Menu
SORDU DERVİŞ DEDİ ÇİÇEK
Deneme/İnceleme/Eleştiri • SORDU DERVİŞ DEDİ ÇİÇEK

SORDU DERVİŞ DEDİ ÇİÇEK

Ne kadar farklı bir soluk Âşık Yûnus’unki. Ne kadar duru, yapmacıksız, karşılıksız ve değer katan… Herkesin bildiği kelimeler nasıl da özel bir kıvam alıyor hâl ehlinin dilinde, o eşsiz sinelerde. Her sözlükte bulunabilen ve belki de benzer şekillerde yan yana getirilebilecek olan o kelimeler, erbâb-ı gönül elinde ne güzel bir kıvam buluyor. Bu coğrafyanın istisnasız her çocuğu “Sordum Sarı Çiçeğe” ilâhîsini onlarca dinlemiş, mırıldanmıştır mutlaka. Birkaç farklı makamda ehil ellerden dinlemek mümkün bu ilâhiyi [bilhassa segâh ilâhî olarak ta yüreğin içine işliyor bir fem-i muhsinden]. Ama bazen sadece kulak vermek yetmiyor bazı şeylere. Birazcık eğilince üzerine, o kelimelerin, sarı çiçeğin büyüsüne gerçekten kapılmamak mümkün değil. Yûnus Emre’nin takipçisi olduğu ifade edilen “Âşık Yûnus” şöyle başlar sözlerine: (Bu ilâhînin Taptuk Emre’nin manevi terbiyesinde geçen Yûnus Emre’ye değil, Bursalı Âşık Yûnus’a ait olduğu ifade edilmektedir -İki Yûnus’un farklı şahıslar olduğu hakkında bk. Mustafa Tatcı, Âşık Yûnus, İstanbul 2008, s. 1-13, ilâhi için bk. s. 40-41.- Çözümlemeye esas teşkil eden metin ise Mehmed Kaplan’ın, “Yûnus Emre ve Nebatlar”, adlı makalesinden alınmıştır -bk. Türkiyat Mecmuası, İstanbul 1955, XII, ss. 45-56, s. 56). Mustafa Tatcı’nın zikrettiği metin, bir tek beyitte Kaplan’ınki ile farklılaşırken -a.g.e., s. 40-41-, Şükrü Elçin’in verdiği metin ondan sadece bazı söyleyişlerde ayrılmaktadır -bk. Halk Edebiyatına Giriş, Ankara 1986, s. 237-238).

1. Sordum sarı çiçeğe benzin neden sarıdır?

Yûnus dertlidir, belli ki sarı çiçeğin derdi onun derdi olmuştur. Onun benzinin sarısı, Yûnus’a bu soruyu sordurmuştur. Çünkü Yûnus hâl ehlidir. Dostunun derdi, yâreni de vurmalı, onu da rahatsız etmelidir Yûnus’a göre. Bir diğer ihtimal ise Yûnus’un, bildiği bir hususu bir de sarı çiçeğin ağzından dinlemeyi istemesidir. Çünkü derviş dinlemeyi bilmelidir. Yûnus’un muhatap aldığı çiçeğin renginin sarı oluşu ise ayrı bir inceliktir. Çünkü sarı renk geçiciliği sembolize etmektedir ve her haliyle hüznü dillendirmektedir. Yûnus ilk adımını böylece atmıştır, söz sırası çiçektedir:

1.a. Çiçek eydür ey derviş ahım dağlar eridir…

Çiçek derdini söylemese de, onun büyüklüğünü aşikâr etmiştir işte. Onun öyle dertleri vardır ki onlara dağlar dayanmaz. Ama o, daha fazlasını söyleyip muhatabını üzmek istememektedir. “Ârif olan anlar” deyip dağları eritecek boyutta bir derdin narin bünyesine ve latif ruhuna nasıl eziyet edeceğini bu şekilde ifade edivermiştir. İlâhînin bazı başka varyantlarında sarı çiçek “benzin neden sarıdır” sorusunu “ölüm bize yakındır” diye cevaplamaktadır. İşte böylece bir başka âleme de göz kırptığını ifade etmiş olmaktadır. Bu mısradaki bir diğer incelik çiçeğin Yûnus’a derviş şeklinde hitap etmesidir. Öyle ya Yûnus kendine tam da bunu yakıştırmaktadır. O tam manasıyla bir derviştir… Yûnus dayanamaz ve bir soru daha tevcih eder “âh’ı dağları eritecek” kadar çok olan çiçeğe ve şöyle der:

2. Yine sordum çiçeğe sizde ölüm varmıdır?

Aslında soru, ölümün nasıllığını kurcalamaya dair kuvvetli bir adımdır. Hem de Yûnusça bir adım. İnsanın en temel problemi olmalıdır ölüm ona göre. O yüzden çiçeğin bizatihi kendi durumunu soruşturduktan sonra söze hemen ölümle başlamıştır Âşık Yûnus. Ve insan sadece ölümü anlamlandırma adına sahici bir adım atsa hayatın felsefesini de çözecektir. Yûnus’un derdi de budur. Zaten sarı olan ve her haliyle “bu dünyada solmaya mahkumum” diyen çiçeğin cevabı ise Yûnus hikmetini aratmayacak kadar yalın ve serindir:

2.a. Çiçek eydür ey derviş ölümsüz yer varmıdır?

Çiçeğin cevabı tam olarak soru ile örtüşmüyor izlenimi verir ilk bakışta. Öyle ya, Yûnus çiçeğin ölümlü olup olmadığı sormakta, çiçek ise ölümsüz yer olmadığını vurgulamaktadır. Çünkü çiçek her bir damarıyla toprağa bağımlı olarak yaşamını sürdürmektedir. Tıpkı insan gibi, insanın bir yerlere bağlanmadan yaşayamadığı gibi. Dolayısıyla üzerinde yaşadığı zeminin ölümü, sarı çiçeğin de bu dünyadaki sonu olacaktır.

3. Yine sordum çiçeğe kışın nerde olursuz?

Yûnus farkındadır çiçeğin ömrünün baharlık olduğunun, kış oldu mu gözlerden kaybolduğunun. Buradaki kış mecâzî olarak ölüm durumunu anlatıyor olsa gerektir. Hem önceki soru ve cevap hem de bu sorunun cevabı böyle düşündürmektedir. Aslında Yûnus’un derdi kışın neliğini anlamaktır. Öyle ya, insan da bir ömür bahar sürecek değil ya! Elbette bir kışı olacak onun da. Yûnus bu soru ile hem çiçeğin durumunu çözümlemeye çalışmakta hem de bizatihi kendi sorularına cevap aramaktadır.

3.a. Çiçek eydür ey derviş kışın türâb oluruz

Çiçek bu soruya haliyle yaz mevsiminde cevap vermektedir. Çiçeğin cevabı haddizatında varlıkların bir kış ve bir yazlarının varlığını ele vermektedir. Kışın türâb olmayı ise o, geniş zaman ifadesiyle dile getirmektedir. Bu durum hem çiçeğin her kış öldüğünün ve yazları yeniden diriltildiğini hem de insanın bu dünyada bâki olarak kalamayacağını, şu an yaz olan mevsiminin ölüm kışı ile yer değiştireceğini, ölüm kışının ise cennet baharına tebdîl edileceğini zımnen belirtmektedir. Bir diğer nokta ise türâb olmanın, sarı çiçeğin tevazuuna işaret olması ihtimalidir. Yani cevap örtük bir referansla da olsa “türâb olacak bir varlığın” gönlünde kibre yer vermeyeceğini ifade etmektedir.

4. Yine sordum çiçeğe tamuya girermisiz?

Yûnus, İslâm dininin temel öğretilerini çiçeğin neliği bağlamında okumaya kararlıdır. Nitekim bundan dolayı cehennemi sorar ona ve, o renkleri gözü okşayan kokusu gönlü yumuşatan çiçek haliyle tamuya girip girmeyeceğini öğrenmek ister. Tamu, cehennem demek Orta Asya Türkçenin Soğd lehçesinde. Ancak pek çok dini terim Türkçeye Farsça üzerinden girmesine rağmen, cehennem ve cennet kavramları öz Türkçe bir nitelik arz ediyor. Yûnus için ise kavramın hangi dil grubuna ait olduğundan ziyade, onun ifade gücünün tercihine an baş âmil olduğu açık.

4.a. Çiçek eydür ey derviş ol münkirler yeridir.

Çiçek sanki şöyle demektedir: Ey derviş, benim halimi görüyorsun; sarı rengim zaten tam anlamıyla masumiyetimi ilan ediyor. Cehennem ise mazlumu, ezileni, masum olanı almaz bünyesine bilmez misin? Ancak oraya girmeye kararlı olan kimselere “hel min mezîd?” der. Ben ise Hak rızasın arıyorum, toprak ile ve dolayısıyla toprağı yaratan ile hemhâl olma derdindeyim…

5. Yine sordum çiçeğe uçmağa girermisiz?

Yûnus sarı çiçeğin cehennem ile ilgisinin olmayacağını anlamıştır artık. Öyle ya böylesine bir dîle sahip olan varlık münkir makamında ne arasın? Sorusunu bu sefer bardağın dolu tarafını nazara vererek sorar: Peki cennete girecek misiniz? Bu iki soru çiçeğin durumun öğrenmeyi amaçladığı kadar cennet ve cehennemin içeriğine dair bir bilgilenme talebini de akla getirmektedir. Çiçek ise sahiden tam anlamıyla hikemî cevaplar vermeye devam etmektedir:

5.a. Çiçek eydür ey derviş uçmak adem şehridir.

Cenneti bir şehir olarak tasvir eder. Belki de yine yeşillerle örülü, gül kokulu topraklarla bezeli bir has bahçe olarak. Sarı çiçeğin cenneti “adem şehri” olarak nitelemesinin birkaç anlamı olabilir. İlki “orası er kişi yeridir, hak eden kişi rabbin lütfu ile oraya girer” demeye varır. Bir diğer yorum ise “orası biz gibi sorgu-suale muhatap olmayacaklara değil, teklîfe muhatap olan insanların yeridir” anlamına gelir. Ancak buraya kadarki soru-cevaplar, sarı çiçeğin cenneti rabbin izni ile hak eden varlıklar zümresinden olduğunu göstermeye kâfidir.

6. Yine sordum çiçeğe gül sizin neniz olur?

Yûnus, sarı çiçeğin mahiyetini yavaş yavaş çözmektedir. Onun olsa olsa gül tabiatlı bir gönle sahip olabileceğine kanaat getirmiştir artık. Hem çiçek olmak hasebiyle gül ile aynı hayatı paylaşması hem de sorduğu sorulara aldığı cevaplar muhtemelen gülünki ile örtüşmesinden dolayı bu soruyu sormuş olmalıdır. Sarı çiçek ise halini taçlandıran bir şekilde cevaplamıştır soruyu:

6.a. Çiçek eydür ey derviş gül Muhammed teridir.

Evet, bu mısra ile Yûnus hem tam anlamıyla yaslandığı tasavvuf ikliminin gül-Muhammed metaforunu zarif bir şekilde nazara vermekte hem de çiçeğin mahfiyetkârlığını bir kez daha göstermektedir. Sarı çiçek kendisini gayet iyi tanımaktadır. Kendisini tanıdığı kadar gülü ve teri gül olan Muhammed’i de çok iyi bilmektedir. Kendisi ile gülün mahiyet farklılığını zımnen “gül bizden çok öte” diyerek izah etmekte, dini yaşamanın tek imkânı olan Muhammed sevgisini dile getirmekte ve adeta “teri gül olanın, susmasının, sözünün ve eyleminin ne olacağını düşün!” demektedir. Bu cevabıyla önceki diyalogları usta bir şekilde taçlandırmaktadır.

7. Yine sordum çiçeğe ademi bilirmisiz?

Yûnus devamla çiçeğin tabiatından insanın tabiatına adımlamaktadır. Aslında her sorusu insanın problemlerine çözüm arasa, bu soru ile açık bir şekilde hedefini sunmaktadır. Adem’i bilmek yukarıdaki mısrada olduğu gibi (5.a.) iki durumu ifade edebilir. Ancak sarı çiçeğin cevabı buradaki adem’in peygamber özelinde insanı değil, insan özelinde insanın kastedildiğini düşündürmektedir:

7.a. Çiçek eydür ey derviş adem binde biridir.

Sarı çiçek gündüz gözü sokaklarda elinde fenerle insan arayan Diyojen‘den farklı bir cevap vermemektedir Yûnus’un nakline göre. Bu durum sürekli olarak insanı ve insânî erdemleri arayanların tarih boyunca var olduğunu göstermektedir. Yûnus da onlardandır ve bu gerçeği nezih bir üslupla sarı çiçeğin ağzından söyletivermiştir. Kendisine ise zımnen şöyle bir yansıması vardır bu cevabın: insanın emrine verilen nebât dahi kaht-ı ricâlden dem vuruyorsa, derviş Yûnus senin işin gerçekten zor!

8. Yine sordum çiçeğe kırkları bilirmisiz?

Yukarıdaki soru-cevapla âdem arayışına hız veren Yûnus, tasavvufî literatürde oldukça önemli bir yer işgal eden kırkları nazara vermektedir. Onlar ki yeryüzü onların varlığı sayesinde ayaktadır, onlar ki vazifeli, onlar ki Allah kendilerinden râzı, onlar Allah’tan razı… Böylece Âşık Yûnus yaslandığı geleneğe bir kez daha dikkat çekmektedir. Kırkların keyfiyetini ise sarı çiçekten işitmek arzusundadır. Çiçek bu masum talebi geri çevirmeyecektir:

8.a. Çiçek eydür ey derviş kırklar Allah yaridir.

Evet, onlar Allah’ın sevgilileridir. Onların Allah’ı sevdikleri kadar, Allah da onları sevmektedir. Onlar “vedhulî cennetî” nidası ile ezelden sarhoş olmuşlardır. Allah’ın Vedûd oluşunu en iyi bilenlerdir onlar. Sevdikleri için sevilmişler, sevildikleri için yücelmişlerdir. Ve onlardır Rahmân olanın affının genişliğini, merhametinin enginliğini, lütuflarının sınırsızlığı hakka’l-yakîn yaşayanlar…

9. Yine sordum çiçeğe rengi kandan alırsız?

Yûnus’un bu sorusu gerçekten de ilginç. Rengi sarı olan ve şu ana kadar ki cevaplarından da yüzü sürekli olarak ötelere baktığı anlaşılan çiçeğe, rengini kandan alıp almadığını soruyor. Halbuki kan ve kırmızı geçici olan şeylere fazlaca bağlılığı ifade ediyor. Çiçek ise üzerine basa basa Yûnus’un dikkatini bambaşka bir âleme çekiyor…

9.a. Çiçek eydür ey derviş ay ile gün nurudur.

El-Hâk. Eğer varlığın bir rengi varsa ve eğer o rengin de bir kaynağı olmak gerekiyorsa bu cevaba dikkat. Çiçek, ilgiyi kendi rengine, benliğine, ölüp gidecek olan bedenine değil, kendisinin dışında bir yerlere yöneltmektedir. Kendisinin renk sahibi olmadığını, olsa olsa başka kaynaklardan kendisine nimet olarak sunulan ışığı bünyesinin mevcut renge dönüştürdüğünü söylemektedir. O sadece başka bir âlemin nurunu almış gören gözlere yansıtmıştır. Hepsi bu…

10. Yine sordum çiçeğe boynun neden eğridir?

Yûnus’un sorduğu sorulara aldığı cevaplar biraz daha çiçeğe eğilmeye sevk etmiştir onu. Ve bu ana kadar nasıl olup da fark edemediği bir şeyi sorar: Sahi, güzel çiçek neden boynun eğri? Bu soru, Yûnus’un aldığı cevaplardan etkilenerek çiçeğin duruşunda bir anlam olabileceğini düşündüğünü göstermektedir. Çünkü çiçek her haliyle başı önde, mütevazi cevaplar vermektedir. Ve verdiği her bir cevapla Yûnus’u bir kez daha mest etmektedir.

10.a. Çiçek eydür ey derviş kalbim Hakk’a doğrudur.

Çiçek tam olarak Yûnus’un duymak istediğini söylemiş gibidir. Ancak bu cevap onu memnun etmekten ziyade hakikati izhâr etmeye yöneliktir. Çünkü Hak erleri gösteriş ihtimali bulunan yerde durmaz, riyâ düşüncesinin akla gelebileceği zeminde söz söylemez. Çiçek sadece çıplak bir gerçeği ifade etmiş ve kul olmanın gereğinin, böyle durmak olduğunu belirtmiştir. Çünkü kalbi Hakk’a müteveccih olanın, başını mütekebbir bir edayla havaya dikmesi mümkün değildir. Varlık sahnesine Hak Teala lütfu ile çıkanların boynu kul ve mümkin varlık olarak her daim önde olması gereklidir…

11. Yine sordum çiçeğe atan anan varmıdır?

Yûnus çiçeğin tevazuun en önemli kaynağını öğrenmiştir. Anlaşılan o ki kulluk, sarı çiçeği ciddi anlamda inşa etmiştir. Ancak yine de bu mütevazi duruşun bir başka terbiye ile de taçlanması gerektiğini düşünür ve bu soruyu sorar, aile bağlarını anlamaya çalışır.

11.a. Çiçek eydür ey derviş bu ne aceb sorudur?

Çiçek ikinci kez soruya soruyla cevap vermektedir. Cevapların ilki (2.a) istifhâm-ı inkârî kabîlinden iken, bu soru sarı çiçeğin biraz kızdığını göstermektedir. Zımnen “zaten halimi, yalnızlığımı, yüzümün döndüğü makamı görüyorsun, böyle iken bu soruyu sormanın alemi ne? Ha var, ha yok. Değişen ne ki? Varlık âleminde olduğumuza göre bir tohumumuz olmak gerekir. Ama o da müsebbibu’l-esbâb’dan değil mi?” demektedir.

12. Yine sordum çiçeğe sen Kâbe’yi gördünmü?

Yûnus soruların akışını çiçeğin istediği zemine çekmekte ve yönü Hakk’a dönük bir varlık olarak Kâbe’yi görüp görmediğini sormaktadır. Bu soruyla o, tasavvuftaki Kâbe algısıyla (ki o yer yer mümin kulun kalbi olarak nitelenir) sarı çiçeğinkini karşılaştırmayı arzulamış olabileceği gibi sadece çiçeğe ait bir merakını gidermeyi istemiş de olabilir.

12.a. Çiçek eydür ey derviş Kâbe Allah evidir.

Çiçek ise bu şekilde cevap vermiştir Yûnus’a. Yani cevabı “evet” veya “hayır” olması gereken bir soruyu Yûnus’un da bildiği bir şeyi tekrar ederek cevaplamıştır. Zımnen şöyle demiştir: “Neyleyim ki ben toprağa bağlıyım, topraktan ayrıldığım zamansa canımı Hakk’a uğurlamaktayım. O yüzden tek bildiğim Kâbe’nin, sevgilinin evi olduğu. Ama görmek nasip olmadı. Ey derviş fazlaca deşme bu yarayı. Bu dünyada Kâbe’ye varamadım ama Kâbe’nin sahibinin yamacına varacağım anı bekliyorum…”

13. Yine sordum çiçeğe bahçene girsem nola?

Yûnus hayran kamıştır sarı çiçeğin nezaketine, letafetine. Elini uzatmak istemektedir onun mahremine. Bahçesine girmek demek çiçeğe varmak, kanmak demek. Böylesine ârifâne cevapları veren çiçeğin toprağına yüz sürmeli, rengi ile renklenmeli… Ama çiçek bu talebi geri çevirmektedir:

13.a. Çiçek eydür ey derviş kokla beni geri dur.

Yani senin öyle, benim böyle durmam daha hayırlıdır, iyicedir. Eşya olduğu yerde durmalı, durduğu yerde değer bulmalıdır. Eğer sen konumu zayi eder de benim makamıma girersen, ne sen eski sen olursun, ne de ben sana şu ana kadarki güzellikleri sunan o masum sarı çiçek olarak kalabilirim. İyisi mi sen benim kokumla yetin şimdilik, kokum ise bulunduğun yere zaten ulaşmaktadır…

14. Yine sordum çiçeğe sen sırât’ı gördünmü?

Yûnus ne zaman çiçeğin özeline adım atmaya kalksa pek de hoşuna gitmeyen cevaplar almıştır (11.a ve 13.a). Bundan dolayı yeniden başka bir zeminde ilerlemeyi istemektedir. Sırât köprüsünü anlamaya çalışmaktadır Yûnus. Yol ama, nasıl bir yol? Çiçek mi derviştir, kendisi mi? Nasıl bilmektedir her sorduğu soruyu? Bunca şeyi, tamuyu, uçmağı, kırkları, Kâbe’yi bilen sarı çiçek, elbette sırât’ı da bilmek gerektir…

14.a. Çiçek eydür ey derviş cümlenin ol yoludur.

Sarı çiçek mahcup ve mahrum etmez Yûnus’u. Sırât denilen şey işte budur: Herkesin geçeceği bir yol. Hayat zaten bir yoldur ve insansa onun belki de en şerefli yolcusu. Ama buradaki seçkinlik herhangi bir ayrıcalık anlamına gelmez öte dünyada. Makam, mevki, servet, güzellik o yola geldi mi biter, gider. O yolun başında herkes amelleri ile baş başadır. Yol ise kıldan ince, kılıçtan keskincedir.

15. Yine sordum çiçeğe gözün neden yaşlıdır?

Sırât’ı hatırlamak çiçeği üzmüş olsa gerektir. Yûnus ise bilmezden gelir sanki ve yine de sorar gözyaşlarının sebebini. Halbuki Yûnus gayet iyi anlamaktadır gözyaşının keyfiyetini, ne zaman ince ince gönle indiğini, seller gibi hangi vadilerde taşkınlar yaptığını. Her bir damlasının merhamet olduğunu, gönlü yanmayanın gözünden gözyaşının akmayacağını. Ama yine de sarı çiçeği ifadesiyle mest olmak istemekte, sarı yapraklarını nemlendiren o masum sızıntıların hikayesini bir de ondan duymayı arzu etmektedir.

15.a. Çiçek eydür ey derviş bağırcığım başlıdır.

Çiçek ise her zaman olduğu çok fazla açmayacaktır mahremini. Evet, gözü yaşlıdır ama sebebini söylemeyecektir Yûnus’a. Büyüklerin derdi En Yüce Dost’a varmaktır. En büyük üzüntüleri ise ondan ayrı kalmak. Gözleri yaşlıdır çünkü şu kısacık dünya, ötelerden ayrılmanın verdiği ıstırapla bitmek bilmemektedir. Öte dünyaya ait her bir haber ise gönlü heyecana gark etmektedir. Çiçeğin gözyaşları da bundandır sanki. Gözyaşları ile arınmakta, Dost’un huzuruna tertemiz olarak çıkabilmenin kaygısını yaşamaktadır.

16. Yine sordum çiçeğe Yûnus’u bilirmisiz?

Yûnus yolun sonuna gelmiştir artık. Soracaklarını sormuş, öğreneceklerini öğrenmiştir sarı çiçekten. Artık son bir sorusu kalmıştır, o da kendi varlığı ile ilgilidir.  Zaten her soru kişinin kendisini bilmesi için, gaybı kurcalayan her adım bizzat ene’nin varlığını anlamlandırmak için değil midir? Ancak bundan sonra kâinat, Allah ve diğer ilişkiler silsilesi yerli yerine oturuyor. Yûnus’un sorusu her haliyle itimât telkin eden çiçekten kendisini dinleme çabasıdır. Acaba sorduğu sorularla çiçeğin tasavvurunda nasıl bir yer etmiştir?

16.a. Çiçek eydür ey derviş Yûnus kırklar yârıdır.

Çiçek Yûnus’u rahatlatan bir cevap vermiştir. Yolun sonuna gelindiğinde sarı çiçek, sürekli olarak “derviş” şeklinde seslendiği dertliyi öyle bir konuma yerleştirmektedir ki, bundan sonra Yûnus bu hitabın zımnındaki Allah yâri (8 ve 8.a. hatırlanabilir) olma makamına adımlar bir keyfiyet arz edecektir. Öyle ya Allah’a dost olana dost olmak tam derviş Yûnus’a göredir ve zaten bunun için yanıp yakılmaktadır. Bu muştuyu sarı çiçekten işitmiş olmak ise onu ayrı bir sürura gark etmiş olmalıdır. Ve böylece Yûnus’un derdi dağları eriten çiçekle hasbıhalleri taçlanmaktadır.