Oruçlusunuz...
Göz kapaklarınızda bir ağırlık, zihninizde bir belirsizlik, hareketlerinizde bir yavaşlama, teşebbüslerinizde bir tereddüt, taleplerinizde bir azalma, konuşmaya karşı bir isteksizlik...
Bu “görünürlükleriyle” oruç, ilahiyatçıların televizyon ekranlarındaki “oruçla yüceliş” söylemlerine hiç denk düşmüyor. Bilakis açlık, uykusuzluk ve çay, kahve, sigara gibi doping maddelerinden mahrum oluş, asıl gerçeklik olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla inanmanın ve “oruç emri”yle sınırlanan, sabrı sınanan bir kul olmanın dışında başka bilgi, yorum ya da güzelleme sizi etkilemiyor.
Kaldı ki, Allah’ın varlığına, birliğine ve Muhammed’in (sav) onun kulu ve resulü olduğuna inanma temelinde, oruç dahil emredilen diğer ibadetler, onların “Allah’ın emri” oluşlarından öte “ayrıca” bir değer yüklemeyi de gerektirmiyor.
Çünkü bunlar son tahlilde ilahi hakikatlerdir ve ilahi hakikatlerin dili ise mecazi olmaz. Ancak bir dil (lisan) ile sınırlandırılmış olan bizler, hiçbir dilin ihata edemeyeceği hakikat ile doğru, sahih bir bağ kurabilmek için mecaza, alegoriye, ayırıştırmaya, karşılaştırırmaya vb. muhtacızdır.
Diğer bir söyleyişle “mecaz”, hakikatin değil, bizim meselemizdir. Nitekim buna bağlı olarak namazı “miraç”, orucu “sabır”, haccı “kıyamet provası”, zekatı “paylaşma” olarak açıklar ya da doğrudan şari tarafından yapılmış ilgili açıklamaları benimseriz.
Ancak ilk ve son tahlilde mümin olarak sadece “emri” ve “itaati” esas alırız ki, bunda asıl olan inanmaktır; inanmak ise “tahkike” gelmez, cüzlere ayrılmaz; o geneldir ve genelliğiyle makbuldür.
Zikredilen ibadetlerin, bizim ancak “metafizik aklımızla” idrak edebileceğimiz huşuu, huzuru ve hazzı ise anlatılmayan, anlatılsa bile asıl kastedileni ihata edemeyen şeyler cümlesinden olarak bizimle mukayyettir. Üstelik bunlar tanım ve deneyim olarak kuldan kula değişen şeylerdir ki, kendisi de sürekli değişmesi nedeniyle, bizim hallerimizdeki değişmeyi temsil tahtında “kalb” adını alan şeye tabidir.
Elbette “din nasihattır” ve bağlamda halkın şu ya da bu vaazla, örnekle, sevdirmeyle ibadetleri yapmaya özendirilmesi de zorunludur.
Şu anda oruç konusunda yaşadığımız şekliyle normal olmayan, bu özendirmenin zamanımıza çok uzak düşen örnekler üzerinden, hakim materyalist anlayışı sarsmaksızın, sadece onu şirinleştirici geçici mistik bir aralamaya yol açacak şekilde yapılmasıdır.
Bunun doğru tanımlaması ise: Verili dini bilginin şimdi adlarına ilahiyatçı denilen modern ruhbanlar tarafından idealize edilmesi, doğru yorumların, yeni aşırı yorumlar olarak onların elleriyle enflasyona uğratılmasıdır.
Yukarıda sözünü ettiğim orucun görünürlüğüyle, idealize edilmiş görünmezliğinin çatışması bu cümleden bir çatışmadır ve bu çatışmadan, orucu malum görünürlüğüyle ve zorluğuyla ibadet olarak yapma zorunluluğundan başka bir düşünceyle kurtulmak da mümkün bulunmamaktadır.
Ya da en azından yukarıda zikrettiğimiz halinizi esas alarak, onu “görünürlüğün dili” üzerinden kendinizce yeniden bir okumaya tabi tutmakla ancak söz konusu çelişkiden kurtulabilirsiniz.
Örneğin “hız” ile nitelenen asrımızda, telaşı ve koşuşturması hiç bitmeyen kullar olarak, orucu malum oruçlu halimize bakarak, bir tür ilahi emrin durdurmasıyla “durma /vakfe” olarak niteleyebilirsiniz.
Bu yanıyla durma / vakfe, on bir ayda durmaksızın baktığı, düşündüğü, yorumladığı için doğru bakamayan, düşünemeyen, yorumlayamayan zihne, “vukuf sahibi” olarak davranma, idrak etme vaadini içerir.
Çünkü durma / vakfe, bir şeye doğru dikkat kesilmenin, bir şeyi gereğince görmenin ya da bir şey üzerinde yerli yerince düşünebilmenin ilk şartıdır. Dahası, salt koşuşturmak için yaratılmamış olan bedenini belirli bir süre durdurma, dinlendirme hakkı olarak ortaya çıktığı gibi, hareketle hareketsizlik, hız ile yavaşlık arasındaki berzahın keşfedilmesine de imkan sağlar.
Bu yanıyla oruçla durmak, hactaki Vakfe’den bir işaret taşır; bu duruşta kendine dönmeyi (kendi hakikatini bilmeyi) başarırsan, tıpkı Arafat sonrasındaki gibi aleme, tekten çoğula, duruştan harekete, yavaşlıktan hıza dönmeyi hak edersin!
Aksi halde yorulmuş sözlerle idealize edilen oruç, kendi hakikatinin dışındaki şeylere isabet etmeye başlar ki, bu noktada yaşananla, zoraki duyumsatılmak istenilen arasındaki yarılma, onun toplumsal bir gerekliliğe dönüşerek, İlah ile ilişkisinin kopmasına ve (örneğin, çoğul bir diyet eylemi olarak) sekülerleşmesine neden olur.
twitter.com/OmerLekesiz
(YENİ ŞAFAK, 24.06.2015)
Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.