(...) öldi mi? soğuk su ile yundu mi?
yevmi mevkutenin magazin haberinin başlığı:
“babasının eşyalarını eskiciye satmış”
–neşir zemininde yer alacak kadar meşhur babası ölmüş, ölen babasının eşyasını eskiciye satmış /müzayedeciye değil! –
(...)’un “eşyaları” mı, eserleri mi?
yılanın neresi doğru, devenin neresi?
işte spot: “çukurcuma müzayede evi, 10 kasım’da gerçekleştireceği müzayedede tiyatronun ustası [...]’un eserlerini satışa çıkaracağını duyurdu. ancak bu eserlerin [...]’un eskiciye sattığı eşyalar olduğu anlaşıldı.”
kendisine eskiler (“eşyalar”) satılan eskici, ne münevver.. münevver ne kelime, ne röntgen gözlü bir ultra münevver şahsiyet imiş ki, bu eskilerin (“eşyalar”ın) “tiyatronun ustası” pardon “türk tiyatrosunun duayen ismi [...]’un eserleri” olduğunu şıppadanak annayıvermiş, de, annamamış gibi sıkı pazarlıkdan sonracığım, böyyük bir helacan ile koşdurup, soluğu çukurcuma müzayede evi’nde almış!
“eşyalar”ın “eserler” olduğunu oğul [...] beğ bilemez iken, eskici bilmiş! eee, aldıklarının eskiler mi, “eşyalar” mı, “eserler” mi’liğinin bir nazarda annaşılması, artık meslek sırrıdır, herhalde, annıycanız!..
spotda, müzayede evinin “eserlerini satışa çıkaracağını duyurdu” dendiğine göre, oğulun “eski eşya” dediğine “eserler” diyor(muş).
yoksa, müzayede evi, eserler, demiyor da, bunu star magazin mi diyor, bunun derin hakikatini öğrenmek, sağlamasını sağlamak, faideli bir hammaliye olmasa gerek; belki, dumanlı havada sinek avlama manzarası seyri ziyade faidebahş olabilir...
sisli ve parçalı bulutlu haber metninde her ne kadar “eşyaların büyük bir kısmı”nın [...]’a aid olmadığı belirtilmiş ise de, müzayedenin “10 kasım”da “çırağan gibi bir yercikde yapılacağı ile pek te’lif-i kabil görünmüyor. çırağan ne kadar daracık bir kulübe imiş ki, üç-beş eski eşya kırıntısına ancak mekanlık edebiliyor...
müzayede yapılır mı, düzenlenir mi, satışa çıkarılır mı, müzayedeye çıkılır mı.. el’an mevcud mevkuteler/mevkutebazlar nezdinde abes ile iştigal, hatta, muhal ile iştigal: çölde kartopu oynama tarifi...
pekiyi, gerçekden seyirlik/temaşa, temsil sanatımız için vakfedilmiş meşru ve ciddi bir ömür sahibi [...]’un tedavi macerası, son sıhhat durumu, magazin haberde yer aldığı kadarıyle, birkaç eski eşya kırıntısından daha mı önemsiz?! devlet ilerigelenlerinin hastahanede ziyareti ile neşir zemininde yer bulabilen [...] müteveffa ise, ne zaman nerede idi? değil ise, nerede ve ne haldedir? bu malumatın yokluğu, haber metninde, bırakın edeb yokluğunu, vefa dikkatinin yokluğunu; iş ahlakının, iş dikkatinin yokluğunu resmediyor... işbu metin, dumanlı (pardon, sisli) hava ile dahi örtülemeyecek kadar ayıplı ve kendini sanatoryuma attıracak kadar sıhhate muhtac...
AĞACA DAYANMA “yaşam tarzı”
aynı sahifede, türk matbuatının (bu ibaredeki “türk” kelimesi/tanımı niye hiçbirimizi rahatsız etmez, kekrelik vermez? matbuatdaki herkes türk olmak zorunda, şeytan dayatması, türkler ne kadar hacca gidip şeytan taşlasa da, kırılamıyor!) / neşriyat âleminin duayenleri arasında sayılmasına ramak kalmış (kimbilir, belki sayılıyordur da, bilmiyorumdur: cahilliğime doymayayım!) bir erbab-ı kalem (ve’l-ekran) gezi taşkınlığını/kızışmışlığını klavyesine düşürmüş...
bu düşünmesi, müşterek tanıdığımız, hizmetini muhtaciyandan esirgemeyen yüksek şahsiyetin tasvir ve değerlendirmesinin, gezi mevzuunda tatmin vericiliğini aklıma düşürdü; haber ideyim dedim:
“ah, bikâr olsa idim! her gün gezi’de olur idim; her sabah gezi’de olur idim, her öğlen gezi, her akşam gezi, her gece gezi, her gice, her gice gezi.. ah, sabahlar olmasın... sabahlar olmaya, ben gezi’de bikâr ola idim!” (işte, saldırıya maruz kaldığını ileri sürdükleri “yaşam tarzı” böyle tarz bir tarz.)