«nefsini hayırlı işler ile meşgûl eyle; yoksa, o seni boş şeylerle meşgûl eğlemesini bilir!»
«bu havassin verdiği ilim [enformasyon] hâle mensûbu, ya’ni, fâni hayat-ı zahiriyyeyi görücü eder; yoksa, hayat-ı bâkîyi göstermez.
«binaenaleyh bu nâkıs ilim insanın cismini ve ilmini ve ruhunu uyuz eder ve mustarib kılar.» bir uyuz nasıl çırpınır ve kaşınır ise, bu ilim [enformasyon, malumat] sahibinin cismi de asla rahat yüzü görmez., ve, aklı bu gûne bir şeye karar verir, yarın vazgeçer ve ruhu ve ma’nâsı elem içindedir.» (msnv şrf şerhi, a.a konuk; 8/425 (3210[3224])
...
bilemiyrem ki, haşerat-ı mücaviriye dahi tahammül makbul mü? ancak, eziyet vukuu aleni.
...
şeytanın seninle uğraşmasına gerek kalmış mı, bakbakalım, kendikendini nelerle uğraşdırıp aldatmadasın?
= yapamazsın, edemezsin, eyleyemezsin... hep ve muhakkak ve şeksiz-şübhesiz başkaları yapar, eder, eyler. sen sürüngenler gibi güneşsiz, gölgelerde siner, pısar, ömür tüketirsin. yarı aç yarı tok, lûtfedilen artıklarla yetinirsin. amman, eyvah ki vah-vah! sakın güneşe çıkma! sakın görünme! buna hakkın ve haddin yok. çünki karaböceksin, âcizsin, güçsüzsün, beceriksizsin! bağımsız değilsin. kendi iradenle hareket edemezsin. hak, hukuk, hürriyet, iktidar, emir.. lügatinde yok! / güneşe çıkar isen, yola koşulur isen, kendi ayaklarınla yürür isen.. başına gelmedik kalmaz! oraya çarparsın – buraya toslarsın, kafana bir taş düşer, kaza kurşununa rast gelirsin, haydutların-haramilerin saldırısına uğrarsın, yağmura tutulup ıslanırsın, yıldırım çarpar, karda-tipide donup kalırsın, ayağın kayıp uçuruma yuvarlanırsın, bindiğin araç kazaya uğrar, bindiğin uçak düşer, bindiğin tren devrilir, bindiğin gemi batar, fırtına seni uçurur, girdiğin imtihanda aklın tutulup hafızan kararır, katıldığın toplantıda ve yürüdüğün yolda herkes sana alaylı-alaylı bakar...
(şimdi şeytanın çok satan medyası/matbuatı var: şeytan istirahatte.)
bunlar çok satan matbuata ve dev(il)ist ekranlara bakanların hali. medya ile bir halk ancak böyle böcekleştirilmeğe çalışılabilir. tabii bu vatan ve millete ihanet değil, fikir özgürlüğüdür. ne zamandır hakaret ve fuhşiyat fikir özgürlüğü oldu, diye soramazsınız: şeytanın odalığı frengili kalemlerin toplu lincine uğrarsınız.
/burada, şu an oturduğum kıraathanede, izleyicilerden kulağıma kadar gelen küfürlerden hareketle bir ikaz ve teklifde bulunmak lazım: önce savunmayı, sonra iddiayı vermek gibi, oğlunun görüşmesi iddiasını bakan babasının soyadı ile vermek gibi katakulli haberciliğe tevessül eden ekranların haber editörleri, maaşlarına küfür zammı (kendi insanına ve kutsallarına ve memleketine karşı savaş ödeneği gibi bir şey) talep etmeli; ekranın önü tarafından, ekranın arkasına edilen küfürler dolayıyısıyle yani...
...
çağlar kapanıp çağlar açılıyor; devrimler yaşanıp devirler değişiyor; davarlar ahırlara dönüp koyunlar meleşiyor; melekler ağlaşıp kelebekler uçuşuyor... bir tek sen kaldın yerinden oynamayan/oynatılamayan, dağ gibi bir kaya kütlesi. ilahi bir sabitlik ile kıpırtısız.
senin derdin, ilahi bir gerilim sıkleti. ifrat ve tefridin sicimi. siccin yağmurunun titretemediği yüreğini titretecek titrek bir sicim...
«bir karınca kâğıt üzerinde giderdi. kalemin yazmasını medhe başladı. diğer bir karınca daha keskin idi. “parmakları medh et ki, bu hüneri onlardan gödüyorum” dedi. diğer bir karınca her ikisinden daha parlak gözlü idi. “ben kolu medh ederim, parmaklar kolun fer’idir” dedi.
«3710. nihayet birisi böylece yukarıya gitdi. karıncaların en büyüğü biraz fatîn idi.
«3711. dedi ki “bu hüneri sûretden görmeyin. zîra uykuda ve ölümde bîheberdir.”
«3712. “sûret libas gibi ve asâ gibi geldi. akıl ve canın gayri ile nakışlar hareket etmez.”
«3713. o bîhaber idi ki, bu akıl ve kalb, taklîb-i hudâsız cemâddır.
«ya’ni, sûretin harekâtını akıl ve candan bilen bu dördüncü karınca her ne kadar diğerlerinden yüksek görmekde idi ise de bu da ma’rifetde nâkıs idi. bilmezdi ki, bu akıl ve kalb dahi hak tealâ hazretlerinin taklîbi ve döndürmesi olmasa cisim gibi cemâd hükmünde kalır.
«3714. bir zaman ondan inayeti koparsa, zekî akıl ahmaklıklar yapar.
«“akıl cismen tasarrufunda ve tedbîrinde müstakil değildir. onu taklîb ve tasrîf eden dahi hak tealâ hazretleridir. eğer hak teâlâ ondan inâyetini ve imdâdını kaldırırsa o zekî akıldan türlü-türlü ahmaklık zâhir olur.”» (msnv şrf şrh. a. a konuk. c 8. kitabevi yay.)
/cumartesi akşam, büyüyenay’da aziz dost mustafa (kirenci), istikbale el sallayan iki masmasal kitabının kâğıt çıktılarındaki el yazımın güzelliğinden dem vurmuş idi; şu an aklıma düşünce düşündüm ki: matbaanın yaygınlaşmasından evvelinde yaşasa idim, acaba müstansihlik mi eder idim?.. nitekim el’an dahi müsahhihim. ol vakit dahi, müstansihliğe muvakkaten başlar ve sonrdasında (şimdikindeki gibi) yakamdan düşmez idi!
buradan şuraya (uzun) atlayacağım ki (sâbık bir atletlik münasebetiyle): bulunduğum medar-ı maişet sahasında, ekserinin kalbinde yatan aslan (kırmızı as yürek) tahrirdir. bu köle, te’lif evleviyetli iken işbu sahaya hasbelkader intisabıma rağmen, neredeyse çeyrek asırdır yazmayanlıkda musırrım! [yazdırılmağa başladıkdan/başlatdırıldıkdan sonrasında kıçı kırılıp, devam etdiremeyip, nefesi kesilip terk-i kalem edenlere inat, sebat ile kaderin hesabına uymağa devam: “doğru bilinenlerin yanlış, hakbilinenin batıllığına ermek (kötülüğün aslında iyilik olduğu) zevki ile imânın zevkini” te’lif eden mealdeki hadîs-i şerîfi takiben:
yazsa idim acaba başıma ne başbelaları sarılacak idi? (ateşde açan güller, ha?!)
buraya dahi şuradan (uzun) atladım ki: karşımdaki ekrana gözüm ilişince donakaldım. aynen: donakaldım. birkaç ay evvel ter u taze delikanlı bırakdığım bir genç (benden üç-beş yaş genç, amma, mansıbça üç-beş asır önde) sıfat, bu hengâme içinde bulunmaklıkdan (röportaj vermesinden belli ya) ne hâle taklîb olmuş: beyaz mermerden yontulmuş bir büst; sert tunçtan bir surat ve beyaza kanat çırpmış saçlar...
(rabbena atina fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten...)
(bunu unutursan, bunu unutursan, bunu unutursan...)
...
sen sen ol arkadaşım, boğaza nâzır balkonlarda, çok yıldızlı otellerin masonik lobilerinde zehirli şöhret şarabını yudumlayacağına, mahalle arasındaki bir çay ocağında oturup ağız tadıyle çayını yudumlamağa bak. dostlarınla salaş kahvehanelerde lak-lak et. hayat bu...
...
CEBRAİL ALEYHİSSELAMIN PARTİSİNE KİMLER KARŞI?
cebrail parti kursa kimler o partiye rey atmaz?
bunun cevabını “danışman” amucalar arasında bilen yok mu?
yahudi ve hıristiyanların arası neden cebrail aleyhisselam ile iyi değil acaba? (vahyi, yanlışlık ile veya hile ile veya ırkçılık-!- ile bir yahudiye değil de, arab’a getirmesi mi? babil sürgününü, sözünde durmayıp engellemediği için mi? bunu, vatikan’da okumuşlar bilir iken, niye susar?!)