Poetika; başka bir ifade ile şiir sanatı.
Anadolu toprağında doğup da şiirle bir şekilde şiire ilgi duymamış, yolunu şiire düşürmemiş çok az insan vardır. Gençlik yıllarında kaç kişi bu yolda yürümemiş ve kendince şiiri bir ucundan yakalamamıştır ki. “Biz şair bir milletiz” cümlesi de böyle bir toplumsal durumun yansıması değil midir?
Şiir denildiği zaman, hemen hemen herkesin yüzünde bir dost selamı alır gibi bir tebessüm belirir. Onlar için şiir sadece bir sanat değildir. Hayatının değişik zamanlarında dirsek temasında bulunduğu bir yaren gibidir ve kimi zaman bir sırdaşı, kimi zaman candan bir dostu getirir akla. Çünkü az veya çok herkes, memleketin tarihsel, metafizik bir dost olarak bildiği şiirin kıyısından geçmiş, bir ucundan bir şeyler kırpmıştır.
Şiir uğraşının bizde en ilginç olan yanlarında biri, okunmaktan çok yazılan bir sanat dalı olmasıdır. Bu anlamda şiiri bu kadar popüler kılan şey acaba nedir? Düz yazıya göre daha kolay yazılıyor olması mı yoksa sınırlarının daha geniş olması mı? Sebeplerinin pek de aşikâr olmadığı bu yaklaşımı, daha çok gençlerimizin saf duygularının fokurdamaya başladığı yıllar için ifade edebiliriz. Çünkü gençlik veya ergenlik yıllarının sona ermesi ile şairliğin de bittiğini görüyoruz. Ancak hayatın cenderesinden geçmemiş duyguların, gençlik heyecanlarıyla harmanlandığı ve ifadesinin de o düzeyde zor olduğu yıllarda, gençler, şiire sarılıyorlar. Duyguların en kolay ifade olunduğu ve anlam bulduğu bir mecra olmasından olacak, sonraki ergen yıllarında duyguların coşkunluğunu kaybetmesi ile beraber şiir hevesi de azalmaktadır. Bu hayatın veya bu sanatın şair seçme yöntemlerinden biri olsa gerek. Herkes bu elekten geçiyor. İşte o şiir heyecanını sonraki yıllara taşıyan ve bunu bilgi-birikimle harmanlayanlar, şiiri bir yaşam felsefesi olarak algılamaya başlıyorlar. Artık bunlar şairdir. Birçok yazarın ilk gözağrısının şiir olması da bu cenahtan olsa gerek.
Şiir, hayatın ta kendisidir. Bir yürek dilidir. Hatta bizzat şairin yüreğidir. Şiir, kalpte çoğalan, kabaran, büyüyen, taşmak üzere sabır sınırlarını zorlayan duygu yoğunluğunun doruğa ulaştığı, anlam bulduğu anda ne’şet eder. Şiir ile ruhumuz demlenir ve mecrasını bulur. Duygu yoğunluğunun yüreklerden akarak şekillendiği bir olgudur. Ancak doğumuna, oluşumuna dek yazarına hep acı çektirir. Şiir, peşinden koşulmakla bulunmaz. Keşfi için uygun şartlar oluşmamışsa bir türlü dile gelmez. Bir endişenin, bir sıkıntının ürünüdür. Bu yüzden meşakkat ister. Saf ve berrak bir su gibi akar, kalbin çetrefilli badirelerinde. Eşiklerinde en umulmaz yaralara şifa olacak bir ufku taşır peşinde.
Şiir, amacı itibariyle her ne kadar kendini, daha doğrusu insanı anlatıyorsa ve kendisi için varsa da sonuçta paylaşılan bir sanat diliminin ve dünyasının ürünüdür. Şair ise belki kendisinin veya toplumun vicdanının her sızısını feveran çığlıklarla ifade etmeye çalışan ve bunu şiir dilinin gücünü kullanarak gerçekleştiren mahcup bir bilge, mutsuz bir bilinç ve hatta sürgün bir seyyahtır. Şair, bir derviş gibi hırpalandıkça şiiri de kanlanır, canlanır, büyür ve derinlik kazanır. Sonra büyür büyür ve kocaman bir dev adamın ayak sesleri gibi duyulur. Çoğu zaman şair de buna hayret eder. Şiiriyle var olup, şiir ile anlam kazandığını hisseder. Şiirin bir anlık duygulanımdan müteşekkil olmadığını fark ederek ve her seferinde yeniden şiirle kendini keşfe çıkar. Her keşifte yeni heyecanlarla, yeni mecralarda at koşturur. Böylece içinde yaşattığı her insan ile her hikâyesi ile yeniden yüzleşme imkânına kavuşur.
Bazı şeyler vardır ki hayatın en mat yüzünde küçücük bir ayrıntıdır. Bu ayrıntılar şairin yüreğine önce bir kıpırtı ile girer, giderek büyür ve kocaman bir duygu volkanıyla şiirde patlar, dizelerinde nükseder.
Şair, hayatın genelde göz ardı edilen, ince, naif yaralarını eşeler. Daha çok bu sessiz çığlıkların frekansını arttırarak yaralarına yaren arar. Hayatta göz önündeki acıları da dile getirir ama daha çok ifade edilmeyenin peşinden koşar. Bazen de gökyüzünün rengi her ne olursa olsun, en asi bir bakış bile kanını fokurdatmaya yetebilir. Dereler boyu akan bir su, yeryüzünün en güzel müziğini dinletebilir. Şair, tembel bir yağmurdan sonra bir çınar yaprağına tutunmuş bir damla yağmur damlasına da âşık olabilir. Veya bir göçmen kuşun rüzgâr gibi süzülüşüne… Bir yaşlının tebessümü onu yaralarken, bir çocuğun tebessümü ona cennetten vahalar sunabilir. Küçücük bir ayrıntı şairi, şiir yazmak için resmen kışkırtır. Bu yüzden şiir daha çok bir yürek dilidir.
Şiirin ideolojik varyanslara kaptırılması şiiri, şiir olmaktan uzaklaştırır, onu anlamsız, seküler, sırıtık bir hüviyete sokar. Tabi bu şiirin bir ideolojisinin olmayacağı anlamına gelmiyor. Elbette şairin bir ideolojisinin olabileceği gibi, şiirinin de bir ideoloji tabiidir ki olacaktır. Burada kastedilen, şiirin sanat estetiğinden soyutlanarak güdük ideolojik sloganlara mahkûm edilmesidir.
Şiir, aynı zamanda bir edebi eserdir ve edepten de yeterince nasibini almalıdır. Yazarının iç dünyasını ifade ederken, insan olmanın ahlaki fıtratını ve erdemlerini göz ardı edemeyiz. Şair, yürek dilini ifade ederken, nasıl ki şiir sanat olarak belli normlara uyuyorsa toplumun moral değerlerine de aynı hassasiyette saygı göstermelidir. Bu noktada Lev Nikoleviç Tolstoy’un şu ifadesi yerini bulmalıdır. “Sanat, ahlaksızlığın meşrulaştırılmasına zemin olamaz.”
Şiir, yazarının dünyaya bakan penceresinden, yüreğinin yangınlarına kadar, - insan, dünya ve hatta olan ve olmayan öte âlemler ile ilgili - metafizik ve düşsel seremonilerden oluşan bir duygu fırtınasını ifade eder. Bu duygular iyice kızışıp sahibini yakmaya başladığında söz ile kelimeler ile dile gelmek zorundadır. Soyut olan ruh, artık kendine bir beden bulmak zorundadır. Ancak bu beden ruhun güzelliğini ortaya koyması açısından estetize edilmiş bir bedene muhtaçtır. Bu şiirin sanat olarak estetik yönünü ifade eder. Çünkü şiir, öyle bir güzelliktir ki insanın duruşunda, yüzünde, sözlerinde görünmeyen ama içinde hep var olan, ifade edilmemiş duygularla, manayla gün yüzüne çıkarak şekil alan, vücut bulan bir ruhu temsil eder. Bu babdan hareketle her şiir, kulağa hoş gelen bir musiki gibi, ahenkle akan duru bir su gibi, zamanı hareket ettiren bir dinamizmi taşımalıdır içinde. Şair için şiirindeki estetik kaygı, kalbi kaygılarının önüne geçmediği sürece, kendini muhatabına daha iyi ifade edebilir. Demek o ki şiirin duygu yoğunluğunu ve ifadesini, bir sanat eserinde olmazsa olmaz koşullardan biri olan estetik ile yoğurmamız gerekiyor. İyi şiir, duyguları ifade ederken, kendi içerisinde bir iç dengeye, aksiyona ve heyecana muhtaçtır. Kelimelerle dans ederken, kesin yargılardan öte, geriye ucu açık anlamlar bırakır ve her okuyucunun dünyasına bir eşikten girmeye çalışır.
Estetik kaygı ve unsurlar, şiirin aksiyon ve akıcılığı için vazgeçilmezdir. Ancak bu mahareti, duygu âleminde gezintilere çıkarmadan asla gösteremez. Bu nokta özellikle vurgulanmalıdır. Her okurun şiiri algılama tarzında farklılıkların olduğu muhakkak. Bu yüzden poetik tutumu anlaşılır kılacak yaklaşımlarda bulanmak durumundayız. Çünkü bu şiirin ayırt edici özelliklerindendir. Bu vurgulama şiiri, düz metinden ayırt ederken en öne çıkan algılama koşullarındandır. Hepsinden önemlisi, bilinmelidir ki şiirin birinci amacı kendine özgü gerçekliğini ortaya koymak, bir nevi kendini gerçekleştirmek, kendi kimliği bulmaktır.
Her sanat eserini, kuşkusuz duygu üzerine inşa edilir ve inşanın her adımı duygu ile yoğrulmak zorundadır. Ancak her sanat eseri aynı zamanda belli bir birikim ister. Çünkü duygu şekillendirecek mahir güç bu olacaktır. Bu sebeple, şiirde de olduğu gibi, bir sanat eseri ortaya koyarken, alt yapı, deneyim, bilgi ve birikim çok önemli. İyi bir sanat eseri için emek sarf ederken, bunların hepsi bir koordinasyon içinde çalışır. Bunlar olmazsa ne olur? Elbette ki ortaya yine de bir eser çıkacaktır. Ama bu eser gayet basit ve sığ olur. Bu yüzden böyle bir eser kendini gerçekleştiremez ve böyle bir eserin etkisi zayıf ve ömrü kısa olur.
İyi bir şiir, bireysel eleştiri ve methiyelerden öte evrenselliğe kavuşmadan önce toplumun onayından geçer. Bu süzgeç, onu diğerlerinden ayırarak yüksek bir tahta oturtur ve tescil bayrağını göndere çeker. Elbette bu başarı her usta şair için pek kolay olmayacaktır. Bir usta vardır ki yüzlerce eser ortaya koyar ama onun şanını duyuracak olan eserler, genellikle üç-beşi geçmez. Ama o üç-beş eseri ortaya koymak için şairin bütün bilgi ve birikim yüzlerce eseri ortaya koymak zorundadır. Artık o üç-beş eser de sahibinden çıkmış ve topluma mal olmuştur. Ve zaman onu erozyona uğratmakta zayıf kalır. Çünkü toplum tarafından sahiplenilmiş bir eser, yine o toplumun koruması altında olacaktır.
Mustafa İslamoğlu, “Şiir duman, şair baca, yana ise yürektir.” diyor. Demek o ki ruhun pası içindeki ızdırabı atmakla temizlenir. O halde poetik felsefenin kullanımı bu yolun önemli bir argümanıdır, diyebiliriz.