David Hume, şöyle demekteydi: “Tanrı, kötülüğü önlemek istiyor da, gücü mü yetmiyor? O halde O güçsüzdür. Gücü yetiyor da önlemek mi istemiyor? O halde O iyi niyetli değildir. Hem gücü yetiyor hem de iyi niyetli ise, bunca kötülük nasıl var oluyor?”
Kötülüğün ne olduğu hakkında dört tanımlama yapılmakta: A) Ahlâkî kötülük (moral evils). Günah, cürm: nedeni insan olan kötülükler; B) Fiziksel acılar ve günah ya da başka bir nedenle duyulan keder: ıstırap ve üzüntü; C) Fizîkî kötülük: Hastalık, hortum, deprem vs; D) Metafiziksel kötülükler (HAKLI, 2002: 196). Doğadaki “kötülük” problemi insan aklını meşgul edecek bir boyut kazanmamıştır. Çünkü kasırganın verdiği zararın tabiatın oluş-bozuluşu ile açıklanabilir yönü vardır. Hayvanları, bitkileri ve maddi cisimleri etkileyen “doğal vakıanın” insanı da etkilemesi şaşırtıcı değildir. Ancak insan yine de doğanın içindeki bu afetlerin objektifliği hakkında şüphe duyacak şahitlikler yaşamaktan kurtulamaz. Bir çoban, sürüye saldıran kurtun niçin yakın mesafedeki koyuna değil de uzaktaki koyuna yöneldiğini açıklamaya kalktığında “kurdun kaptığı koyun hasta idi” cümlesini kurabilir. İşte o zaman “afetin akıllılığı” ya da “kötülüğün programlılığı” meselesini konuşmak kaçınılmaz olur. Bir kurt hangi kuzuya yönelmesi gerektiği bilincine sahipse, tabiat; ne yapacağını bilmekte midir?
Hick, acının, hayvanlar ve insanlar için kendini koruma yöntemlerini öğrenmeye matuf biyolojik bir zorunluluk olduğundan bahsediyor. “Acı, hayvanlar için de biyolojik bir geliştirici ve koruyucu mekanizma olarak gerekli ve yararlıdır” diyor (YARAN, 1997: 103). Hick’in bu yaklaşımını kabul etsek bile acının niçin “o”na değil de “bu”na isabet ettiği meselesi çözümlenmiş değil.
İnsan aklı dünyaya acı ekseninden bakmaktadır. Oysa dünya “varlık sahasına çıkmak” meselesinden tarif edildiğinde varılacak sonuç farklıdır. Yüzbinlerce caretta caretta içinden çok cüzî miktarı denize ulaşabilir. Yüzbinlerce somon balığı içinden pek azı yumurtlama alanına erişebilir. Dolayısı ile “acının biyolojik bir geliştirici” olduğunu düşünmememiz için güçlü sebeplerimiz bulunmaktadır.
Tabiat içindeki mevcutların acı ve ölme anındaki hislerini bilmemekteyiz. Tabiatta hiçbir mevcudun ölme/acı karşısında “hayatlarını pisi pisine kaybettiği duygusu” geliştirdiği fikrinde değilim. Çünkü tabiat, tabiatın içindedir; içindendir. Bir mevcut başka bir mevcudun varlığı ile varlık bulmaktadır. Bunu şöyle örnekleyebilirim: Sazan dolu bir gölette levrek yetiştirmeye kalkarsanız, ilk elde levreklerin semiz olması yüzünüzü güldürecektir. Ancak göletin tabiatı levreğin tabiatı değildir. Levrek akarsuyun tabiatına münasiptir. Gölette ikinci aşamada sazan balığını göremeyeceksiniz; çünkü sazanları levrek yemiştir. Bu aşamada gölete levrek dışında başka balık atılması sonuç vermez. Levrekler aç kalınca birbirlerini yiyecektir. Tabiat artık bozulmuştur. Gölet balıksız kalır.
Sanıldığının aksine eko-sistem güçlüyü korumaz; güçlüyü kendi gücünün şahikasında yalnızlaştırır ve acizleştirir. Böylece acı çekmediğini sandığınız mevcut, gücüne mütenasip bir acı içindedir. Bir balina günde 3600 kg deniz mahsülü yemek zorundadır. Bu miktar besini elde edebilmek için tonlarca deniz suyu yutar ve filtreler. Balinanın bu işlevini sürdürebilmesi, gıda arayışının ardılı kılınmıştır.
Mevcudat içinde insan dışında hiçbir varlık yaşam süresinin uzun veya kısalığı hakkında bir fikir sahibi değildir; “kayıp” düşüncesi üretmemektedir. Yalnızca insan kaybetmekle üzülür; mevcudat “ölmeye yaratılmış” olduğunun bilincindedir. İnsan ise ölmeyi erteleyen bir yaşama tutkusu ile zamanı kavrayarak onu kaybeder.
Mevcudatın garkolduğu gerçek acı, kötülüğün beşerîliği nedeniyledir. İnsan, mevcudata acı verir; çünkü onu tabiatı dışında öldürür. Bu nedenle dualarla teskin edilmiş bir kurbanın gereksiz yere öldürülmeye kalkışılmış bir canlıya nazaran feryadsız kaldığına şahit olunabilir. Canlılar diğer canlıların canını almaya yöneldiklerinde de ölüm için “seçilenin” ölüm karşısındaki sessizliği hayret vericidir. Bu nedenle tabiattaki acı, kötülük olgusu değildir. Tabiattaki her varlık ölüm gerçeği ile yaşamaktadır. İnsan mevcudatı ise ölmemeyi, eksilmemeyi varlık sebebi kılmıştır. Varlık sahasına çıkmak ona kifayet etmez; onu sürdürebilmek ister. Bu nedenle acı çekmektedir ve eksikliği/ölümü “kötülük” saymaktadır.
Mevcudat için varlık bulmak “seçilmişlik”tir; ölmek de varlık için bir göçtür. İnsan mevcudatın bu göçüne yanlış müdahaleler içindedir; çünkü onun tabiatına düşmanca ve bilgisizce abanmaktadır. Oysa mevcudat, canlılığa yönelik eyleminde mevcudatın tabiatına uygun davranmaktadır. Kötülük, kozmosun içinden değildir; onun çarkına senkronize olmayan, onun tabiatına kulak asmayan beşerin elindendir.
-HAKLI Şaban, Kötülük Problemi, Yaklaşımlar Ve Eleştiriler, Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, s: 195- 211, 2002/2
-YARAN Cafer Sadık, Kötülük ve Teodise, Vadi Yayınları, 1997