«tâ ki, meşammını eserden sıvamasın! ey kimse, onların hevaları kışdan soğukdur.»
“ey sâlik! nihâyet, avâmın o boş sözlerinin ve onların kış mevsiminden soğuk hevâ-i nefsânîlerinin te’sîri ruhunun burnunu sıvamasın!”
88. «cemâd gibi donmuşdurlar ve iri tenlidirler. nefesleri kar tepesinden sıçrar.»
“nefsânî ve cismânî avâm cemâd ve buz gibi donmuşdur ve pek çok yemek ve içmekden iri cisimli kar tepesi gibi donmuş hâldeliğinden, nefesleri ve sözleri bu kar tepesinden soğuk olarak sıçrayıp zâhire gelir.”
89. «vaktâ ki zemîn bu kardan kefen giye, hüsameddin’in güneşinin kılıcını vur!» (msnv şrf şrh. konuk. 11/87)
***
kutuplardaki mağaralara taş çıkartacak buzul mağarasından çıkıp, yavaş yavaş ilerleyen bir beyaz buluta el ettim. ne istediğimi sordu. burada çok üşüdüğümü, ısınmak için beni şehrâzâd ablanın masal volkanına taşıyıp taşıyamayacağını sordum. senin ağırlığını ve soğukluğunu kaldırmam mümkin değil; ancak, hâlin de pek acınası; rüzgârın izin verdiği sürece biraz bekleyeyim, geriden benim gibi birkaç bulutcuk gelirse, birleşip seni istediğin yere kadar götürebiliriz, sanırım, dedi.
birkaç bulutcuk gelip büyükçe ve beyazdan kurşinileşen bir bulut öbeği oluşunca, haydi, deyip beni sırtladılar. şimdi, senin şu acınası hâlinden gözlerimizden yaş boşanmadan acele edip seni volkana yetiştirmeliyiz, diye söylenip, rüzgâra rica ettiler ve fırtınaya tutulup hızla yolaldık. volkana geldiğimizde zavallı bulutların üzüntüden iyice yüzleri kararmış ve gözlerinden sel gibi yaşlar boşanmağa başlamış idi.
sırılsıklam vaziyette, masal volkanının ağzına gidip, şehrâzâd ablaya seslendim. ne istediğimi sordu. söyledim...
dedi:
sen koruma altındasın. kendin kendini pek ziyade korumada, sakınmadasın. kendini pek kıskanmadasın; bunda pek gayretlisin. kendini bırakıp bana yüksel ki buzlarını çözme ameliyatına başlayabileyim. kendini bırakınca, kendi hapsinden kurtulmağa adım atacaksın. bundan sonrası bana aid. amma, senin de bu adımı atman, atabilmen, kendini kendinden hür kılabilmen gerekir... haydi, bırak kendini... kendini taktığın, meşgûl eyleyip ömür harcadığın günlerin gündelik işlerinin sana bakmamasına, arkasını döne döne akıp gitmesine, seni bırakıp gitmesine bakıp, akıllılık icabı, geçici olaylara seni takan kendine takılmayı bırak.
tamam. masal ankasını uçur. kanatlarına konayım, dedim.
evvelen sana bir masal-kondu sunayım. biraz kurun. beynin ve benliğin kurusun. unutasın kendini. kendindeki çör-çöpü. sonra üzerindeki toz-toprak da ankanın kanat çırpması ile kalkar...
*
meşhur meseldir: istambol boğazının halic ağzı lebindeki kıraathanelerden birinde (diye hatırımda kalmış), gününün demir leblebisi şair, müellif, muhalif-muharrir, oturduğu masadaki kâğıda (elbet) elindeki kalem ile (anlaşıldı ki laptop toplumuna henüz açılınmamış), aç karnının açıklattığı zihninin aydınlığında, yarınki kazte yazısının girizgâh cümlelerini karalamış idi ki, bâb-ı âlî’den, ya’ni âlem-i matbuatdan hasm-ı muhibbi solcu muharrir masaya yaklaşır, mutad üzere bu akşam saatinde aç bulunduğunu fevkalâde kuvvetle tahmin etdiğinden, gel sana yemek ısmarlayayım, der.
yemekden sonra, yazmağa başladığı mevzudaki mütakib cümleler için zihnini tıklattığında, kapalılık ile karşılaşır: mide kapıları açılmış / açılınca, zihin kapıları kapanmış. solcu muharrire der: vay bana; dinimi doyurdun imanımı somurdun! sol sömürü bu olsa gerek!
ehl-i kalem bu hal ile hep karşılaşır ve bu tuzağa hep düşer. çünki içimizdeki nefs eşeğinini semerinden inip akıl ayakları ile yürümenin tenbelliği ile ma’lulüz. yemekden sonra nefis eşeğinin tepmesini yiyen zihnimizin toz-toprak içindeki hâlini gördüğümüzde peşîmanlık fâidesizdir, insanlık adına utançdır.
eyvay ki eyvay! küfürbaz rüya serlevhalı masmesel bir saatlik uyku ile dinlenmiş zihinde amazon nehri gibi gürül-gürül akar iken, sen git önceliği mide hayvanının gurultusuna ver!
vay nefis eşeğinin keyif / tenbellik cihazının etkileneni olmuş aklının hâline vay ki vâveylâ!
*
hâl budur ey moruk: eline kalemi alıp kâğıda yazmakdan üşenip uzak durmayasın; ihmal ve erteleme tenbellik tuzağına hep-hep düşmeyesin; yazmamakdan korkasın ve kirâmen kâtibînden utanasın. vasâtî şerait, ancak muvakkat ve ender kerre ender mazeret olabilir.
baksana sen bana; eğer ki bir gece masal anlatmasam, celladın tasmasına asılıp bir daha asla anlatamama durağına götürüleceğim. bunu bildiğimden, tenbellik ne kadar yalvarıp gözyaşı dökse, ne kadar inleyip feryad etse, bir durakda durdurur muyum onu. onu durdurur isem, ömrümü durdurduğumun şairiyim. bu yüzden şarıl-şarıl masal düzüp hayat nehrinde yüzmeğe devam edebilmedeyim... haydi, sen de benden ibret ile masmesel al ve zihnini allayıp pullayıp al kalemi eline ve yaz anlattıklarımı.
haydi, şimdi.
besmele ile.
haydi.
eğer hayatından geçecek isen dahi, anlatmamak nedeni ile değil, sana şimdi anlatacağım masmeseldeki gibi, mevcudiyetini yaradılış caddesinde tökezletip, dosdoğru köprüden düşürmek isteyen apaçık düşmana karşı savunma nedeni ile geç.
...
bu medhalden sonra, masmesele offdırikord bir noktacığa değinmeden edemeyeceğim. çünki yaradılış dedikde, hatıra hayya bin yakzan, salaman ve absal, errisaletül kamiliyye fissiretinnebeviyye/fâzıl bin nâtık; ibn sina, ibn tufeyl, ibnün nefîs...
kendinin neliği ve nasıllığı ve neredenliği ve nereyeliği için işbu isimleri arama motorlarına vur ve neticelere göre bu noktayı derya edip hayli vakit israf et. sonra elinde bir nokta kalacak ki, dürriyetim kıymetindedir. çünki ilim bir noktadır. bütün anlatılar, okumalar o naktaya yaklaştırmak içindir; eğer ki bunu hissetmiyor isen, elindekini hemen bırak zehirli bir yılanı bırakır gibi, bir alevi bırakır gibi, bir koru bırakır gibi ve mideni yıkamak bâbından hemân zihin ve gönül pasını yıkamak için kur’an-ı kerim okumağa dön. hadis okumağa dön. mesnevi-i rûmi-i şerîf okumağa dön...