DERYA KUZUSU BUNLAR- 5
DEMOKRASİYİ ANLAMAMIŞ BİRİNİN HEZEYANLARI
(çay ocağında, bir demokrasi düşmanını, şu saçmalamasını dinlemek zorunda kaldım:)
«meclis başkanı bay, seçilmesi üzerine irad etdiği nutkunda diyor ki: “bu kutsal mekânda…”
«iyi de, “bu kutsal mekân”da, bir bayan vekil, bu kutsal mekandakilerin ve dünyanın gözü önünde, başörtüsü sebebiyle, yemin etmesi engellenip kovulmadı, sonra da vekillikden aforoz edilmedi mi?
«tabii bu şaşkınlık, vatandaşın demokrasiyi din hanesinde kabul etmedeki, demokrasiyi din görmedeki ve tapınağını algılamadaki kabiliyetsizliğinden kaynaklanıyor. demokrasi dinine intisab edenler için ortada şaşkınlık uyandıracak bir hal, muhal olsa gerek…»
/
«ulusal (milli) gün kutlamalarında, cadde ve meydanlara, demokrasi için: faziletdir, erdemdir, ve benzeridir, ve benzeridir.. yazılı afişler asılıp, ekranlarda bu tür laflar edilmez mi, seneler ve senelerdir… apışıp kalıyorum.
«neden mi?
«seneler ve senelerdir, vatandaş olarak, bitmeyen adaletsizlik, kanunsuzluk ve kargaşalıklara karşı, demokrasinin erdem ve faziletini göstermesini gözlüyoruz ve bekliyoruz, ancak, ne menem fazilet ve erdemse, bir türlü kendini göstermiyor. herhalde kabahat yine, ortalıkda sadece haksızlık, kargaşa ve talan gören vatandaşda. bunlara, ya’ni gözünün önünde cereyan edenlere aldırmayıp, hayali erdem ve faziletlerle avunmasını, tümel anlamda (ne demekse, anlayamadım) öğrenemedi gitdi şu vatandaş denen…»
BÜYÜK BAYRAK TAKINTISI
bu insanların işi gücü yok besbelli, bu yüzden, yerde ve gökde takmadıkları, takıntı haline getirmedikleri bir şey kalmamış. bakın ne diyor büyüklük taslama takıntılı vatandaş:
«büyük ve yüksek bayrak meselesini anlamak o kadar zor değil biz vatandaşlar için. besbelli işte, apaçık: bayrakları ne kadar büyük ve yüksekde ise, o devlet o kadar büyük ve yüksek bir devletdir. bu kadar basit. keşke her şey bu kadar basit ve açık-seçik görünür ve anlaşılır olsa…»
İFLAH OLMAZ CHP DÜŞMANLIĞI
çay ocağındaki demokrasi ve saire takıntılı arkadaş/vatandaş, chp takıntısı bulunmasın, olacak şey mi, ya’ni!
bakın neler saçmalıyor:
«cehape’li vekil: meşru hakkımızı, demokratik hakkımızı arıyoruz (meclisi, yemin boykotu ile), diyor. arıyoruz, derken, tutuklu arkadaşlarını kastediyor. eh, bu durumda, arkadaşlarını tutuklayan mahkemeler, ne arıyor acaba?
«hem, cehape, son derece meşru ve demokratik bir başkanlık değişimi yaşadı ya…
«cehape’nin, deverân eden şekspir tiradlarından gına getirip, feveran ile breht ortakemanesine (solfallsesol: breh-breh, dedirten) geçişinin neresi meşru ve demokratik değil, değil mi ya?
«diğer yandan, sanırsın, chp’nin seçtirdiği vekiller birer ulusal kahraman, ulusal halk kahramanı. halk, kahramanlarını seçdi, amma, hukuk ve gugukuyle herkes, meşruluğa ve demokrasiye sığmayan chp düşmanlığı yüzünden, bu kahramanların meclise girip yüce vazifelerine orada devam etmesini engelliyor.»
DEVLET TAKINTISI
(takıntılı arkadaş, nihayet kedi olalı bir fare yakaladı galiba. bugün çay ocağında, kafamı şöyle şişirdi:)
«t.c. devleti, şimdilerde devlet hâline gelmeğe, devlet denmeği haketmeğe başladı. dış blöflere boyun eğmeme ve içdeki (şike, ergenekon, balyoz darbe planları v.b.) hukuksuzluk ve kanunsuzluklara müdahale ediyor. birleşik kaplar misali: içde ve dışda devlet. içde, sadece kendi halkına zâlimâne müdahale değil. yarım devlet değil.
«bundan önce yarım bir organizasyon idi ve devlet denmeği haketmiyordu. bu yarım devlet, tek yüzlü (kalp/sahte) kuruş gibi dışa karşı/tarafsız piyasada geçersiz devlet, cehape devleti (organizasyonu/kurumu/teşkilatı) idi (müessesesi değil).
«şimdilerde, yarımlıkdan, cehape organizasyonu/çiftliği halinden kurtulma gayreti gösterdiğinden, ergenekon yapılanması cenderesinden kurtulma meydan savaşını verdiğindendir ki (bu yapılanmanın kökenlerine, son sadrazamlardan ahmed izzet paşa’nın feryadım adlı kitabında rastlar, isterseniz izini sürebilir ve chp ile, chp’den de kimlerle bitiştiğini mikroskoplayabilirsiniz), cehape, bu içde ve dışda devlet olmağa çabalayan devletin meclisine girmiyor. çünki, o yarım, o kadük, o çolak, o sağır, o aksak, o şaşı devleti, kendi kağıtdan kaplan devletini kurtarmak, elinden bırakmamak istiyor.
«ve, sanırsın ki cehape’nin seçmenine dayatıp seçtirdikleri halk kahramanı, demokrasi kahramanı, ulusal kahraman (lar). ulusal kahraman mı, halk kahramanı mı, demokrasi veya cumhuriyet kahraman(lar)ı mı, tartışılabilir, amma, cehafe kahramanı oldukları tartışılamaz.
«cehape’nin ikame/sonradan genel başkanı, milli iradenin (ulusal irade, demeliydi, sürç-i lisan etdi) önündeki engellerin kaldırılmasını istediklerini söylüyor. meclisi boykot, neyin nesi oluyor acaba? meclisde yemin kaçkını cehape, milli iradenin önündeki en büyük engelin kendisi olduğunu göremeyecek kadar gözünü karartmış. kendi gözünü karartmakla kalsa iyi, bu ifade dile getirildiğine göre, âlemi kör, sağır ve muhakemesiz, kendi aklını da pek muhkem görüyor olmalı.
«amma, akıl her zaman parayla satın alınamayabilir. /asker dediğinin de aklı, gün gelir paranın üstüne çıkabilir /temiz, hür hava soluyabilir. akıl hürriyetinin, mutlak muktedirlik olduğunu akledebilir… gerçek yıldızların yerinin omuzlar değil semavat olduğunu fehmedip, gözünü hürriyetin asli vatanı gökyüzüne dikebilir. böylece yeryüzünü toptan görüp anlayabilir. görüp anlayınca da, adalet ve hukukun bulutların üstünden yerin altına kadar geçerliliğini farkeder, artık, onu asla para boyunduruğuna koşup, istediğiniz gibi, robot gibi kullanamazsınız… artık onun için yeryüzünde sayılar değil, canlılar, insanlar yaşamakda ve yerin altında yatmaktadır.
«cehape akrep dansına mı itildi? kaza kapıya dayanınca gözler körleşir, kulaklar sağırlaşır, akıllar kilitli kalırmış. ve kaza, kendine cellat bulmakda, hem en ehlini bulmakda asla zorluk çekmez.
«ya’ni; işte, cehape’nin yemin boykotunu buradan bakarak anlayabiliriz. cehape, artık devletin değiştiğini, kendi kurduğunu iddia etdiği (mesela, açık oylama gizli saymacı, cehape il başkanını il valisi olduğu.. gibi bir) devlet olmakdan çıktığını gördüğünden, buna tahammül edemiyor. haksız değil cehape, tahammülü pek zor bir durum: alışkanlık/lar elden gidiyor. pek acı vericidir alışkanlıkların elden gitmesi. çocuğun oyuncağının, göz göre göre gitmesi gibi… gel de, çocuğa, zırlama, de. nasıl zırlamasın… çocuk haklı… çocuk aklı.»
ŞIKIR ŞIKIR ŞİKE
şike bütün bir devre her şeyi belirlemediğinde, bursasporlar şampiyon olabiliyor.
aksi halde, kapalı devre, mahallenin kabadayılarının kapatması bir yosmayı oynuyor. aynı kucaklarda dolaşıp duruyor.
hatırlayan hatırlar: bir zamanlar boluspor diye bir takım vardı. ligin il yarısını ilk üçd-beşde bitirir, ikinci devreyi de onlarda. bu her sene tekrarlanırdı. sonra, yönetim değişmiş olmalı ki, bir düdüş düşdü, bolunun yemeklerini yakdı.
peki amma, bunca paranın döndüğü bir devasa çarkdan, başka ne beklenebilir? spor mu? müsabaka mı? sportmenlik mi?.. eşyanın da denebilirse de, asıl paranın tabiatına aykırı.
aksini düşünenler ya saftirik, ya, bilet keserek para kazananlardır…
futbol afyondur ve aynen uyuşturucu ticaretindeki gibi, bütün devletler bunun müstahsili, taciri ve kuryesidir.
buna hayır diyen devlet, televizyonlarına mukayyet olsun, da, görelim.
televizyona değen eller uyuşur. devletin eli uyuşacağına, vatandaşın beyni ve vakdi uyuşsun.
futbol, bütün dünyada böyle. uefa kupası şampiyonu oldukdan sonra, galatasaray, niye maddi yönden belini doğrultamıyor acaba? avrupa şampiyonu yunanistan’ı gören varmı?! ya dünya üçüncüsü türkiye’yi? bit pazarlarında ayağına göre krampon mu arıyor bunlar? bakın bakalım ayaklarında ne var? sorun bakalım: bu ne ayak?!
DERYA KUZUSU BUNLAR - 6
MASMASAL
masmasal nedir? böyle bir yazı, yazma çeşidi var mı? duyulmuş mu?
masmasal, masaldan masal yazma/istihsali ma’nasındadır.
aşılama gibi bir ziraî usûl ile karşılaştırılıp, anlamağa çalışılabilir.
SABUN KOKULU BARDAKLAR
(takıntılı arkadaşlar, günümüzden bir şey bulamazsa, rahat edemez, geçmişlerini deşeleyip illa bir şeye takılırlar. işte bunlardan birinin çocukluk takıntısı:)
«bir komşumuz vardı çocukluğumda… bardaklarından, sabun kokusu nedeniyle sıvı (çay, su) içemezdim. daha doğrusu, içerken içim dışıma çıkardı… haydi diyelim, ev bütçesine zayiat verdirmemek için, bulaşık deterjanı almak yerine, eve zaten alınan temizlik maddesi sabun yeterli görülüyor…
«bunu daha sonra, koca hala dediğimiz, babamın en büşük ablasıyle konuştum. bana dedi ki:
«–o zamanlar öyleydi oğlum. bahsini etdiğin insanların avlusunda tulumba vardı. o zamanki evlerin hemen hepsindeki gibi. kocası dışarlarda çalışıyordu, ve: adamcağızım gurbet ellerde bizim için çalışıp didinir, gurbetlik çekip yorulur, yemeksiz-içmeksiz bîkar hayatı geçirirken, har vurup harman savurmak, israfa kaçmak, rahat yaşamak olmaz, deyip, her şeyden, gereğinden fazla kısıyordu, diye düşünülebilir.
«kimse ikaz etmedi mi?
«–hatırlamıyorum ki… belki garibdir, kocasız, kızancıklarıyla bir başına, üzüntüsü başından aşkın; bu halinde hassasdır, alıngandır; bir de bu yüzden üzüntü vermeyelim, diye, bir şey diyemedik herhalde…
«–o günlerde öyleydi oğlum… su parasını, elektrik parasını düşünürdük. nerde bu günki bolluk… gerçi olmayanda bu gün de yok. ama, bir farkı, bizim zamanımızda, olanlar da, öyle, olmayanlara göre aşırı farklı yaşamıyordu. giyimde-kuşamda, yeme-içmede, çok fark görülmüyordu. bunun sebebi, haya/utanma, arlanma olabilir. o zamanın zenginleri, zenginliklerini gösteriş için sergilemekden haya eder, utunırdı, ve, sergileyenler de, her yerde ayıplanır ve utanmazlığı, başta etrafındaki diğer zenginler olma üzere, yüzüne vurulurdu.
«–zengini-fakiri aynı plajlarda, aynı batakhanelerde değil, aynı camilerde, mevlidli düğün merasimlerinde, bayramlarda biraraya gelirdi.
«–tabii bu dediklerim, bizim kasabada böyleydi. büyük şehir yerlerinde, o günlerde nasıldı; oralarda o vakitler başladı da, sonra bizim buralara da mı yayıldı (utanmazlık), bilemem.
(EVLAD-I FATİHAN)
(«–o zamanlar kimi insanlar, evlad-ı fatihan denen kimi insanlar, devlet-i aliyesince korunamayıp, kâfir sürülerince yerinden yurdundan sürülüp çıkarılmış, kopup geldiği büyük şehirde havasız mahzenlerin rutubetinden, parasızlık pulsuzlukdan, işsizlikden açlıkdan açıklıkdan, susuzlukdan kırılırken, kimisi boğaz sefalarında, yalı yarışdırmasında, kayık sefaininde, âşiyân işretinde miydi, bilemem…
(«–bilemem, yüksek san’at, müzeyyen hayat dediğin böyle bir şey mi? bilemem, belki bir toplum, bir devlet, bu âli boğaz ve sâdâbâd ve çamlıca müzeyyenat ve şaşaalarından mahrum kalsa, soluksuz kalıp, yaşayamazdı…
(«–seneler sonra duyduk ki, avrupaya benzemeğe yeltenmiş bir kısım büyüklerimiz. yenildikçe, yenildikçe.. aşağılık kompleksine kapılıp, garplılaşmağa karar vermiş ve bunu, tanzimat mı nedir, bu adlı layihalarla ve pare-pare top atışlarıyle cihana ilan etmişler. bu nedir, denmeğe kalmadı, garbın ve garbileşmecilerin karnındakiler bu gün artık tarlalarda boy atdı. garbileşmek, garplılaşmak demek, utanmayı sürmek, bütün tarlalara/taşlara utanmazlığı ekmek/dikmek, hayasızlık bayrağını dalgalandırmak demekmiş…)
RAHATLANMA/FERAHLANMA
rahatlanma yok koçum. bu dünyada rahatlanma yok. rahatlayabilirsin amma, vazifeden sonra heman yeni vazifeye başlamak ile…
/
ve, devamlı, durmaksızın, önü, ortası ve sonu hayırlı, faideli olanı iste.
/
şeyatin, düşünmenin, fikreylemenin, tefekkür ve tezekkürün amansız ve acımasız düşmanıdır. fikreylemeyelim diye, akla-hayâle gelmeyecek engeller icâd ve telkîn eder. –ki, günümüz iş ortamları, hepsine yakın ekseriyetle, dostları dünyaperest ve paraperest patronlar ile elele oluşturduğu engellerdendir. yine kumar, düşünmekden alıkoyup, bilakis boşu-boşuna zihni yoran, vakit israfından başka, türlü ziyana sebebiyet veren oyun ve eğelenceler de, bu kabildendir. şeyatin ve nefsimiz, boş kaldığımızda bile, sağlıklı, sağduyulu düşünmeyelim diye, içimize hasetlik havatırı eker; ona buna, sudan sebeblerden kızar köpürürüz, manevi sıkıntı ve dertlere garkoluruz.
////
kızmana gerek yok dostum, kızmana gerek yok…
hani kızmayacakdın?!
hani kızmak şeytani, cehennemi idi?!
kendine de kızma, başkalarına da. (ancak, safi allah için… bunu da nasıl ölçeceksin? nefsin ve şeyatin seni yanıltıp aldatmasın! sakince, dikkatli ol.)