otobüsde gider iken, numunebağı caddesindeki iki taraflı dükkanların camekanlarındaki çırılçıplak alçı mankenler gözüme çarptı. (buralarda nasıl idi bilmemem, amma) fatih fevzipaşa caddesi’nde, bundan beş-on sene evvel, camekan düzenlemesi gece halledilir, yetiştirilemeyip gündüze sarkar ise, mankenler gazete vs kâğıdı ile kaplanır/örtülür/giydirilir, yani böyle anadan üryan bırakmakdan haya edilir idi. o dükkan sahiblerinin babası, sanemdir/puttur, diye camekanına bu mankenleri koymamış idi; anası çarşaflı, karısı mantolu, kızı allı-güllü sıkmabaş ve sport-pardesülü idi. şimdi o dükkan sahiplerinin oğulları, camekanlarındaki heykellerin (mankenlerin/sanemlerin) çırılçıplak güpegündüz ve dahi günlerce durmasından rahatsız değil: utanmasız, haya etmesiz (haya imandandır); anneleri mantolu, hanımları kuaförden-çıkmabaş, muhitine göre örtülüp açılan; kızları kot pantolon üzerine sport-abiyeli ve elleri akıllı telefonlu...
balık, başdan kokar.
aile, babadan (baba korkusuzluğundan) kokar.
baba korkusuzluğu nedendir?
baba, şeytanın durmadan telkin ettiği (ve eğitim, basım-yayım ve devr-i akpart-new-age-islamic hayat-tarzının suladığı/müzminleştirdiği) fakirlik korkusu marazından başını kaldırıp bakamıyor ki aklının ufkuna... nefis tuvaletinde/helasında kalmış, kapı üstüne sürgülenmiş vaziyetteki dükkan sahibinin elinden nasıl gele ki, aklının kokusunu ala da evlad u ıyalini görüp, haya imandandır kokusu alıp korkuda... (allahcc her türlü imtihanda uyanıklık ve zekavet ve firaset ve fetanet ve nezaket ile yardımcımız olsun. meşemm-ı rasulsav u cibril’ias bize rehber kılsın. bize hazmkârlığı nasib ve müyesser eylesin.)
hazmsızlığın sonu: fakirlikden korkup hayasızlıkdan korkmayı akledememek.
...27 haziran 1428, salı...
cum’aertesi gününü yazmayınca, nasıl da helake sürüklendi, sayemde!
oysa şöyle yazmak elzem idi:
–(noktanokta) ilçesinde mukim biri, birine der ki: (noktanokta) sosyal tesislerinden falancayı tanırım. dertleşir iken, dedi ki: “geçen gün belediyeden gelip elli bin (50 000) liralık fatura kestirdiler. kimbilir nasıl faturalanamayacak gayi meşru yerlere, harcama kalemi gösterilmeyecek uygunsuz yerlere harcamışlar paraları, sonra gelip bizden fatura alıyorlar. bıktım bu işden, allah affetsin. bunlar gibi muhafakar-demokratları da cehenneminin en dibine atsın! “
işte malı böyle götürüyorlarmış...
–ohooo, o neki! devede kulağı bırak, pirinçde bir leke bile değil... deveyi hamuduyla götürüyorlar... adamlar [AK-babalar] helikoptere binip, akbabaların leş aradığı gibi, istanbul üzerinde uçup boş arazi arıyorlar... gözüne kestirdikleri yerin sahibini öğrenip, dünyanın neresinde ise gidip buluyorlar. o kıraç, çalılık boş araziye on milyon dolar teklif ediyorlar. tabii büyük para bu çalılık bir arazi için. on milyonu verip tapusunu aldıkları çalılığa gidip imar çıkartıyorlar. sonra gidip, elbet önceden anlaşmalı şekilde, araziyi kamu (toplu konut) inşaat kurumuna elli milyon dolara satıyorlar. bir gecede kırk milyon dolar... elli bin lira ne ki, elli bin lira!.. belki bir belediye başkanının karısının ruj parası...
bunları duyunca, ister-istemez, insanları öldüren toplu konut kurumunu namus meselesi edip savunan mahallenin delikanlıları geliyor aklıma... hani o kitab başlığındaki gibi: nasıl bir akıl tutulmasıdır bu?! (yoksa, delikanlılık tutulması mı?! sağcı yazarlık süveydası mı?) kanım dondu doğrusu. (e, tabii bazılarının asla kanı donmaz. çünki, kanının donması için, insanın kansız olmaması lazım... diliyle, inanıyorum, deyip, fiiliyle şeytana taş çıkarttırmaması lazım.)
//din-diyanetmiş, ahiretmiş.. bunlar boş, vaaz, ahmaklığından fakir-fukara kalmışların avuntusu; yok öyle; varsa bile bastırır parayı alırız cennetten parsel-parsel arsa... akılsızların gözünü boyamak için cumaya gidip oluruz muhafazakar-demokratlardan ve oluruz akıllı kişilerden ba kızanım. takma kafanı paracıkdan başka bişeycaza ba... hadi baaa, hadi baaa...//
benden duymasın kimse: üçüncü köprü ayakları da çizmelenmiş; çizme giydirilmiş. (arsalar kapışılıp kapatılmış. ben yerini bilmiyorum. bilenler bilip kapatmış... buna inanmamak için, –trakyacı/rakıcı– aslan sosyal-demokratları ve –anadolucu/zemzemekolacı– aslan muhafazakar-demokratları asla görmemiş ve tanımamış ve haklarında bir şey duymamışlık gerekiyor... kasabamızdaki, çalılık arazi, diye nitelenmiş –yolgeçecek—tapuyu gördükden sonra... yiğirmiye yakın kişiyi madeninine gömen katil madenci patronun elini-kolunu sallayıp gezdiğini görüp bilirken.. hiçbir aslan muhafazakar-demokrat kusura baksın.. –bakmasın, amma, muhakkak, bana yan bakacağına, ellerine birer ayna alıp baksın.)
...
yorgios sfrancis’in anıları’nı (okumayı) bitirdim –nihayet, iki sene süren bir okumadan sonra! (çev. levent kayapınar, kitabevi yay, ist. 2009)
kitabın okunaklı/akıcı olup-olmamasından değil, sindirilmesi gerektiğinden de değil, benim tenbelliği iyice sindirmemden dolayı iki sene sürdü/süründü, bu güzelim kitab.
bizans sarayının son muvazzaflarından (fiyakalı söylemek gerekir ise: diplomat-devlet adamlarından) yorgios, yazma açısından, benden de tenbel... ailece saray vazifelisi ve bizans’ın hitamının (istanbul’un düşüşünün/fethinin) şahidi olmasına rağmen, pek yavan ve pek az, pek üstünkörü yazmış –hem bilgi, hem üslub olarak. bugünki kitab şekliyle, ancak birkaç formalık. tabii türkçedeki tamamen emek ve liyakat mahsulü bu nüsha, yunancası ve açıklamalarıyle, 250 sahifeye yakın. vesika değeri tartışılmaz. hele sondaki keşişlik yemini, pek bir eğlencelik ve şıngıraklı-çıngıraklı (ne demekse... –komiklik diyemedim)...
yer-yer, toptancı “şanlı tarih” surlarımızda açtığı gedikler, dikkate değer.