Hilet reha kon aşıkan divane şo divane şo/ Bırak oyunu ey aşık divane ol divane ol,
Vender dil-i ateş der â pervane şo pervane şo/ Sokul kalbine ateşin pervane ol pervane ol.
Pervane şo pervane şo/ pervane ol pervane ol.
Pervane muma aşık olmuş. Aşk acısı ve vuslat şevki ile ateşin etrafında dönmeye başlamış. Dönüşle kurbiyet artmış, aşk onu kendine çekmekte imiş. Aşkın çekimiyle çember daralmakta imiş. Mahbuba (sevgiliye) dokunmak cemalin görmek istemiş. Varlığın perdesini kaldırıp ateşin gerisindeki güzelliğe dokunmak istemiş.Dönüşün cezbesiyle kanadının ucunu hafifçe ateşe değdirmiş. Kanadı yanmış, kanadının yanışının acısından garip bir lezzet almış. Bu acı onu aşkından koparmamış tekrar dönmeye başlamış. Döndükçe cezbesi yeniden kabarmış. Ateşe yeniden kanat değdirmiş.Acı büyüdükçe lezzet de büyümüş. Döngüsü ziyadeleşmiş. Nihayet ateşi kucaklama arzusuna kapılmış, kendisini ateşe atmış. Ateş pervanenin bedenini kavurmuş. Pervanenin nefsi böyle kırılmış. Bu yanıştan mumun haberi olmamış. Ateş parladıkça başka onlarca pervane mumun ateşinden aşk ile yanıp zevk almışlar, cezbe ile ateşe yaklaşıp nefslerinden geçmişler. Ateş ile hemhal ve fena olmuşlar.
Bu hikaye başka bir hikayenin de benzeridir:
İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağının mizacına gire kurtara su- FUZÛLÎ
(Gülün dikeni bülbülün kanını içmek ister,
Gül bülbül kanının al reng ile kurtulmayı mizac eyler)
Aşk bir can verme işidir. Bülbül güle aşkından onun dikenini kalbine batırmıştı. Gül ise varlık zincirinde basit bir nebatat olmamaklığa bülbülün kendisine pervâne aşkı ile varacaktı. Gülün perişanlığı bir üst mertebeye çıkmak ile ilgilidir. Aşka olan meyyali güzellik bulmakla ilgilidir. Bülbül ise aşkı için şahadet arar, aşkı şehadette arar. O’nun aşkı harabattır, mahviyette fena olmaktır. Birinin güzelliği düşkündür, diğerinin mahviyeti kast-ı candır. Biri çırpınmadır ve diğeri batak. Biri derddir ve diğeri hazan yalnızlığı.
Kays’ın Leyla’nın aşkından çöllere düşmesi de benzer bir hikayedir. Çölde Kays artık Mecnun olmuştur. Maddiyatla bağlantısı kesilir, adeta ruh olur. Kendini ibadete verir. Bir gün Leyla onu çölde bulur. Mecnun, Leyla’yı tanımaz. “Sen de kimsin” der, “Leyla benim içimdedir; Leyla benim, ben Leyla’yım.” Bir gün adamın biri Leyla ile Mecnun’un adını duvara kazır. Mecnun onu görünce Leyla’nın adını siler. “Aşk’ta ikilik, sen ben davası yoktur” der. Mecnun aşk acısı yüreğini dağlayınca acının Leyla’dan değil Mevla’dan geldiğini idrak eder. Onun için arayışı Leyla değil, Mevla’dır. Yenişehirli Avni bu meseli şöyle anlatmış:
Mecnûn ki “lâ ilahe illâ” der idi
Teklîf-i visal eyleseler “la” der idi
Şol mertebe meftun idi “Leyla”sına kim
“Mevla” diyecek mahalde “Leyla” der idi.
Pervane’nin ateşe koşusu İslam tasavvufunun insan-ı kamil arayışına örnek teşkil ediyor. İnsanın benliğinden geçişi hakkında verilen bu misalin iyiniyetinden kuşkumuz yok. Schopenhauer da, “Çünkü hazlar negatiftir, öyle de kalacaktır; acılar ise pozitif duyumsanır. O nedenle yaşam mutluluğunun ölçütü acıların yokluğudur” demişti. Pervane aşk acısından ve ateşe koşudan varlık bilgisi çıkartmaya çalıştı. Gazali ise pervaneyi farklı bir şekilde yorumladı: “Pervâne, gün ışığına meftun olduğundan lambanın ışığını açılmış bir pencere zannederek kendini ateşe atar, ıstırap çeker. Fakat oradan biraz uzaklaşıp karanlığa düşünce tekrar lambaya atılır. Eğer lambanın ateşinin yaktığını tespit eden bir ruhu olsaydı, bir kere zarar verdikten sonra, kendisini aynı acıya sürüklemezdi.”
Anlaşılan o ki, Gazali’nin nazarındaki pervane hiç de Mevlana’nın nazarındaki gibi değil. Netice itibariyle bunlar bir yoldur. Ancak ateş- pervane meselinde pervanenin harabatı ve mahviyeti ateşin umrunda bile değildir.
Hz. Musa ile pervanelik meselesinde başka mecralar buluruz. Musa da tıpkı pervane misalli olarak Cemal’i görmek istedi. Rabbi ondan pervanelik istese idi, destur verecekti. Lakin, “Sen göremezsin/ len terâ-nî” dedi: “(Musa A.S) şöyle dedi: “Rabbim, bana (Kendini) göster, Sana bakayım.” (Allahû Tealâ): “Beni asla göremezsin. Ve fakat dağa bak/ unzur! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse); o zaman sen, Beni görürsün.” buyurdu. Rabbi, dağa tecelli ettiği zaman onu paramparça etti. Musa (A.S), bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman: “Sen Sübhan'sın (Seni tenzih ederim). Sana tövbe ederim. Ben, mü’minlerin ilkiyim.” dedi.” (Araf 143). Musa Rabbinin dağa tecellisine bakmak/ nazar etmek ile vazifelendirildi. Pervane edilmedi.
Ateş ve pervanelik hakkında bir örnek de Hz. İbrahim (as) hakkında. İbrahim tevhid savunusu yapınca ateşe atılmakla cezalandırıldı. O ateşe girdi ama bu körü körüne bir “acı” ve mahviyet talebi değildir. Ateşe sürüldü ve ateş soğurdu. Ateş yakmadı. Ateşin yakmamasına şahitlik etti.
Kur’an’da pervanelik meselesinde anlatılan bir başka örnek daha vardır. Karia suresi 4. Ayet “O gün, İnsanlar darmadağın pervaneler gibi olacak.” diyor. Kurtubi bu ayeti özetle şöyle tefsir ediyor: Katade demiş ki: Pervaneler (el-ferâş) areşe ve kandillerin üzerine düşen, uçan canlı mahluklardır. Tekili “ferâşe” diye gelir. el-Ferrâ’ya göre de böyledir: Bu, sivrisinek ve buna benzer küçük uçan varlıklardır, çekirgeler de bu türdendir. Deyim olarak “O, bir feraşeden (pervaneden) bile daha akılsızdır” denilir imiş. Müslim’in Sahih’inde Cabir’den gelen bir rivayet: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Benim durumum ile sizin durumunuz, bir ateş yakıp da çekirgelerin, kelebeklerin (feraş) gelip içine düştüğü, kendisi de onları düşmesin diye Önlemeye çalıştığı bir kimsenin durumuna benzer. Ben sizlerin ateşe düşmemeniz için bellerinizden yakalayıp (çekmeye ve ateşe) düşmenizi önlemeye çalışıyorum, siz ise benim elimden kurtulup kaçıyorsunuz.” Kamer suresinde Allah: “Darmadağın çekirgeler gibi” (54 Kamer 7) buyuruyor. Pervaneler rastgele uçuyorlar. Belli bîr istikametleri yoktur, rastgele her tarafa şaşkınca giderler. Yahut çekirgeler gibi olacaklardır. Çünkü çekirgelerin özel olarak gözettikleri bir yönleri olur. “Darmadağın” etrafa dağılmış ve yayılmış olan demektir. İbn Abbas ve el-Ferrâ dedi ki: “Darmadağın pervaneler gibi” buyruğu, biri diğerinin üstüne çıkmış çekirgelerin, karman çorman hali gibi demektir. İşte insanlar da ölümden sonra diriltilecekleri vakit, birbirlerine böylece gireceklerdir.
Ateş ve pervane meselinde başka bir şey daha söylemek gerek. Pervane ateşe koşuyor. Oysa Kur’an’ın Müslüman adama verdiği ışık bilgisi nur’dur. Tahrim suresinde tevbe edenlerin nurlarından bahseder: “Ey inananlar, tövbe edin; umulur ki Rabbiniz; kötülüklerinizi örter ve sizi, kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar, o gün Allah, Peygamberi ve inananlardan onunla beraber bulunanları horlamaz, nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar” (66 Tahrim 8). İnsanın pervane misali ateşe koşması değil de nur’un insana gelmesi İslam sanatının yönünü değiştirecek bir başka metafordur. Bu nedenle ben Leyla ile Mecnun hikayesinden Müslüman toplumlara has çok hayır beklemiyorum.
Ateş ile nur arasında bir çatışma var. Bakara suresinde aydınlanmak ateş yakanların Allah’tan gelen nuru kaybettikleri de anlatılıyor: “Onların durumu, ateş yakıp böylece çevresindeki şeyleri aydınlattığı zaman Allah’ın nurlarını giderdiği ve onları karanlıklar içinde bıraktığı kimselerin durumu gibidir. (Artık) onlar göremezler” (2 Bakara 17). Kozmos karanlıktır. İnsan yaktığı ateş ile aydınlanamaz. “Şimşek neredeyse onların gözlerini kamaştırır. Onları her aydınlatmasında onun (ışığında) yürürler. Ve onların üzerlerine karanlık çökünce de dikilip kalırlar” (2 Bakara 20).
Hakikat acının çocuğu değildir, nefsi arındırışın nurudur. İnsan tevbe ve yöneliş ile aydınlanır, karanlığını yırtar. Varlık en-Nur’dur ve mevcudat nur’un karanlığa tecellisiyle aydınlanmadır. Evrenin varoluşa çıkışı en-Nur’un alemlere feyzidir.