Menu
'YOL HAKKI'
Deneme/İnceleme/Eleştiri • 'YOL HAKKI'

'YOL HAKKI'

İnsanoğlu bir dünyadan başka bir dünyaya göçle başlar yolculuğuna... Doğumla başlayan yolculuk onu diğer yolculuklara çıkaracaktır. Bir dünyanın eşiğinden başka bir dünyanın eşiğine yolcu olarak, hep seferde, konup göçerek yaşantısını anlamlı kılmaya çalışacaktır. Önüne açılan yollara mührünü bırakacak, kendinden bir şeyler o yollara dökülecek; aynı zamanda o da yoldan nişaneler alacaktır. Yoldan aldığı feyzle, içsel istikametlere ayarlı yüreğini eğiterek, mutlak yolun yolcusu olduğu bilinciyle adımlayacaktır her seferi.

Çıktığı yolculuklar onu, içsel seferlere taşıyacak, gerçek anlamda ‘yolcu’ olmanın, bu dünyada ‘yolcu’ kalmanın künhüne vakıf olacaktır. Asıl yolun ‘dünya’ olduğunu anlayıp, ömrünü bir yolcu gibi geçirdiğinin idrakinde geçici seferlere çıkacak, gerçek sefere azıklar devşirecektir. Dönüşü olan yollara revan olurken, dönülmez yolculukların onu beklediğini unutmadan, gerçek seferlere adım alacağı günlere yüzünü dönecektir.

Yolculuklara yelken açmış, yüreğini bu yolculukların an’ları ile kuşatırken, mutlak yolculuğun bir eri olduğunu unutmamış Osman Bayraktar.

Yol Hakkı, “Yolda olmayı hep sevdim. Öyle çok özel, iyi tasarlanmış gezilere çıkmayı pek başaramadım ama ne zaman önüme seyahat gerektiren bir fırsat çıksa buna hiç hayır demedim.” diyerek başlar.

Yazarın ikinci kitabı olarak Eşik Yayınları’ndan çıkan kitap gezi yazılarından müteşekkil. Yazarın değişik ülkelere yaptığı seyahatleri ve en son da Hac izlenimlerinden oluşan gezi yazılarını okuyoruz.

“Bir kütüphane çok geniş olabilir; fakat eğer düzensiz ise küçük ama derli toplu bir kütüphane kadar kullanışlı değildir. Benzer şekilde bir insan da çok büyük bir bilgi yığınına sahip olabilir, fakat kendisine üzerinde düşünerek bu bilgiyi işlememişse, tekrar tekrar ve uzun uzadıya düşünülmüş çok daha küçük bir bilgi miktarından daha kıymetsizdir.” derken, gerçek bilgi sahibinin özelliklerinden bahseder Arthur Schopenhauer. Tam da bu manada, Osman Bayraktar, İzlek’ten sonra yayımlanan Yol Hakkı’yla, anlamlı yazı yürüyüşüne, bereket ve ihlası katarak, özlü ve manalı metinler sunar bizlere.

Finlandiya’ya çıktığı ilk seyahat yazısıyla yazar ilk hesaplaşmasını, kendi içsel sorgulamasını okuyucuyla paylaşır. “Batı’ya yönelmek başlı başına bir hesaplaşma duygusu uyandırıyor içimde. Masal şiirini okuyorum yeniden. Kaçıncı oğul olarak gidiyorum batıya?”

Batı ülkelerinden bir ülkeye giderken; adeta “Bir karanlığın içine gider gibi…” gidiyor.

Batılı insanın maharetleri dikkatini çekiyor yazarın. Birçok karmaşık, düzensiz, dağınık işleri ve ilişkileri büyük bir maharetle çözdüklerinden bahsediyor. İnsanı rahatsız edecek düzenlilikteki şehirlerin konuğu olduğu batı kentlerinde insansız kaldırımları adımlıyor, insansız kentlerin yolcusu oluyor. “İçe kapalı ve çekingen bir toplum” diye tanımladığı insansız şehirler, yine onların eşsiz maharetiyle, teknolojinin en son halini yaşarken en az insan gücü kullanarak, sıfır nüfus artış hızını dengelemeye çalışıyorlar. “İnsanı ürküten şeyin karanlık ya da aydınlık değil, ıssızlık olduğunu fark ediyorum.” diyerek, bomboş sokakları adımlamanın şaşkınlığını yaşıyor.

Müslüman mezarlığını dolaşırken, yerin altındaki dindaşlarıyla ünsiyet kurarak yolculuğunun en anlamlı anlarını yaşıyor.

Yazar; “Fin güneşi insanı yakıyor, ama ısıtmıyor.” cümlesiyle bitirirken gezi yazısını, Batı’nın gerçek kimliğine bir göndermede bulunuyor sanki.

Malezya ve Singapur gezi yazılarından sonra İspanya yazısını okuyoruz.

“Ve kalbim bin bir serüvenin külleri içinde

Ne kadar yönelsem Kudüs’e, Mekke’ye

Kurtuba’ yı arar dururum yine de”



‘Buluşma’ şiirinin mısralarıyla başlıyor İspanya seyahat yazısı.

Endülüs, sekiz yüzyıllık yaşanmışlığın toprağında olmanın buruk hüznü kuşatıyor her yanı... Osman Sarı’ yı anıyor yazar.



Güzel atlar buldular

Yaktılar gemileri

Önden giden atlılar

Vardılar Kurtuba’ya

Endülüs’ün sokaklarını gezen yazar; “İnsanların ve eserlerin yok edilmiş olması bu yaşanmışlık gerçeğini ve bunun etkilerini ortadan kaldırmaya yetmiyor.” diyerek ‘cennet bahçesi’ olarak anılan mekânları ayrı bir duyarlılıkla dolaşıyor.

İşbîliye Ulucamii, Alkazar Sarayı, Altın Kule, Kurtuba Ulucamii, Elhamra Sarayı yazarın gezdiği diğer mekânlar... “Sekiz yüzyıllık bir uygarlığı temsil eden bu yapıyı bir müze gibi gezmek insanın içini acıtıyor.” derken mihrabın önünde Kurtuba Camii’nde derin bir gurbetlik yaşıyor.

Elhamra Sarayı’nın görkemli duvarlarında “Ve Allah’tan başka galip yoktur.”  evrensel ilkesinin gölgesinde değişmez hakikati bir başka duyumsuyor.

Kazakistan, sonraki duraklarından bir durak. “Bilmek yetmiyor; hissetmek için yaşamak gerekiyor.” derken, uzaklık duygusunu derinden hissediyor Kazakistan’a ulaştığında.

İki büyük karşılaşmanın yaşandığı Avusturya... “Medeniyetler karşılaşırlar; ticaretle, kültürle, sanatla, savaşla.” diyerek giriş yapıyor Avusturya yazısına. Ve güçlü medeniyetlerin çekilirken, derin ve kalıcı izler bırakarak çekildiklerinden bahsediyor.

Aziz Charles Kilisesi’nin minareleri, Viyana kuşatmaları sırasında Müslüman esirler tarafından yapıldığı için, uzaktan bakıldığında cami izlenimi uyandırıyor.

Yazar Türk kahvesinden; kahve içme alışkanlığını bir hediye olarak kuşatma sonrası bıraktığımız bir miras olarak yaşandığından bahsediyor.

Yazarın gözlemlediği, dolaştığı düzenli, temiz batı kentlerinde yaşadığı hep aynı his; ‘ıssızlık’. Görkemli yapıların içinde yaşayan insanların azlığı ve geniş caddelerin tenhalığıyla, çocuksuz sokakların yalnızlığı...

Sezai Karakoç’un ‘masal’ şiirinin kılavuzluğunda geziyoruz İngiltere’yi.

Bir düşünür duyarlılığı ile sorgulamalar yapıyor yazar, aynı sorgulamalardan okuyucu da nasibini alıyor.

“Doğu bilgeliğini temsil eden yedinci oğul, temel bir gerçeğin farkına varmıştır; değişerek, onlara uyum sağlayarak Batı’yla baş etmek mümkün değildir.” Gurur sarhoşluğuyla her şeyi altettiğini sanan Batı karşısında 17. yy’dan itibaren, değişmeye başladığımıza vurgu yapan yazar British Museum’u gezerken onu en çok etkileyen şiiri terennüm ediyor:



“Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var

Karşınızdakini değiştirmek.”

Değişmeyen hakikate vurgu yapan yazarın son cümlesi oldukça manidar:

“Evet, biz değişmeden, kendimizi, ruhumuzu değiştirmeden Batı’ya varabildiğimiz gün Batı değişmiş olacaktır.”

Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya seyahatlerinin arkasından, ‘Yol Çağırdığında’ diye adlandırılmış Hac izlenimlerini okuyoruz. Beyaz günlerin konuğu olarak, gerçek bir yolcu ve mukaddes yolculuğun bir neferi olarak Rahman’ın misafiri olmanın şuurunu anlatır bize yazar.

“Hac yolculuğunda, hayatla ölüm birleşir bir bakıma” derken, en eski ev olan Kâbe’yi, say’ı, tavafı, zemzemi içsel serüvenler halinde, bazen de siyer tadında okuyucuyla paylaşır. Okuyucuyu, yaşanmışlığın samimi cümlelerine, yüreğe değen şuur saatlerinin engin sularına salar her bir anlatı metni...

Müstakil bir yazı konusu olabilecek derinlik ve duyarlılıkta yazılmış olan Hac izlenimleri, bilinçli, şuurlu, samimi bir yüreğin şahitliğinde yazılmış anlamlı metinler olarak bizde derin izler bırakıyor.

(Tasfiye s.38, 2012)

SELVİGÜL

1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.

Daha fazla görüntüle