Menu
ŞİİR TARAFINDAN HARCANMAMAK İÇİN
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ŞİİR TARAFINDAN HARCANMAMAK İÇİN

ŞİİR TARAFINDAN HARCANMAMAK İÇİN

“De ki: ‘Amelce en çok ziyana uğrayan;
iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde,
dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden
kimseleri size haber verelim mi?’”
Kehf,103,104

Turgut Uyar 1965’te Devinim Dergisi’nin 68. Sayısında “Şiirin Gelişmesi Üzerine” başlıklı yazısında “… bizimki gibi bir kendini bulma süreci içinde bulunan toplumlarda şiir birbiri peşine pek çok kuşakları harcayacaktır.” der. Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen “kendimizi bulma sürecimizin” gittikçe karmaşıklaşarak hâlâ tamamlanmadığı, daha da uzayacağı gözükmekte; şiir kuşakları harcamaya devam etmektedir. Şiirdeki tüm başarısına, ustalığına rağmen yukarıdaki cümleleri yazan Turgut Uyar’ın da bazı açılardan “şiirin harcadığı” bir isim olup olmadığı fazlasıyla tartışmaya açıktır.

Türkiye uzun yıllar Müslümanların birçok sahada olduğu gibi edebiyatta da “geri” olduklarına dair bir çok görüşe şahit oldu. Müslüman olmanın taşıdığı anlam kavranmadan, müslümanca davranışın taşıdığı hikmeti görebilecek idrakten yoksun bir anlayışla, batıdan bazı kuramlara, kavramlara, akımlara ilerleme fikrine sürekli atıflar yapılarak haksız bir çok değerlendirme yapılageldi ve müslümanların “bu işin de” altından kalkamadıklarına dair bir hava yaratılmak istendi.  İslami hassasiyetleri olmasına rağmen müslüman genç okurlar laik edebiyat sultasının tahakkümünde herhangi bir edebi türle ilgilenirken müslüman duyarlığını, davranışını örtmeyi edebi bir gereklilik gibi algıladı; anlayış ve kalite olarak  piyasa iktidarını muhafaza edenlerin bir adım önde olduklarını farkına varmadan, kendine itiraf etmekten korkarak kabullendi. Genç okurlar, müslüman olmanın bilinciyle yazan yazarlara görünür olmadıkları, otorite olarak gördükleri isimlerin ağızlarından onların adlarını işitmedikleri için yönelmedi. İslam’a yönelik ilginin kaybediliş sürecinde genç müslüman okurlar İslami bir kültür içinde doğup büyümüş olmanın kendilerine kazandırdığı bazı özellikleri de İslam’la herhangi bir şekilde yolu kesişmeyen edebi eserlerle haşır neşir olmaktan dolayı farkına varmadan kendi elleriyle törpüledi ve gereksiz yüceltmelerle zaman kaybetti.

İslami duyarlılıkları olmayan edebiyatın çeşitli edebiyat akımları, kuramları doğrultusunda çok güçlü ürünleri olabilirdi. Okuyucusunu kendine hayran bırakabilir, okuyucusuna iz bırakan edebi hazlar tattırabilirdi.  Yalnız bu ürünlerin taşıdıkları ve onları değerli kılan ölçütler İslami bir bakış açısıyla ele alındığında çoğunlukla değerlerinin küçüleceği gözden kaçtı, kaçırıldı. Müslümanların bazı şeyleri denememiş veya yap(a)mamış oluşunu onlarda bunları gerçekleştirecek gücün yetersizliğiyle değil dahil oldukları inancın bir sonucu olduğunu anlamak için sanırım genç okurun gençlik zaaflarından sıyrılması ve müslüman olmanın mahiyeti hakkında yeniden düşünmesi gerekiyordu.

Müslüman her an ölebileceğinin bilinciyle teyakkuz halindedir, böyle olmak zorundadır. Hayatın geçiciliğinin, kendisine bahşedilen hayatın heba edilemeyecek bir değerde olduğunun pekâlâ bilincindedir. Ona iyilikler yapması, hayrı emretmesi, şerri nehyetmesi emredilmiştir. O iman gibi birçok meseleyi kökünden halleden bir güçle mücehhez kılınmıştır.  Onun arayışı niteliği ne olursa olsun nihayetinde hidayetini arttırmaya yönelik bir duadır. Onun düşünce yaşamı çoğunlukla eylem halinde gerçekleşen bir tefekkürdür. O içinde yer aldığı, gözlemlediği olayların vuku buluşuna,  bu olaylarla ilişkisine, olaylardaki yerine şaşıp kalırken; bütün olup bitenler üzerindeki mutlak iradenin tecellilerini,  müdahalelerini görmeye, anlamaya matuf bir zihinle değerlendirmelerini yapmakla mükelleftir.  İmanını günden güne daha da şeksiz bir hale getirmek için verdiği mücadelesinde beraberinde taşıdığı en önemli anlayış faydalı olmaktır.  Onun davranışları kendine, en yakınındakilere, içinde yaşadığı topluma yarar kaygısıyla şekillenmelidir. Aksi tutum müslümanca bir tutum olmadığı gibi zamanla bizi İslam dairesinin dışına çıkarmaya da adaydır.

İman eden bir kalp de mutlaka gaflete düşecek, onu pençesine almak isteyen birçok arzuyla, düşünceyle, duyguyla boğuşacaktır. Ancak iman etmiş birinin hezeyanlarını, bunaltılarını, krizlerini mümkün olduğu kadar en kısa zamanda kontrol altına alması, bunun yollarını İslam dairesi içinde araştırması şarttır.  İman etmiş biri olarak bu halleri neden yaşadığının sorgulamasını yapmayı da ihmal etmemelidir. Yoksa bu duygularına bir haklılık kazandırabileceğini, okurlarının benzer duygularına eleştirel bakmasını engelleyecek bir anlayışı farkına varmadan telkin edebileceğini unutmamalıdır. İman etmek evvela sorumluluktur çünkü.  Bu sorumluluk müminin edebiyat dallarıyla-ülkemizdeki yaygınlığı nedeniyle özellikle şiirle-  olan ilişkisini de belirlemek zorundadır.

Şiirin ülkemizdeki başarısı, bir bakıma milli edebi türümüz oluşu nedeniyle hemen her meşrepten insan hayatının bir döneminde şiirle bağ kurmaktan kendini alıkoyamamıştır. Bu bağı derinleştiren kişilerde şiir bir süre sonra bir ihtiyaca dönüşmüştür. Şiire hayatlarında belirgin bir yer açanlar bunu mutlaka bazı gereksinimlerini karşıladığı için yapmaktadır.Dönüp bakılınca şiirin hemen her dönemde çağın bunalttığı, sıkıştırdığı insana bir çıkış sunduğu, onun iyiye, güzele duyarlılığını korumasına yardımcı olduğu rahatlıkla görülür. Şiirin bir gereksinim haline gelişi ister istemez ondan bir faydanın sağlandığını akıllara getirmektedir. Özgünlük, biçim arayışları, poetika doğrulamaları, ne ad verirsek verelim, atılım, çığır, akım olarak adlandırılan her girişim şiirin bir ihtiyaç olarak kalmasına, ihtiyaç olarak hissedilmesine katkı sunmamakta gibidir artık.  Şiir ancak bir ihtiyaç olarak hissedilince okunacak, okunan şiir kaçınılmaz olarak, doğrudan veya dolaylı fayda kavramıyla irtibatlı hale gelecektir.

Şairler güçlü entelektüel atıflarla destekledikleri poetik metinleriyle, şiir dünyasının düzeyini yükseltmek gibi bazı kaygılar için harekete geçiyor görünseler de bu yolla aynı zamanda şiirlerini savunmakta şiirlerinin dayanaklarını göstermekte bir bakıma onlara itibar edilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Bu yolla şiiri salt kişisel maharetlerin sergilendiği -özellikle zekânın kutsandığı- bir alana dönüştürdüklerinin farkında olmalarına rağmen bunu da modern bir zorunluluk olarak gösterebilmektedirler. Günden güne sayıklamaların, bunalımların, kişisel karmaşaların tüm çıplaklıklarıyla sergilendiği saha olarak algılanan şiir fayda anlayışından uzaklaşmakta, kimseyle bir bağ kuramasa da bizzat yürütücüsüne de artık herhangi bir yarar sağlamamakta, onun tekâmülüne katkı sunacak bir veçhe taşımaktan imtina eder gibidir.

Ülkemizde şiire emek veren yüzlerce insanın önemli bazı gereksinimlerine şiir karşılık veriyor olmalı ki daha önemli birçok işinden feragat edip bunca insan şiirle meşgul oluyor.  Şiirden elde edilen, edilmesi gereken faydanın ne olduğunun tartışılması, bu konu üzerinde durulması şiire yeni imkânlar açacağı gibi şiirin kuşakları daha fazla harcamaması için de bir önlem olabilir. Modernizme bir cevap, bir tepki olarak doğduğu ifade edilen modern şiir sanki son dönemlerde modernizmin cilaladığı bayağılıkların, ortaya çıkardığı çürümenin  bir adım önüne geçmeye istekli, değer adına ayakta kalmayı başaran ne varsa onlara son darbeleri vurmanın sabırsızlığıyla hareket etmektedir.

Bir çok edebi kaygının geri plana itildiği; ne olduğu, ne anlattığı konusunda fikir yürütebilmek için ciddi bir “kuramsal birikim”, “estetik incelmişlik” gerektiren; dil, biçim adına yenilikler içeren; olanak arayışlarının hakim olduğu cesur girişimlerle yavaş yavaş şiir okuru kuşatılmaktadır. Eğer müslüman şair bu tarz şiiri göze alacaksa önüne İslami bir hedef koyarak yola çıkmalı, varacağı yerde eserle yaratmaya çalışacağı duygunun  “hiçlik” vb. kelimelerle ifade edilen bir boşluğa, boşunalığa göndermede bulunmaması için özel bir çaba sarfetmesi gerekmektedir. Müslüman şairin içinde yaşadığımız muazzam hakikati gözlemleme gücümüzü, idrakimizi kuvvetlendirecek; zihnimizde düşünce için bazı kıvılcımlar çakacak, şiire yakışacak bir hatırlatmayı, ikazı içinde herhangi bir şekilde muhafaza edecek bir şiirin peşinde olması gerekiyor.

Eserden fayda beklemek, İslami kaygılarla konuların sınırlandırılması, bir takım sansür mekanizmalarının devreye girmesi itiraf edilmese de bizzat müslüman edebiyatçılar tarafından da yaratıcılığa darbe vuracak, edebiyatı kısırlaştıracak bakış açıları ve yöntemleri olarak görülmektedir. Kanımca bu itikadi zaaflarla şekillenmiş yargılardır. Müslüman edebiyatçı eserlerini verirken elbette çağının edebi atmosferinden etkilenecektir ancak İslami bilincinden uzaklaşmamak zorundadır. Ne yaptığını, yapmaya çalıştığını ve yaptıklarının İslam ile olan irtibatını sorgulamak zorundadır.

Notlar:

- Metnin girişindeki Kehf Suresi’ne ait ayetlerin meali Diyanet İşleri’ne aittir.

-Metinde Turgut Uyar’a ait alıntı “Korkulu Ustalık” kitabından alınmıştır. (YKY, Mart , 2009, İstanbul)

Diğer Yazıları