Menu
ŞAİRİ PARÇALAMAK
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ŞAİRİ PARÇALAMAK

ŞAİRİ PARÇALAMAK

“Hakikatlerin ortasında kanaatsiz ve yalnız başına
dolaşmak  ne bir insanın ne de bir azizin işidir;
ama bazen bir şairin işi olabilir...”
E.M. Cioran

Yazın tarihinde şiirleriyle fikirleri ayrı ayrı ele alınan, birbirlerinden koparılmaya çalışılan bir çok şairle karşılaşmak mümkündür.  Böyle durumlarda benimsenen tavır genellikle şairin düşüncelerinden uzak durulması gerektiğine, şiirlerininse okunabileceğine yönelik telkinleri, icâzetleri içerir.  Edebiyatla iyi kötü ilişki kurmuş her okuyucu az da olsa bu telkinlerden payına düşeni almış, icâzet makamlarının etkisinden ne yazık ki kurtulamamıştır.  Şairin şiirini onun düşünce dünyasından müstakil bir eser olarak görmemize yönelik yürütülen şuursuz propaganda yüzünden şairler, olayın esasına henüz vâkıf olmayan okurlar için güven vermeyen, kendilerine kuşkuyla bakılması gereken kişilere dönüşmüştür. Böyle okurlar için şairler fikir âleminde uçlarda dolaşan, radikal tutumların sahibi aykırı kişiliklerdir; onlar ya hiç bir şeye tam anlamıyla inanamamışlardır ya da inandıklarına kendilerini sağlıklı olmayan bir tutkuyla adamışlardır. Çoğunlukla yalın, saf olan inanç  ve bağlanma bile şairlerde girift bir hal almaktan kurtulamamıştır. Eğer bir şair inanmışsa onun şüphe içermeyen bir inançla şekillenmiş fikirleri mutlaka diğer görüşlerle arasına kolayca belirgin çizgiler çekmekten çekinmeyen aşırılıklarla bezelidir ve mümkün olduğu kadar bunlardan uzak durmak gerekir. Düşünce dünyasında da söz sahibi olmak isteyen her şair bu okurlar için gereğinden fazla iddialıdır ve aynı zamanda eleştiriye, değişime kapalı biridir. Bunun gibi ön yargılar şairin şiiri ve düşüncesini ayrıştırmaya yönelik gayretlerin bir sonucu olarak kolayca zihinlerde yer edinebilmiştir. Acaba bu okurlar şairi bir bütün olarak görmek istememekte gerçekten haklı mıdır?

Şair her görüşte her şahısta geçerli bir yan bulabilecek maharete sahiptir. Şairin hakikate ulaşma tutkusu kimde, nerede karşılaşırsa karşılaşsın ona sırtını dönmesini imkansızlaştırır. Kendi inançlarıyla, ideolojisiyle çatışsa da yüz yüze geldiği her koşulda önemsenmesi gerken, üzerinde düşünülmesi gerken hakikat parıltılarını ya doğrudan görür ya onları sezer ya da arar. Şair bu haliyle bir tasavvuf yolcusunu andırsa da bir tasavvufçunun eriştiği olgunluğa sahip olmadığı için çoğunlukla bu hakikatleri içine sinecek şekilde bir’leştirmekte oldukça zorlanır ve zihni allak bullak olur. Keskin tavırlarla, kökten karşı çıkışlarla, ‘kendim ve ötekiler’ şekilinde tezahür edebilen meydan okumalarla şair belki de karışık zihninin doğurduğu gerginlikle başedemediğini itiraf eder. Eninde sonunda şair bir’leştirme konusundaki yetersizliğini veya bu bir’leşmeyi başardığına dair yanılgısını kabullenmek zorunda kalır. Nihayetinde şairin de her insan gibi temel bir kalkış noktasına ihtiyacı vardır. İçine düşeceği zor durumları  kestirmekte gecikmeyen şair en azından kendisini dağılmaktan korumak için olsa gerek en çok inandığı, gerçekten inanılmaya değer bulduğuna dört elle sarılır. Şair daha sonra asıl hakikatin, geçerliliğin kendisinin de bağlandığı dine, ideolojiye mahsus olduğunu; farklı din, ideolojilerde ve onları benimseyenlerde gözlemlediği kendince hakikatlerin de ancak kendisinin bağlandığı hakikatin yansımaları olduğunu ilan etmekten çekinmez. Bu tutumun şairlere özgü coşkunlukla, belagatle birleştiğini gözlemleyen, şair tabiatına tam anlamıyla aşina olmayan okurlar arasında, şaire birbiri ardına psikiyatrik tanılar koymaya kadar varan bir takım abartılı değerlendirmeler olağan hale gelir ve  bir şekilde kişisel bütünlüğünü korumayı başaran şair okurlar tarafından parçalanır. Aslında hakikatin çok farklı biçimlerde, umulmadık yerlerde, kişlerde tebarüz edişini müşahede edebilecek yeteneklere fazlasıyla sahip olan şair diğer insanlardan farklı olarak bunları çok önemser ve bu nedenle sürekli durduğu yeri sorgular, yadırgar. Bu yüzden yan yana gelmesi zor olan bir çok haslet şairin bünyesinde içiçe geçer ve şair bunları kendi hakikatiyle özgün bir şekilde harmanlasa, dikkate değer bir bütünlük içinde sunsa bile dışardan yüzeysel değerlendirmelerle bakılınca çelişkili, sorunlu bir kişilik olarak görülmeye devam eder.

Düşünceleriyle ötekileştirmeye, dışında tutmaya eğilimli bir kişi olarak görülsede şairin bütün karmaşası aslında dışarda bırakmamak arzusundan kaynaklanır. İnsana dair olan her şeyi bir bütünlük içinde kavramak, eritmek ister. Zira Kur’an-ı Kerim’deki daha çok şairler üzerine çarpıcı beyanlarıyla meşhur olmuş Şuarâ Suresi’nin 255. Ayet’inde şairler için “Görmedin mi; onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar.” denmesi şair ruhiyatına dair önemli şeyler söylemesinin yanında şairliğe soyunan daha doğrusu bu ruhu taşıyan kişileri bekleyen tuzaklara yönelik önemli de bir ikazdır. Şairin neredeyse bütün varoluşu emmek isteyen, ona nüfuz etmek isteyen ruhuna yönelik yapılan bu uyarı şairin bu dünyadaki imtihan konusunu ona hatırlatır gibidir. Bazı meallerde “şaşkın şaşkın” kelimesinin yerine “hayret” kelimesinin tercih edilmesiyle de şairin yaratılış, hakikat karşısında bir insanın sınırlarını zorlayan heyecanı dile getirilmek istenmiş ve  şairin varlığı bir bütün olarak kavrama arzusu ve bunu başaramayışı nedeniyle hissettiği coşkulu çaresizlik vurgulanmış gibidir. Kısacası, şairin boyundan büyük işlere denetleyemediği bir iştiyakla kalkışan hâletiruhiyesine ve onu bekleyen tuzakların çokluğuna, büyüklüğüne işaret edilmiştir. Bizzat “bütünlük” endişesinin onu parçalayabilecek bir hal alabileceği hatırlatılmıştır. İşte okurlar da şairdeki bütünlük kaygısını tam olarak anlayamadıkları için onu ayrıştırarak ele alma hatasına düşerler.

Bir çok özelliği şahıslarında cemetmeyi kendi kişisel bütünlüklerini koruyabilecek ölçüde de olsa başaran şairler uzun ve sancılı bir arayıştan sonra bir inanca veya ideolojiye sonuna kadar bağlanmış gözükselerde onları herhangi bir konuda kesin tutumlara sahip olmaktan alıkoymaya çalışan bir şüphenin pençesinde kıvranmaya çoğunlukla devam ederler. Şairi kendisi ve bütün varoluş hakkında şüphesiz itimat edebileceği kanaatlere götürebilecek yolun üstünde  hakikatin tecellilerindeki şaşırtıcılık gibi kafa karıştırıcı o kadar çok şey vardır ki şairin sonunda savunmasız kalışını anlamamak elde değildir. Şair İsmet Özel “Tahrir Vazifeleri” adlı eserinin “İnanmalı Mı, İnandırmalı mı?” başlıklı bölümünde şöyle der: “Eğer bir kimsenin inandığı şeyin yanlış ve fakat bu inanışta bir samimiyet olduğunu anlamışsak orada ‘inanılmaya değer bir şey’  bulunduğunu da zımmen itiraf etmiş oluruz.” Şairin hakikat uğrundaki pervasız yolculuğuna müdahil olan “samimiyet” gibi bir çok yan unsur da vardır ve bunlar şairin hakikatle kurmaya çalıştığı ilişkiye katkı sundukarı kadar onu daha da çetrefilli hale sokmaya adaydır. Görünen o ki tüm ayakları yere sağlam basan, mutlaka önemsenmesi gereken düşüncelerine rağmen bazı okurların ısrarla şairi kafası karışık bir adam olarak görmeye devam etmesinde ve onun fikirleriyle şiirlerini bir bütün olarak ele almaktan kaçınmasında;  hakikate yönelik tutkunun ve “samimiyet” benzeri farklı bir çok etkenin şair kişilliğinde doğurduğu sonuçları okurun doğru yorumlayamayışı etkili olmaktadır.

Notlar:

- Metnin girişindeki E.M. Cioran alıntısı yazarın “Çürümenin Kitabı” adlı eserinin “Şairlerin Asalağı” başlıklı bölümden alınmıştır.( Metis, Nisan 2010, İstanbul)

- Metindeki Şuarâ Suresi’nin 255. Ayet’inin meali İbni Kesir kaynaklıdır.

-Metindeki İsmet Özel’e ait cümleler yazarın “Tahrir Vazifeleri” adlı kitabının “İnanmalı Mı, İnandırmalı mı?” başlıklı bölümünden alınmıştır. (Şûle, Ağustos 2009, İstanbul)

Diğer Yazıları