Menu
ARMUTÇUK / ÇANAKKALE GEZİSİ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ARMUTÇUK / ÇANAKKALE GEZİSİ

ARMUTÇUK / ÇANAKKALE GEZİSİ

Yolculuk derinleştirirmiş insanı, onu daha bir yufka yürekli yapar, fazlalıklarını ustaca törpülermiş... Mesafe açıldıkça ait olunan mekandan ve yaklaşıldıkça hedeflenen menzile, yürek daha bir tempolu çarparmış... Görülmesi arzulanan, koklanması özlenen sinelerin “ah”ları daha bir yakından hissedilirmiş... Rikkat artar, göz buğulanır, heyecan son haddine gelirmiş... Geçenlerde yaptığımız Yenice gezisi de böyle oldu. Bekleyenlerin, gözü yollarda olanların yanına vasıl olmak için döndü tekerlek, emanetleri sahiplerine kavuşturalım diye eridi mesafeler, bitmez görünen yollar, yürekler birleşsin diye tükendi...

Çanakkale zaten şirin, güzel bir şehir. Ancak merkezden açılıp, ilçelere doğru yol alınmaya başlandığı zaman bu güzellik farklı yönlerden daha da artıyor. Açılan mesafe ile iklim daha bir arınıyor, Kaz Dağı’nın eteklerine yanaştıkça çağlayan sular daha bir fazlalaşıyor. Yeşilin her tonu, yürekte ayrı bir iz bırakıyor ve ciğerlere çekilen hava bütün şehirlerin bedenlerimize bıraktığı tortuyu cömertçe siliyor.

Yenice, Çanakkale’nin bir ilçesi. Çanakkale ile arası 90 km. Kalkım da Yenice’nin bir nahiyesi. Gittiğimiz köy ise buraya bağlı olan Armutçuk Köyü. Çanakkale merkezden yaklaşık 140 km. mesafede. Yollar Yenice’ye kadar biraz kabul edilebilir. Her ne kadar virajlar insanın canını sıksa da, gidilecek yere yaklaşmanın verdiği heyecan bu olumsuzluğu kabul edilebilir kılıyor. Ancak Yenice-Kalkım arası yol biraz daha çetrefilli bir hal alıyor.

İlk durağımız Kalkım’ın ilköğretim okulu. Yenice ilçesinin en büyük okulu olduğunu öğrendiğimiz eğitim-öğretim kurumunun müdürüyle kısa bir hoş-beşten sonra, Armutçuk köyünden buraya taşımalı eğitim ile gelen öğrencilerle buluşuyoruz. (Kalkım-Armutçuk Köyü arası yaklaşık 45-50 dakika sürüyor. Mesafe o kadar uzak olmasa da (22-23 km kadar), yolun bozukluğu zaman aralığını uzatıyor.) Onlara ufak-tefek birkaç ikramın ardından, yavruların isteklerini isimleriyle birlikte kaydediyor ve dertlerini dinliyoruz. Bizden talep ettikleri şeylerin ne kadarını yerine getirebileceğimizi bilmesek de, dinlenmenin ve muhatap alınmanın çocuk yüreğinde bıraktığı silinmez izleri kestirebiliyoruz. Elimizden geldiği kadar, istekleri ile de ilgilenmeyi vaat ediyoruz. Üst-başlarının bakımsızlığı, sürekli mahcup halleri ve verilen küçücük ikrama karşı olan ilgileri, yoksulluğun boyutu hakkında bize biraz daha bilgi veriyor. Çocuklardan ayrılıp, köye doğru yola koyuluyoruz.

Taşlık bir yolda 50 dk. kadar yol alıyoruz. Her gün bu yollardan okullarına gidip-gelen köy çocuklarının nasıl bir halet-i ruhiye ile bu yolculuğu yaptıklarını düşünmek bizi üzüyor (daha sonradan gördüğümüz servis arabası bu üzüntüyü artırmaktan başka bir şey yapamadı maalesef). Çünkü üç tane yetişkin insanı ciddi derecede yoran bu yolun eğitim-öğretim için yılda bir-iki gün değil, bir sezon gidip-gelen yavruları ne hale soktuğunu düşünmek gerçekten zor. Zaten köyde rastladığımız, okula rahatsızlıkları sebebiyle gidemeyen yavrucaklar da sorunun büyüklüğünü ortaya koyuyor.

Hani az çok köy görmüştük, fakirlik hakkında bir fikrimiz vardı. Ancak uzun bir aradan sonra böylesine yoksul bir mekanla karşılaşmak bizi oldukça hırpaladı. Açıkçası Çanakkale gibi müreffeh bir ilin, böylesine fakir bir bölgesinin bulunabileceğine inanmak oldukça zordu. Bu çevre, Çanakkale’den belki 20-30 sene geride gözüküyordu. Yolların kötülüğü, evlerin şekil ve şemaili, insanların giyimleri vs. köy hakkında bizlere oldukça net bir tablo sunuyordu.

Çanakkale’den, eşten, dosttan toplanan giysileri ve ihtiyaç sahiplerinden bazılarına verilmek üzere bize emanet bırakılan diğer şeyleri köyün tek resmi görevlisine bıraktık. Köy camisinin hemen yanındaki misafirhane gerçekten ilgi çekiciydi. Her gün bir nöbetçi, köy ahalisi ve misafirler için bu mekanı temizliyor, çayı demliyor ve elleriyle diğerlerine ikramda bulunuyormuş. Ortadaki eski soba ise, kışın her zaman, sair vakitler ise havanın sertleştiği anlarda aynı kişi tarafından hazır hale getirilirmiş. Bu gelenek çevre köylerde ortadan kalkmasına rağmen burada hala cari imiş. Daha sonra gelen yemekten nasiplenip (ki, hala ekmeğin duruluğunun bıraktığı tat damağımdadır), güzel bir “hal sohbeti”nin ortasında buluyoruz kendimizi. Haliyle köy halkı pek konuşmuyor, ama halleri bizi derin derin düşündürmeye kafi geliyor. İmkansızlıların ikramı engelleyemediği yerlerden birinde daha bulunuyoruz. Din görevlisi arkadaştan köy hakkında bilgi alıyor, daha neler yapılabileceğinden konuşuyor ve yavaş yavaş köyden ayrılma hazırlıklarına başlıyoruz. Tek tek herkesle vedalaşmak, arkada gözleri yaşlı bir halde sizi izleyen dertli sineler bırakmak cidden zor oluyor.

Bu köye gelişimizin arka planında bir yardım kuruluşunun (Deniz Feneri) burayı yoksulluğun izalesinde atılacak adımlar için pilot bölge seçmesi olmuştu. İlgili kurum, buradaki evlere müstakil birer tuvalet yapmış (daha önceden dört-beş aile ortak bir mekanı kullanıyormuş), bir ağıl inşa ederek içerisine belli miktarda keçi yerleştirmiş ve köye kiraz ağacı dikimi yapmıştı. Bunlarla amaçlanan şey, köyün kendi çabası ile ayakta durmasının sağlanmasıydı. Bunun ne kadar başarılı olduğunu ancak zamanla bilebileceğiz.

Dönüşte Yenice Müftüsünü ziyaret edip, ilçe hakkında ve civardaki diğer yoksul bölgeler hakkında bilgi alma imkanı bulduk. Yeniden dönme ve elimizden geldiği kadar bir şeyler yapma niyetiyle yola koyulduk. Dönüş yolunda farklı bir güzergah takip ederek yolculuğumuzu sürdürdük. Yol boyunca rengarenk çiçekler gözlerimizin pasını, tertemiz hava da içimizin toz toprağını sıyırıp attı. Ben, tam da içimden “yahu şurada iki dakika dursak da, şu çiçeklerden nasiplensek” diye düşünürken, direksiyondaki ağabeyim, hocama: “ya hocam şurada biraz dursak be” deyiverdi. Meğer hoca da, tam da bunu söylemeye hazırlanıyormuş. Her neyse, üç yüreğin ortak sesiyle biraz durakladık ve tabiatın sunduğu gök sofrasının nezih bahçesinde biraz soluklandık. Ee, “yol uzun, gurbet acı...” Bekleyenler var merkezde.

Değişik bir tecrübe oldu bu gezi. Dünyanın bizim dışımızdaki halini soluma, yardım-fakirlik/ zekat-yoksulluk kavramlarının kağıt ve kalemin dışında bir gerçekliklerinin olduğunu görme imkanı bulduk. En önemlisi ise, bir vakıf medeniyeti olan ceddimizin izini sürmenin, bize getireceği artıları bir kez daha kavramak oldu. Vermek ve arınmak... Hem veriyorsunuz hem huzurlusunuz, sosyal denge yolunda bir adım atmanın verdiği iç huzuru ve orada arkanızdan edilen mazlum dualarının size sağladığı güven içinizi ısıtıyor.

Ancak şunu belirtmek gerekir, yoksulluğun izalesi için daha süratli, sistemli ve kaliteli adımların atılması şart. Memleketin her yanında ihtiyaç sahipleri kendilerine el uzatacak ve yol gösterecek yürekler bekliyor...
Vesselam...

(01.05.2008)

Diğer Yazıları