Bazı soruların gerçek cevaplarının ancak işin ehli kimselere sorulduğunda alınabileceği her zaman akılda tutulmalıdır. Yani her soru herkese sorulmamalıdır tıpkı her bilginin herkese söylenmemesi gerektiği gibi. Örneğin “Derviş kimdir?” sorusu pek çok kişiye sorulabilir ve bu soruya onlarca, belki yüzlerce farklı cevap almak da mümkündür. Ancak bu soru Yûnus’a sorulduğunda ve onun, kendi ikliminden hareketle verdiği cevaba kulak kabartıldığında, aslında derviş kavramının ne derin uzantılara sahip olduğu rahatlıkla anlaşılabilecektir. Dîvân-ı İlâhiyât’ında yer verilen dizelerden hareketle Yûnus’un gönül dünyasına “derviş olma” bağlamında bir yolculuğun tam sırasıdır…
“Derviş olan kişiler deli olagan olur,
Işk neydügin bilmeyen ana gülegen olur…”
Yûnus’a göre derviş, deliliğin sınırlarında gezmektedir ki bu, hem aslında deliliğin o kadar da kötü bir şey olmadığını hem de dervişin bir adım da daha attığında delilik vadisine dalacağını göstermektedir. Zira aşk, mutlak olarak iyi bir anlama gelecek şekilde kullanılmakta ve deliliğe yanaşma sanki aşkın bir üst hali imiş gibi nazara sunulmaktadır. Leylâ’nın aşığına Mecnûn isminin takdir edilmesi de, deliliğin mahza kötü bir şey olduğu yargısını tartışmaya açmaktadır. Dervişin neden “neredeyse deli olacağı” alttaki mısra ile daha iyi anlaşılmaktadır. Problem ya da daha doğru bir ifade ile kişinin, başkaları tarafından alaya alınmasının nedeni bizzat aşktır. Aşk insanı neredeyse deli etmektedir. Ancak ona acımasızca gülenler aşkın ne olduğunu bilmeyen kimselerdir. Nitekim aynı kişiler muhtemelen delileri de önemsememekte, onları da alaya almaktadırlar. Halbuki aşk, derviş ve delilik en azından yukarıdaki mısralar özelinde düşünüldüğünde Yûnus’a göre hiç de gülünesi şeyler değildir. Aksine belki de Yûnus’un görmeyi istediği insanın temel vasıflarıdırlar.
“Gülme sakın sen ana eyü degildür sana
Kişi neyi gülerse başa gelegen olur”
Yûnus, dervişe gülünmemesi, onun alaya alınmaması konusunda oldukça nettir. Zira böyle bir tavrı sergileyenin, aynı şey ile imtihân edilmesi mümkündür. “Gülme komşuna gelir başına” ifadesinin bir başka söylenişi olan bu ifadesinde Yûnus, zımnen aşkı bir tehdit olarak da nazara vermektedir. Yani “âşık ol da başına gelecek olanı gör” der gibi bir hal ve tavrı vardır Yûnus’un. Kendisi aşkın ateşinde yandığından onun ne menem bir şey olduğunu bilmekte, alaya alınmayı önemsemediği daha başka ifadelerinden anlaşılmaktaysa da, aşkın kişiyi kendinden edeceğini ve bu durumdaki kimselerin halinin bir başka olduğunu ihsas etmektedir.
“Âh bu ışkun eseri her kime ugrarısa
Derdine sabretmeyen yolda kalagan olur”
Aşkın bazı emareleri vardır. Uğradığı kimsenin ayaklarını yerden keser, düşünme, hissetme gibi melekelerini bambaşka bir zemine kaydırır. Tüm uzuvlar âşık olur gönül gibi. Aslî işlerini yapmaz olurlar ya da aşk anına kadar aslî işleri ile uğraşmamış oldukları zehabına kapılırlar. Âşığa düşen, tüm bu hallere sabretmektir. Zira yaşamak, kıvam bulmak ancak sabırla mümkündür. Sabır göstermeyenler ham olarak devşirilir ham olarak haşredilirler. Sabrın kurtuluşun anahtarı oluşu da, onun insanı belli bir mertebeye çekişindendir. İnsan o mertebe ile ve o mertebede hakikî kurtuluşa erer. Derde sabır, sabrın en olması gerekenidir. Aksi takdirde yolda kalmak mukadderdir. Belki birçok yolda kalınsa herhangi bir sorun teşkil etmez bu durum yol ve yolcu için. Ancak aşk yolunun yarısında kalan kimse peşinen yokluğun kollarına bırakmış hükmündedir kendisini. Aşk da, kendisine benliğin tamamı verilmedikte, muhatabına zerresini koklatmayan harikalar zümresindendir. “Yolda kalma” metaforunun burada işaret ettiği daha başka noktalar da olmalı. İnsanı tarif sadedinde kullanılacak kelimelerin en iyilerinden biri “yolcu”dur. Peygamber dilinde “dünyada garib bir yolcu gibi ol”mak tavsiye edilirken, örneğin Mevlânâ’nın neyi anlatışı da insanın gurbette yani aslî vatanından uzakta bir yerlerde yol alan bir yolcu oluşuna işaret eder. “Yolda kalmak” da öncelikle kişinin Allah’a varan yolculuğunda soluğunun kesilmesi, bitkin düşmesi anlamına gelir. Âşık ile yolcu arasında zorunlu bir ilişki oluşu da kişinin sûrî aşktan gerçek aşka olan yolculuğundan kaynaklanmaktadır. Bu durum, aşkın kendisinin bir yolculuk olduğunu gösterdiği gibi, aşkta yapılan yolculukların da kişinin Mutlak Hakikat’e varmasının tek yolunu olduğunu da düşündürmektedir.
“Bir kişi âşık olsa ışk deryasına talsa
O deryanın içinde gevher bulagan olur”
Yûnus bazı ihtimallerden bahsetmektedir bu mısralarda. Ancak bu ifadelerin ihtimal olmaktan çıkıp en azından Yûnus tarafından tecrübe edilmiş hakikatler olduğunu düşünmeye herhangi bir mani yoktur. Âşık olmak zaten peşinen bir bilinmezliğe dalmak anlamına gelir. Bu bilinmezlik Yûnus’un dilinde “aşk deryası”dır. Aşk deryası her ne kadar başlangıçta bir bilinmezlik ise de doğru adımlar atıldığı takdirde o deryanın içinde bazı cevherlerin bulunacağı kesin gibidir. Bulunan cevherin kalitesi ise âşığın deryaya dalmadaki gözü karalığı ile doğrudan ilintilidir. Âşık olmak istem dışı, aşk denizine dalmak yani kendini dalgaların seyrine bırakarak insanın, kendisine fazlaca anlamlar yükleyerek yükü altında ezildiği iradeden geçmek ise irâdî bir tavırdır. Yûnus kişinin kendi irâdesinden geçtiği zaman mutlak irâde ile hemhâl olabileceğini ve O’nun ikrâmlarına erişeceğini müjdelemektedir. Bu tavır aynı zamanda aşkın katmanlarını nazara vermekte, gerçek aşkın, âşığın yüzü ve gönlü ile başlasa da orada kalmaması gerektiğini ve aşk deryası şeklinde tasvir edilse de gerçekte erişilen varlığın sevginin de yaratıcısı olan Allah olduğunu işaretlemektedir.
“Âşık lâ-mekân olur dünya terkini urur
Dünya terkin uranlar dîdâr göregen olur”
Âşığın aşk deryasında kayboluşu, mekândan da geçişi anlamına gelmektedir. Çünkü daha önce de ifade edildiği üzere derya, bilinmezliği sembolize etmektedir. Bilinmezlik ise mekansızlığı yani boyutlardan ve duyu organlarının dayattığı dünyadan âzât olmayı çağrıştırmaktadır. İnsanın sırtından atması gereken bir yüktür dünya. Dünya terkini bir elbise misali giyinmek, aslında mekânsızlık libâsını gönlüne giydirmektir. Bu elbiseyi giyenler ise birtakım manevî ikramlara nail olacaklardır. Yûnus’un dîdâr müjdesi, âhirette ayın on dördü gibi müşâhede olunacak Cemâlullâh’ın ta kendisidir. Ona göre Cemâlullâh’a erişmenin tek yolu aşk elbisesini giyinmek, bilinmezlik kuşağını kuşanmak ve dünyaya sırt çevirmektir.
“Derviş Yûnus sen dahi incitme dervişleri
“Dervişlerün duası kabul olagan olur”
Yûnus başladığı noktaya getirir sözlerini. Dervişle başlar dervişle biter mısralar. Hâsılı derviş, âşık; âşık, derviştir. Aslolan ise dervişleri yani âşıkları incitmemektir. Bunu Yûnus gibi bir Hak eri dahi yapmamalıdır. Zira bazı dualar geri çevrilmez. Mazlumun ve garibin duasında olduğu gibi âşığın duası ile de Rab Teâlâ arasında perde yoktur. O kırık gönüllüler her ne isterlerse ilâhi irade onların arzuları istikâmetinde cereyan ede