“bu soyadı bana haram”
Metin Eloğlu
Garip Şiiri ertesinde büyük bir atılım yaptığı sürekli vurgulanan ve ellili yıllarda çok iyi şairlere kavuşan Modern Türk Şiiri’nin bu kısa süreli sükseden sonra neden adından çokca söz ettirecek şairler çıkarmaya devam edemediği, şiirimizin uzun süredir bir duraklama döneminde olup olmadığı yılardır bir çok tartışmanın, yazının konusu oldu, olmaya da devam ediyor. Kuşkusuz şiirimizin okurunda heyecan uyandıracak yeni isimlere, hareketlere ihtiyacı var. Ancak İkinci Yeni’den sonra yankı uyandıracak bir hamle yapamadığı düşünülen Türk Modern Şiiri’nin ataletine değinilirken ve yeni bir atağın nasıl gerçekleşeceğine ilişkin görüşler serdedilirken genç şiir severleri şiirimizi yeniden okumaya çağıran, bu konuda onları teşvik eden uyarılar olabildiğince sık tekrarlanmalı. Eğer şiirimizde yeni ve uzun süre etkisinde kalınacak bir hareketlenme söz konusu olacaksa bu “eski” şairlerimizi yeniden, titizlikle okumakla mümkün olacak.
Öylesine güçlü bir şiir geleneğimiz var ki çok iyi şairler olmasına rağmen bir çok isim zamanının efsaneleşen isimlerinin gölgesinde kalmış,bir kaç şiiri dışında bu isimler yeterince okunmamış, eleştirmenler kendilerini okura hakkıyla işaret etme fırsatı bulamamıştır. Şiirle belirli düzeyde ilişki kurmayı başarmış ancak derinlemesine bir ilgi için gerekli imkanlardan yoksun okurlara bu isimleri hatırlatacak, bu şairlere onları tevcih edecek kılavuzluk eksik kalmıştır.Yeni, güçlü şairlere duyulan özlemi sürekli dillendirmektense şiir geleneğimiz içerisinde bugün bir çok ihtiyacımıza cevap verebilecek, yenilikler konusunda kendilerinden ilham alabileceğimiz, esaslı dersler çıkarabileceğimiz, kendilerine gıpta edebileceğimiz şairlerin yeniden keşfedilip okunması için daha yoğun bir gayret gösterilmesi gerekiyor. Bu yönde bir çabanın muhatabı olmayı hakeden şairlerimizden biri Metin Eloğlu.
Yıllar önce Eloğlu’nun bir kaç şiiriyle antolojilerde karşılaşmış, küçük tanıtım yazılarından yola çıkarak Garip Şiiri içerisinde olduğunu düşünmüş, şiiri hakkında kolayca peşin hükümlere varıp Orhan Veli çizgisinde bir şair olarak onu tahayyül etmiştim. Popüler edebiyat yayınlarında kendisinden sıklıkla bahsedilmediği için de daha fazla okuma ihtiyacı hissetmemiştim. Kısacası bir çok okurun kolayca düştüğü tuzaklara düşmüştüm. Bu nedenle İsmet Özel’in onun hakkında “Metin Eloğlu Modern Türk Şiiri’nin zirvesidir.” dediğini okuduğum zaman oldukça şaşırmıştım. İsmet Özel gibi çağdaş şiirimizin tepesinde gördüğüm bir şairin ağzından “modern şiirimizin zirvesi Metin Eloğlu” şeklinde bir söz işitmenin ne anlama gelebileceğini kestirmekte oldukça zorlanmıştım.
Metin Eloğlu’yla aynı yıllarda ve daha sonra yaşamış, şiirimizin isimleri etrafında tartışıldığı ustaların değil de Eloğlu’nun İsmet Özel tarafından modern şiirimizin zirvesine oturtulması derhal üzerinde özenle durulması gereken bir konuya dönüştü benim için. Biraz zor olsa da Metin Eloğlu’nun toplu şiirlerinin yer aldığı kitabı kısa sürede temin ettim. Toplu Şiirler’e yayın evinin vermiş olduğu isimi öğrendiğim ilk andan itibaren hep yadırgamıştım, kitabı elime alınca bu duygu biraz da kızgınlığa dönüştü: “Bu Yalnızlık Benim”. Zira İsmet Özel’in onun hakkındaki kanâatini işittikten sonra şairle ilgili alelacele yaptığım araştırmalarda Modern Türk Şiiri içinde kitaplarına en özgün isimleri veren şairlerden biri olduğunu görmüştüm: “Türkiye’nin Adresi”, “Horozdan Korkan Oğlan”, “Rüzgâr Ekmek”, “Odun”, “Düdüklü Tencere”, “Sultan Palamut”, Ayşemayşe”, “Yumuşak G”... Bu isimlerden birinin değil de şairin müsveddeleri arasından seçilen bir mısranın –ki bir dize olup olmadığı da meşkuk- kitaba isim olarak seçilmesinin altındaki ticari kaygıları hissetsem de en azından şairin şiirlerinden birinin adıyla da bu endişelere uygun davranılabileceğini düşündüm: “Lokman Hekimin Sev Dediği”. Yine de şiiri ile kişiliği tamamen iç içe geçmiş, birbirini tamamlamış ve bunları halkıyla, ülkesiyle özdeşleştirmeye gayret etmiş bir şair olarak Metin Eloğlu’nun “Bu Yalnızlık Benim” derken gerçekleştirmeye çalıştığı “birleşmeyi” yansıttığını düşünmek bir nebze de olsa kitaba verilen ismi kabullenmemi kolaylaştırıyor.
Metin Eloğlu’nun şiirleriyle belli bir süre içli dışlı olduktan sonra yavaş yavaş İsmet Özel’in Eloğlu’nu modern şiirimizin zirvesine oturtan değerlendirmesinin nedenlerini keşfetmeye başladım. Özel’in yargısı üzerinde şairin şiir kabiliyeti kadar Metin Eloğlu Şiiri’nin Özel’in bugünkü fikirlerini kısmen destekleyebilecek özelikler taşıması da etkili olmuş olmalı. Eloğlu’nun bir çok şiirinde yer verdiği “Türkiye”, “Türk” kelimeleri; bazen alttan alta sezdirdiği bazen doğrudan dillendirdiği “millet” olma özlemi; dil konusundaki endişeleri; hatalı modernleşmenin değerler üzerinde yaptığı tahribata vurgusu; tarihi göndermeleri; tepeden tırnağa İstanbullu bir şair olmasına rağmen Anadolu’nun sorunlarına oldukça gerçekçi bir şekilde eğilmesi; şiirlerine hem dil hem de içerik olarak sinmiş yerellik İsmet Özel’in yargısını belirlemiş gibi. Özellikle kavramları -demokrasi gibi- gerçek mahiyetinden uzaklaşarak ele almadaki hünerimize; modernleşmeyi bir tereddi yarışı olarak gören eğilimlerimize; kolayca ahlaki zaafların pençesine düşüşümüzdeki maharetimize; doğululuk ve batılılık arasında yaşadığımız çatışmaların bizi içine düşürdüğü trajikomik durumlara; bir türlü sorunlarımızın asıl sebeplerini kavrayamayışımızdaki ve onlara müdahale edemeyişimizdeki çaresizliğe Metin Eloğlu’nun ironik üslubuyla yaptığı değiniler de İsmet Özel’in onun hakkındaki görüşlerini etkilemiş olmalı. Hatta herhangi bir İslami duyarlılığa sahip olmamasına rağmen Eloğlu’nda İsmet Özel’in Türkiye merkezli İslamcılığının izlerine rastlamak bile mümkün:
“Al ama dikkat et canım, yaz bile ertelemedi sakıncalı bir güz bu
Şu’muz mu onu da al, ne ödüncü allasen, hürlük süsümüz
Al ya, ananın ak sütünü andırıyor, ko cebine
Al ömründe hiç mi hiç Türkiye görmemişliği
Uyku sersemliğini de tatsın diye uyutuldu o, alsana
Ha, al o mavimsiyi, günde kırk kez gökleşir sulaşır mineleşir
Ve...
Al ya, al da bir kuşa göster kırıntısını, bak bir kanat çırpsın ki
Hicaz’a; Mekke kimindi?” (1)
İlk şiirlerinden son şiirlerine kadar sürekli olarak bir yenilik arayışında olduğu hissedilmesine, biçimsel bazı değişiklikleri sınamış olmasına, zaman zaman bir şiiri sezdiği ve onun peşinde olduğunu hissettirmesine rağmen aynı şiiri yazamayı başarabilmiş, o şiir dışında başka şiir yazamamış bir şairdir Eloğlu. Şiir yazdığı ilk günden şiirinin son gününü hissetmiş gibidir. Yazabileceği, varacağı şiir daha yola çıkmadan bütünüyle kendisini duyurmuştur. O’nun şiirlerine bir bütün olarak bakıldığında şiirdeki yolculuğunun ortasında bazen yolun başındaymış gibi davrandığını gözlemlemek, henüz yolun başındayken yolun sonunda olduğunu hissettirdiği bir çok örnekle karşılaşmak mümkün. Şiiri’nin bazı aşamalarında dil ve biçim olarak bir değişim gerçekleştirmeye çalıştığına yönelik belirgin işaretler olmasına rağmen şiirini birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılan dönemler halinde ele almak zor. Dilinin ilk şiirlerine nazaran ağırlaştığı ve biçimsel yenilikler peşinde olduğu dönemlerde bile kendine özgü ironiyi, duyarlılığı yansıtır, gözlem gücünü korur, seçtiği kelimelerdeki farklılık ve yakaladığı sesle şiirimizin en özgün şahsiyetlerinden biri olmayı başarır. Şiirinde meydana gelen değişimlerin içine sinmediği noktalarda bunlarda ısrarcı olmaz, şiirinin her merhalesinin kendisine kattıklarını muhafaza eder, ustalıkla bunları harmanlar.
Metin Eloğlu halkla hakiki bir bütünleşmeyi başarabilmiş, onun içinden konuşan ender şairlerden biridir. Ancak münferit durumlar olarak şiirlerinde vurgulasa da çok sık şahit olduğu eşitsizlikler, çarpıklıklar, toplumu kuşatan ahlaki düşkünlükler nedeniyle oldukça da muzdariptir. Öfkesini genellikle birada yaşamanın gereklerine uygun davranmayan, toplumdaki düzenbaz, fırsatçı, riyakar, kültürel ve ekonomik açıdan tereddi içindeki kişilere yöneltiltir, fakat hiddetini halktan kopacak şekilde genelleştirmez. Toplumdaki yozlaşmalardan, ahlaki zaaflardan yakınırken oldukça samimi, umut-umutsuzluk karışımı bir elden ne gelir tavrıyla gündelik yaşamın alışkanlıklarına sarılarak tamamen yabancılaşmaktan kendini korur. Kimi zaman çok kızgın bir şekilde çevresinde olup bitenleri eleştirmesine, karamsarlığa düşmesine rağmen nihayetinde çevresindeki insanlara sevgisi ve onlarla birada olmaktan memnuniyeti de hissedilir. Türkiye’nin, toplumumuzun müzmin hale gelmiş çetrefilli hallerine, sorunlarına şair duyarlılığıyla derinlemesine nüfuz eder, kendine has ironisiyle bunları sıradanlaştırır, belki de biraz da masumlaştırır. Onun bütün toplumsal sınıfları hicvettiği ve bir “Kısa Türkiye Tarihi” olarak okunabilecek uzun “Masal Masal Matitas” şiiri şu mısralarla başlar:
“Bir ara çağdaş çağdaş tüttü;
Caydı, Taşdevrince tüttü..
Cami-ül Ezher’e devam etti bir ara;
Hac’a gitti, Holivut’a gitti...
Kâh ferace-yaşmak, kâh bikini mayo;
Kâh kızoğlankız, kâh vesikalı orospu;
Sabahlar sırtını sıvazlar Yahya Kemal’in,
Akşamları Oktay Rifat’ın çenesini okşar;
Doğuya vergi bir duman bu, hinoğluhin!” (2)
Metin Eloğlu’nun şiirleriyle haşır neşir olunduktan bir süre sonra şairin kendine özgü atmosferinin büyüsüne kapılmamak elde değil. Eloğlu’nun şiiri belki de Türkçe’nin en içten, yüreğe işleyen, bütün duyguların en doğal haliyle dışavurumuna olanak veren, bütün yönlerimizle bizi kavramış şiiri ancak kimi yerde okurunda “Biraz daha itinalı davransaydı daha büyük bir şiir ortaya çıkabilirdi.” diye de düşündürtür. Bize özgü dağınıklığı, öfkeyi, rahatlığı, yerleşememişliği, rahatsızlığı, rehaveti, bocalamayı gözlerimizin içine sokmak için sanki bilinçli olarak seçtiği bir tavırla böyle düşünmemizi ister. O, Modernleşme yolunda karşılaştığımız güçlüklerin, tecrübelerin sonuçlarının halkın günlük yaşamına yansımasını tamamen bize özgü bir mizah anlayışıyla, bakış açısıyla, tamamen bize dair olandan güç alarak ve en önemlisi dilimizdeki olanakları bize hatırlatarak şiirleştirdiği için modern şiirimizin zirvesine aday olmayı fazlasıyla hak ediyor.
Türkiye’nin boğuştuğu sorunlara çok duyarlı olmasına rağmen onun ortaya koyduğu, Türkçe’den biçtiği yepyeni olanaklar şiirinde göze çarpan bir çok unsurun bir adım önüne geçiyor. Sadece kelimelerin başarabileceği bir coşkuya okurunu kolaylıkla gark edebildiği için Metin Eloğlu, şiirinin diğer bütün özelliklerini görmemizi engelleyecek şekilde tek amacının okurunun Türkçe’den haz almasını sağlamak olduğuna da bizleri inandırabilir. Bu nedenle Eloğlu’nun poetikasını en iyi yansıtan şiiri, şiirleri okuruna göre değişecektir mutlaka. “Kalıncacık”, “Huy”, “Eşçil”, Çiğ Çiğ”, “Sarkış”, “Sayrı Doğa”, “Kolonya’ya Selam-Sabah”, “Kavşak”, “Hadisene”, “Varken”, “Çimdik”, “Çılgar” vb. bir çok iyi şiirinin okurda bıraktığı intibaların bir bileşimi olsa gerek onun poetikası. Ben nispeten de olsa onu yansıttığını düşündüğüm ve daha az popüler bir şiiri olduğu için “Doku” şiirini alıyorum:
Benim canım yanarmış da haberim yokmuş meğer
Dilim paslanırmış boyuna, iman tahtam sızlarmış
Bana bu şenliği, bu tosunluğu bir çırpıda
Bu çeşniyi nasıl verdin
Umarım beni sık sık hafakanlar basarmış
Dokunsalar ağlarmışım
Keçi keçi kokarmışım sokulunca
Tıknefesin, ilezenin biriydim belki
Diyin ki gözlerim yoktu benim
Ellerim var diye avunurdum hey gidi
Şimdileri içimde bir kırmaşma
Gürüne dobrasına bir aşnalık
Gencelmek şimdi işte
Sevişmek şimdi işte
Buymuş demek yüreğimin pırpırı
Buymuş evim barkım ekmeğim
Vallah billâh höyküresim geliyor
Kimin mi bu kafa gönül dokusu düzen
Numara yapma
O sen o, o sen!
Notlar :
-Metnin girişindeki dize şairin “Sultan Palamut” adlı kitabındaki “Eloğlu” adlı şiirden alınmıştır.
(1) Şairin “Türkiye’nin Adresi” kitabındaki “Kirpi” şiirinden alınmıştır.
(2) Şairin “Yine/ Düdüklü Tencere” kitabındaki “Masal Masal Matitas” şiirinden alınmıştır.
-Metnin sonundaki “Doku” şiiri şairin “Sultan Palamut” adlı kitabından alınmıştır.