“Tanınma (anagnorisis) bilgisizlikten bilgiye geçiştir; yazgının açıkça mutluluğa ya da yıkıma sürüklediği kişileri birleşmeye ya da düşmanlığa götüren şeydir”, der Aristoteles Poetika’nın on birinci bölümünde. Öykü kahramanlarının tanınmasına dair tespitlerde bulunurken aslında iki duygunun ağırlıklı etkisinin göz ardı edilmemesi lüzumundan yola çıkar. Bu iki duygu korku ve acıma. Ve buna en güzel tragedya eserlerinden birine konu olan Oidipus’u emsal gösterir. Bir eylemin tersine döndürülmesi anlamına gelen peripeteia terimini tam olarak bu durumu açıklamak için kullanır. Tanınmanın çeşitleri Oidipus’tan farklı olarak örneğin, cansız varlıkların ve en sıradan şeylerin tanınması da olabilir. Bir eylemin biri tarafından yapılıp yapılmadığını öğrenmek de bir tanınmanın konusu olabilir. Öykünün bu iki öğesine bir üçüncüyü heyecan (pathos) yaratan olayları katar.
Aristoteles’in, temelde taklit kuramına dayalı bu yaklaşımının bütünün bilgisini elde etmede yeterli olmadığını düşündüğümü belirttikten sonra esas konuya (öykü karakterlerinin tanımlanması) geçebilirim. Tabii tragedyadan kurulu Yunan sanatı ile günümüz modern-postmodern öykülerinin birden çok anlatım çeşitleri arasındaki farklılığı göze almak zorundayım.
Son dönem öykülerimize bakınca belli ölçüde, tanınmanın bir kusur gibi algılandığını görürüz. Burada tanınmayı, Aristoteles’in ele aldığı biçimden farklı konumlandırdığımı belirtmek durumundayım. Pathos, aydınlanma (karakterin nelik, gerçeklik, kimliğine dair-sınıfsal varlık, yoksunluk, hazlar, derin dönemeçler, dirim, duruş vb.) veya tersine döndürme olmadan gelişen öyküler anlamını hangi olası durumda bulur sorusuyla karşı karşıya buldum kendimi ve bunların hiçbiri olmadan öykü yazmanın kifayet etmeyeceği sonucuna vardım, yoksa bir tür anlaşılmazlık durumu ile karşı karşıya kalınacağı sonucuna… Yaşamöyküsü veya anıya dayalı anlatılarla, oldukça basit, şaşırtmayan, derinliksiz, oylumsuz öykülerle belli ölçüde şiirselliği içeren monologların hâkim olduğu ve monologların yoğun içe dönüklük içerdiği anlatılarda ise tam anlamıyla nasıl bir duyguyu yaşayacağımızı kestiremiyoruz: Acı, öfke, kaygı, saçma, merhamet, hayal kırıklığı, boşluk, acıma… Karakterden yoksun günlük olaylarla bezeli öyküler neyi, kimi ve hangi duyguyu açığa çıkartmayı başarıyor henüz net bir yanıt bulamamakla beraber, her öykü ille bir karakterden beslensin diyemeyiz elbette. Ama bu durumda da anlatımın bizi sarıp sarmalayacak bir duygu yoğunluğuna ve kıvraklığa ihtiyaç duyduğu gerçeğinden kaçılabilinir mi?
Yaşantıların kırpıla kırpıla bir anlığa evrildiği kısa öyküler de bu açığı kapatabilme veya kapatamamanın sınırında parantez açarken, heyecan ve belki tersine döndürme yaratılsa bile karakterin tanınmasında (tanımlanması demek daha doğru olurdu belki, öykü içindeki kahramanların birbirini tanıması ve dolayısıyla okurun bu yolla aydınlanması değil, okurun karakter üzerinden bir yargıya varması, doyuma ulaşmasını kastediyorum) okura hemen hiç şans bırakmıyor. İddiam, sanatın arı bir dışavurum aracı olduğu tezine dayanmamaktadır. Daranlatımın karakterleri doğru düzgün tanımamıza engel teşkil ettiğine dairdir. Her ne kadar yazınsallık okur ile yazar arasında dolayımlı bir uygunluğu gösteriyorsa da duygu ve yaşantıların geniş boşluklarla kayıt dışı bırakılmasının öyküyü anlamada bir güçlük oluşturduğu ortada. Bir anlamda öykünün giderek sembolik anlatıma dönüşmesi öykü evreninde bir furyaya dönse bile fazlaca sıkıştırılarak eksiltilmiş yaşantıların yerini hiçbir boşluk dolduramayacaktır. Kendi adıma, “Başkalarını etkileme düşleri kurmayın, her şeyi olduğu gibi kendi içinde düşünün”, diyen Virginia Woolf’ün çağrısını yabana atmanın hiç de parlak bir fikre karşılık gelmeyeceğini düşünüyorum.
Bu yazıdaki hedefim, öyküde iç bağlantıları sezdirecek kavramsal dizgenin eksikliğine dikkat çekmekti. Bir bütünün en etkileyici parçaları alınıp bu bütünü anlamayı sağlayacak diğer doğal parçalar niçin esirgensin, diyebilmekti.
Ve başka şeyler; uzun veya kısa pek çok öyküde özsel niteliklerin yaşantıları açıklamada itici güç olduğunun göz ardı edilmesi gibi mesela ki bu nitelikler, metni içten bir çabayla anlama, oyuna katılma iradesine sahip okuru doyuma ulaştıracak olan şeylerdir.