…28 haziran 1428, cıharşanba…
yüksek tahsil için büyük şehre yollanan talebeler, talebe evlerinde ve kahvehanelerde gece-gündüz konuşur ve gezer iken görülürdü, bezim zamanımızda. ne zaman çalıştığımıza akıl-sır ermez idi, belli bir çalışma yer ve vaktimiz yok idi. çoğumuz, imtihanlar kapıya dayandığında, uykumuzu bozdurup-bozdurup harcardık... internetli bilgisayarlarımız, oyun istasyonlarımız, akıllı telefonlarımız vs vs yok idi. ancak ayda-yılda bir sinemaya falan gider idik. ya şimdi bunca eğlendirici, vakit yiyici canavar aletler elinde iken, talebe ders çalışmağa nasıl vakit bulur, aklıma sığdıramıyorum... /kimbilir, belki bütün bu canavar aletlerle haşır-neşir olamadığımdan (vaktinde/zihnen ve bedenen genç iken) aklım yeterince genişlemedi –mi nedir?
...
çok eski bir masalımsı/öykümsü (esatirülevvelin) kitabda okumuş idim: bir kariyede, müzik duyunca oynamadan duramayan oyunbaz(ayı)lar veya limon görünce ağzının suyu çenesinden başlayıp yerde gölcük (toprakda ise, çamur) oluşturasıya ağzı sulananlar gibi, kalem-kagıt (modern versiyonu: klavye-ekran) görünce, yazmadana duramayanlar yaşar imiş...
...
ceo: arkadaşlar; (üç) aylardır maaşların verilmediğinden naşi, patronaj aleyhinde konuşuluyor imiş... hatta alenen küfredenler duyulmuş. çok üzüldüm, çok! allahdana korkunuz, kuldan utanmanız kalmadı mı?! ... servisiniz var: bedava getirilip götürülüyorsunuz! bedava sabah kahvaltısı var! bedava öğle yemeği var!.. daha ne olsun?!? böyleyken iş yerini tenkid eden arkadaşları anlamak mümkün değil!..
…22 şaban 1433, pencşenbe…
dünyada bulunma sebebin öküzlere kızmak mı? vazifen, öküzlerin insanlaşamamasının sebeblerine kafa patlatmak mı?
yok böyle bir sebeb ve vazife!
gücün elverdiği oranda (elinle, dilinle, kalbinle) öküzlere müdahale et (bu da gereksiz, amma, sen henüz o mertebede değilsin), amma, kızma. öküzlere kızılmaz. öküzler öküzlüğünü yapıp-edecek, sen de, öküzleri insanlaştırmak yerine, elinde değnek var ise, boyunduruğa koşacak, çift sürdürecek, sonra mezbahaya göndereceksin.
kendini helak etme. ne kadar istesen, ne kadar ve ne şekilde uğraşsan, hatta kırmızı kar yağdırsan, hatta ay’ı ikiye bölsen, hatta iki cihanı biraraya getirsen (ahireti onlara göstersen, bu büyüdür, gözbağcılıkdır, hayal ve halüsinasyondur, gerçek değil.. derler) onları insanlığa erdiremezsin. onlar öküzlüklerin(in hazzı ve zevk ü keyfin)den (vaz) geçmez (insaniyetin, nefse dar gelen kapısından); ta ki onlara cehennemi hazırlamış, her şeyin sahibi bahşedip geçmesine izin vermedikçe...
hem, öküzlerden bu kadar bahsetme (ki, bu, senin de öküzlerin ilerigelenlerinden olduğunu gösteriyor, ey nefsim), onlara benzersin! onlara bu kadar kızmanın sebebi dahi, öküzlük hulk ve iştiyakından (içinde barınmasından, diriliğinden ve iriliğinden) mütevellid; ya’ni, öküzceyi iyi bildiğinden, onların dilinden anlıyor, küfürlerini duyup kızarıyor ve kızıyorsun. kızınca öfke büyüyüp akıl küçülüyor, ve, işin künhünü (dünyada bulunuşumuzun, aslen, öküzlere kızmak/dan ibaret/ olmadığını) düşünüp-akledemiyor, öküzler gibi burnundan soluyup sağı-solu boynuzlamağa, önüne çıkanı süsüp delik-deşik etmeğe kalkışıyorsun.
öküzlerden çok/fasılasız bahseder isen, işkembecilerin işkembeye kokması, debbağların (tabakların) deriye kokması amma (zamanla, meslek icabı) bunu farketmemesi gibi; kaleminin bütün mürekkebini öküzlere içiren nice mahalle delikanlılarının (meslek icabı) bunun farkında olamaması gibi.. öküzleşmen kaçınılmaz, bilmiş ol.
amma, velakin, ve ancak; yine de, üstad-ı rûmî’nin getirdiği misal üzre: beşerin kahir ekseriyeti işkembe çorbasını pek sevdiğinden, ara-sıra yenleri kıvırmak, misafirperverliğin icablarından.
...
bir güftede dendiği üzre: “ömrün öküzlere küfretmekle nihayet bulacak!” (amma, bir tek öküz bile insan olmayacak!)
...23 şaban 1433, cum’a...
dün, fatih’de özgün yayınlarının önünden geçer iken, mühendisandan cemal beyi görünce selam verem dedim. raflara bakınınca, merhum, bizim (görenimizin-görmeyenimizin) sevgili ağabeyimiz cahit zarifolu’nun, zengin hayaller peşinde’sini alıp okumağa başladım (beyan yay.). attım çantaya çıktım. her ne kadar yayınlandıklarında birçoğunu dergi ve gazetelerde okumuş isem de, kitab halinde okumakda geç kalmış, ihmal etmiş değil miyim, sorusu karşısında, (o yıllara gidip) şöyle düşündüm: (sadaca zarifolu için değil, umumi bir psikolojik atmosfer olarak) bütün suç, sadece bizim mi? otuz sene evvel okuduğumuz kitablardaki atıf ve alıntıları sayıp dökelim ortaya? kimi gölgeler sizi ezer, barındırmaz: şeytanidir. kimi gölgeler göklere kadar yükseltir kadr u kıymetinizi: rahmanidir.
batı edebiyatı, şeytanın süsleyip püsleyip yaldızladığı, insanlara hoş gösterdiği trajedi çukuruna akıttı bütün enerjisini ve okurunu enerjisiz bırakıp, umudunu tüketip psikolojik, maddi-manevi buhrana sürükledi, insaniyet/umud tarafını barındırmadı, insanı/toplumu iflas ettirdi. trajedi, şeytani girdap, öylesine şeytani bir girdap ki, buna yakalanmış batı edebiyatının yanında yöresinde dolaşırsanız içinizi içine çekip boşaltır, kendini dev aynasında yansıttığından sizi cüceleştirmiş olur. (şeytanın, bu halt yemenin üstüne tüy dikmesi de, günahların peşin ödenmişliği! şeytanın insanı bu kadar ahmak yerine koyması, aklını unutmamış insan için akıl alır şey değil.)
/
oysa, alıntı ve atıflarınızda ümmülkitab’a ve dahi (batılı yazarlar gibi, bilerek-bilmeyerek, şeyatinin değil) allah’ın dostu ve allah yolunun dertlisi müelliflerin yazdıklarına atıflarınız öbürlerini gölgede bıraksa idi, kitablarınız, güneşi gören, kökü derinde ağaç gibi yükseldikçe yükselir ve okuyanlarınız batılı eserlere seğirteceğine bu rahmani gölgeden ayrılmaz, sizi terketmez idi...
(elim-ayağım dolaştı, amma, bir tesellim var: ömer lekesiz ne demek istediğimi anladı; çün ki, demek istediğimi, pek çoğumuza tercüman olarakdan, yazdı.)
/
zarifoğlu’nun bu kitabındaki denemeleri (kitabın adına, “hürmeten”in duyurulmasının hürmetsizliği bir yana), meselabatılıların yere-göğe sığdıramadıkları alain’in (biliyorum di mi! alain’i biliyorum, di mi! maalesef, hemi de makamat’dan, mukaddime’den.. önce!) denemelerinin fevkinde. bize aidlik ve bizi anlatmaklık itibarıyle, huxley ve montaigne’ninkilerin de fevkinde. ancak, bizim bize karşı önümüze diktiğimiz batı duvarı... bu duvarın yükselişi, çeyrek asır öncesine kadar sürmüş idi. (şimdilerdeki hali pek bilmiyorum. bir inayet ile o duvarın gölgesinden kaçışdan beri, ilgilenmek içimden gelmedi, ihtiyac duymadım. yüzünü doğuya dönük zannedenlerin ilkellik ve kabalık ve sathilikleri, gözü batı duvarına dikililerin şuursuzca kompleksleri, tadımı-tuzumu kaçırdı. ileri yaşda temel arama ve inşe kaygısı, güncelden soğutdu.
/
hanidir, ya’ni mekteb yıllarından bu yana kitab kaplama işine, bu kitabın kapağı dolayısıyle döndüm. kötü ve eminim rahmetli zarifoğlu ağabeyin de tasvib etmeyeceği tarzda (hıristiyani/tasviri. mücerred, falan demeğe kimse kalkışmasın; denir ise, ona şu denir: hani ışık, deme; penceresiz odandan çık ki güneş doğdu!), gözü rahatsız edici bir kapak.