşımızdadır.

NOTLAR:

-    BAYRAKTAR Halil, İslam Medeniyetinin Bilim ve Teknolojiye Katkıları, http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/bilim_ve_teknoloji/islam_medeniyetinin_bilim_ve_teknolojiye_katkilari.asp

-    GENCER Bedri, Son Osmanlı Düşüncesinde Adalet, Adalet Kitabı (Ed: Halil İnalcık) içinde, Kadim Yayınları, 2012

-    HOBBES Thomas, Leviathan, Yapı Kredi yayınları, 1993

-    KEMAL Namık, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri, Dergâh Yayınları, 2005

-    SCHMİTT Carl, Siyasi İlahiyat, Dost Kitabevi yayınları, 2010

-    WEBER Max, Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu, Hil Yayınları, 1985