Menu
deli çeşmesi avatar meselesi
Haberler • deli çeşmesi avatar meselesi

deli çeşmesi avatar meselesi



İnsanımız, İslam kültürü ile tanışalı mitolojiye biraz mesafeli durmuş, bu boşluğu da tabiri uygunsa masalsı destanlarla doldurmuştur.

Avatar sinema filmi, çekimleri daha bitmeden gerek maliyeti, gerekse de 3D formatında çekiliyor olmasından dolayı çok dillenir oldu. Gösterime girmesiyle beraber dillerde iyice sakız halini aldı. Evvela herkesin hakkında bu kadar çok bir şey söylediği bir mevzuda benden yana bir ağız daha kalabalıklaştırmanın pek de anlamlı olmayacağını düşündüm. Fakat babamın bana yıllar önce anlattığı bir hikâye, beni de bu konuda bir şeyler söylemeye sevk etti.

Hikâye şöyle: Çok eski bir zamanda, küçük bir beylik diyarında bir çeşme varmış. Durmadan her daim akan bu çeşmeden su içen her insanoğlu akıl sağlığını kaybeder ‘deli’ oluyormuş. Gün geçtikçe daha çok insan oradan su içmiş ve haliyle de o küçük ülkede deli sayısı giderek artıyormuş. Derken sarayın dışında kalan ne kadar insan varsa hepsi deli olmuş. Ülkede düzen, nizam kaybolmuş. Tüm bu olanlardan haberi olmayan paşa, bir fermanla halkın sarayın kapısında toplanmasını istemiş ve bunun için de vezirini görevlendirmiş. Lakin bu deli halkı hizaya getirmek pek güç… Paşa, sarayda düşünüp taşınırken vezir içeri girmiş ve paşaya olanları aslı, astarıyla anlatmış. ‘Ne yapmalı?’ diye istişare edilirken vezirin aklına cin bir fikir gelmiş. ‘Paşam’ demiş. ‘Şimdi idare ettiğiniz halkın tamamı deli ve biz akıllıyız, öyle değil mi? Ve biz akıllılar, bu delilere hükmedemez olduk.’ Paşa, lafın nereye varacağını merakla vezirin lafın sonunu getirmesini isterken, vezir devam ediyor. ‘Gelin biz de bu ‘deli çeşmesi’nin suyundan içelim. Lakin bu saatten sonra delinin halinden ancak deli anlar…’

Geçen hafta sonu biraz da tesadüfen malum ‘Avatar’ filmini izlemek nasip oldu. Aslında vakit sıkıntısı gereği yakın zamanda izlemeyi planlamamıştım. Bu güne kadar birçok kişi ‘Avatar’ı konu edindi. Her biri filmin bir yerinden tutup çekiştiriyor; övgüler, yergiler; dini ve felsefi yaklaşımlar, mistisizm ve din birbiriyle karıştırıldı, karşılaştırıldı; çeşit çeşit zaviyeler…

Gazeteler, televizyonlar, forumlar, arkadaş meclisleri, ayaküstü kulisler bu konunun suyunu iyice çıkarmadan ben de ‘deli çeşmesi’ misali Avatar’a kendi zaviyemden bakma zorunluluğu hissetim. Beni buna iten sebep, her yönüyle filmin kendisinden başka bir şey olmadı. En son Matriks filmi için böyle bir gündem oluşmuştu. Şimdi ise gündem Avatar ve aslında bu konuda daha söylenecek çok şey var.

‘Avatar’: ‘Zerdüştler ve Brahmanizm gibi bazı dinler, seçilen kişiyi Allah(c.c.)’ın insan şekline girmiş hali(hulul)-hâşâ-olarak görür. Brahman Hindular bu kişiye ‘avatar’ yani ‘Allah’ın yere inişi’ ismini verirler. Onlara göre Allah(c.c.) seçilen bu insanın içindedir…(Prof. Dr. M. Hamidullah-Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed(s.a.v)-Beyan y.)

Fantastik bir bilim-kurgu olan Avatar, insanoğlunun beyin nöronlarında nelerin gezindiğini muhayyileden çekip görsel bir şölene nasıl dönüştürüldüğünü gözler önüne seriyor. Ancak üç boyutlu ve abartılı bir şekilde, bulabildikleri tüm renkleri ışık ile senkronize etme gayretleri, gözün algısı için beynin daha çok çalışmasını gerektirdiğinden uzun süre izlenince beyni fazla yormaktadır. 1950’lerden beri sinemada zaman zaman kullanılan 3D teknolojisi hiç bu kadar iyi kullanılmamıştı. Bu sebeple sinema tarihi için bir milat olarak kabul edilebilinecek olan Avatar, 3D’li filmlerin önümüzdeki yıllarda patlama yapabileceğinin de bir ön habercisi.

Avatar, bizi görsel bir şovla etkilemeye çalışırken aslında kurgu ve senaryosu üzerinde de titizlikle çalışıldığını görebiliyoruz. Son yıllarda bu tarz filmlerde senaristler mitolojiyi oldukça çok kullandılar. Fakat Avatar’da daha çok insanlık ve dinler tarihinin mistik yönü ele alınmış. Filmin o rengârenk ışıltısına rağmen konusunun yalın ve sade olması ya da basit ve de samimi olması, filmi izlerken bizi biraz bilindik kılıyor ve bu bizim farkında olmasak bile filme karşı bir aidiyet duygusu beslememizi sağlıyor.

Klişe sahnelerden etkilenilmiş, bilindik fikirler ve olaylar modernize edilerek senaryoya uyarlanmış. Örneğin; filmin başında, filmin kahramanı olan Jake’in Na’vi halkının yaşadığı Pandora gezegenine casus olarak gönderilme şekli hemen bize Matriks filmini hatırlatıyor. Makinelerle yeni bir beden veya ırk üretme(!)sahnelerini ise Hollywood filmlerinde şimdiye kadar çokça gördük. Na’vi halkı safiyeti temsil ederken Kızılderili’lerin 2154 yılı versiyonu gibi. Bir beyaz adam- Kızılderili savaşı. Doymak bilmeyen, elde edebileceğini düşündüğü her ne varsa hiçbir kural ve değer tanımadan elde etmek için yakıp yıkmaktan çekinmeyen bir emperyalist zihniyet, özelde ABD stratejisi ve buna karşı saf ırkın, masumiyetin, mazlumların direnişi, özelde Kızılderili felsefesi. Aslında biraz Aborjinler, biraz amazonlar ve biraz da Zerdüştler… Ancak filmin kurgusunun temelinde her ne kadar tüketimci kapitalizme karşı bir eleştiri görülse de aslında ABD’nin Vietnam, Afganistan ve Irak gibi günahlarından dolayı bir tövbe gibi.

Yerli halk Na’vi’lerin doğaya dua ile bağlanmasının yanı sıra o kutsal ağaca, atlara ve kuşlara USB bağlantısını andırır şekilde bağlanmaları ve bu şekilde ağaca seslerini yüklemeleri de bilgisayar teknolojisinin ilhamı.

Amerikan karate veya boks filmlerinden alışık olduğumuz usta-çırak sahneleri burada da mevcut. Çırak, yani Jake, hazır hale gelince üstüne binip uçak gibi kullandıkları o kuşlardan birini almayı hak ediyor. Fakat bunun için de kahramanlık yapması lazım kuşu yakalarken. Tıpkı eski Türklerde ve Kızılderililerde çocuğa isim vermek için onun bir kahramanlık göstererek kendine yaraşır bir isim almasının beklemesi gibi. Sonra Jake’in doruklara doğru tırmanması bana nasıl Kaf dağını çağrıştırdıysa, dağın doruğunda gördüğüm kuşlar da bence Anka kuşundan başka bir şey değildi.

Beyaz adamın Pandora gezegeninde keşfettiği değerli madenler tamda Na’vi halkının mabedi olan kutsal ağacın altındadır. Beyaz adam kutsala saldırırken kuşların düşmana saldırması sahnesi de Kur’an’da, Fil suresinde geçen Ebabil kuşlarını anımsatıyor. Sonra Mehdi (Jake) ortay çıkıyor. Daha doğrusu James Cameron gözüyle Mesih (Jake) kurtarıcı olarak ortaya çıkıyor ve mazlum Na’vi halklarını birleştirerek savaşıyor. Fakat yenilgi artık kaçınılmazken ilahi bir güç yardım elini uzatıyor ve savaşı kazanıyorlar.

Ve son sahnelerden biri; Na’vi halkı topyekûn yoga yapar halde transa geçerken Jake’in ruhunun insanoğlu bedeninden çıkıp, insanımsı bir varlık olan Avatar’ın bedeninde dirilmesi, Hz. İsa’nın ölüyü diriltme seansına benziyordu. Na’vilerdeki reenkarnasyon inancı da cabası.

Na’vi halkı, ağaçların üzerinde doğal hamaklarda uyuyor, doğadan besleniyor ve ok gibi ilkel silahlar kullanıyor. Olabildiğince organik ve yalın bir yaşam tarzına sahipler. Binekleri atların mutasyon geçirmiş halleri gibi, avladıkları ceylan da yine hakeza öyle. Tabi ki avatarların kendisi de insanımsı. Bu da gösteriyor ki insanoğlunun hayal gücü tecrübe ettiğinin dışına çıkamıyor ve belirli sınır ve kalıplara sahip.

Filmin geneline yayılmış birçok sahne için iyi çalışmalar yapıldığı ve bu öykülerin ise sinemaya çok güzel uyarlandığı kesin. İyi ki de yapmışlar.

Avatar,  bize film boyunca mistik bir din olgusu pazarlarken insanoğlunun bu manevi açlığını doğadan almasını salık verip bunu Na’vi halkının şeriatı olarak sunmuştur. Aslında sosyalist varyasyonlarda da bulunmalarına rağmen bunu bilinçli yaptıklarını düşünmüyorum.

Avatar’a görsel anlamda olumsuz bir yorum getiremeyiz. Genellikle buna benzer bilim-kurgu filmlerinde görsellik üzerinde yoğunlaşılırken kurguda zaman zaman zafiyetler yaşanabiliniyor. Ancak Avatar’da durum hiç de böyle değil. Ayakları yere basan, sağlam bir kurguya sahip. Senaryo güçlü, karakterler yerine oturmuş durumda.

Aslında animasyon tekniğinin kullanıldığı 3D’li Avatar filmi bu yönüyle hiç sırıtmıyor. İnancın ve masumiyetin yalın haliyle verildiği filmde insanoğlunun aç gözlü, maddeci hırsı tarumar oluyor. İzleyici, asıl olana doğru arınırken, hümanist bir safiyete doğru sürükleniyor. Ve artık finalde ‘vicdan’ üstün gelirken bizde derin bir moral tebessümü bırakıyor.

3D’li Avatar filmi, dev bütçesi, büyümekte olan yüksek maddi kazancından öte, mistik öyküleri, felsefi yaklaşımları ve yoğun teknoloji ile oluşan görsel şölenin yanında özellikle icat ettiği renkli, çizgili, insanımsı varlıklar olan Avatarlar için çizilmiş karakterler de iktisadi anlamda yeni bir hamle yapacağa benziyor. Avatar ismi ile bilgisayar oyunları olmasına rağmen, Na’vi olan Avatar bilgisayar oyunu, Avatar çıkartmalar, Avatar tişörtler, Avatar oyuncak bebekleri için bir sektör açılımı yapılarak tez zamanda sıraya girecek yeni hamleler bunlar. Çünkü bu düzen şimdiye kadar hep böyle işledi. Bu sefer de olacaklara da şaşırmayacağız.

Sonuç itibariyle ben de ‘Deli Çeşmesi’nden böylece bir yudum alırken, Avatar’ın insanoğlunun mitoloji, mistisizm ve dinsel tarihinden öyküsel bir derleme oluşturup iyi bir senaryo ile güçlü bir kurgu oluşturduğunu ve çok emek ile çok teknolojinin birlikteliğinden bize yalın bir sunum yaptıklarını söylemek istiyorum. Aynı zamanda kalbi ve görsel bir şölen…

Şimdiden 3D’li filmler yapma furyası başlamıştır ama uzun bir süre Avatar’ı yakalayacak bir yapıtın ortaya konacağını hiç sanmıyorum. Avatar ekibini kutluyorum.

Diğer Yazıları