Menu
CAMİ OLSA DA GÖRSEYDİK
Haberler • CAMİ OLSA DA GÖRSEYDİK

CAMİ OLSA DA GÖRSEYDİK

Mustafa Kutlu abi ‘sen oraya yakın sayılırsın, git bir gör’ dedi.

Konu: Büyükçekmece’deki Sancaklar Cami.

Yakın olmasına yakındım ama bildiğim yer değildi. Sağolsun romancı Hacı Şaban Boztaş ile şair Orhan Güdek’in bildikleri bir yermiş, birlikte gittik.

Yol ile aynı seviyedeki cami avlusuna ayak bastık ilkin. Avlu dediğim ön ve sağ tarafı beton duvarla örülü, içeriye dahil olduğunuzda yine set kabilinden iki taş duvarın sizi karşıladığı avludan başka her şeye benzeyen bir alan.

Paralel set halinde uzaman iki duvardan soldakinin önüne yaklaşık bir metre yüksekliğinde üçüz kütle konulmuş; musalla taş(lar)ı niyetine...

Sağdaki duvarın bitiminde ise benim dikit dediğim ama asıl karşılığına Kutlu’nun ‘meçhul asker anıtı’ nitelemesiyle kavuşan, minare niyetine yapılmış dikdörtgen ikinci bir kütle var.

Musalla taşlarıyla ölüm’e (ve varlığın yataylığına), dikit ile Allah’ın ‘el-Bârî, el-Hayy, el-Kayyum’ oluşuna gönderme yapılmak istenildiği düşünülebilir ama bu, ‘gönderme böyle mi yapılır?’ derdirtecek cinsten bir sorgulamaya çok daha yatkın görünüyor.

Baştan söyleyeyim (Kayrak taşı’yla) yukarıda (girişte) ve altta (camiye gidilen yerde) çevreleyen / bölen duvarlar, merdivenler, koruma - set aksesuarı, üçüz kütle ve meçhul asker anıtı’nın (minarenin) tümü (zemin döşemeleri dahil) hafif bir ton farkıyla camiyi siyahlıkla grilik arasında gidip gelen ve dolayısıyla bir kilise kasvetini yansıtan renge boğmuş durumda.

Merdivenlere doğru yürüyoruz. Merdiven de nereden çıktı diyeceksiniz ama böyle. Çünkü cami kottan kazanılmış bir daire gibi konumlandırılmış.

ys342a01Merdivenleri iniyoruz; hoş, ilk bakışta estetik görünüyor; hatta bir kenarı soldaki (üstü örtülü olsa dehliz diyebileceğimiz) çıkış yerinin ön duvarına bitişik olan merdivende ‘sulamalı estetiğe’ başvurulmuş. Hatırlatmadan geçmeyeyim bizim camiye indiğimiz merdivenle, sulamalı merdivenin arasında bir zeytin ağacı bulunuyor. İkinci bir zeytin ağacı daha var, o da cemaatin dinlenme, bekleme kısmında. Başkaca hiçbir ağaç yok.

Önümüzde yine taş duvarlar arasında, cam cepheli, ön, arka ve yanlarında sulu alanlar olan sosyal tesis bulunuyor. Onunla cami duvarı arasında yine bir ara var ki burada (sağda, cami duvarında) abdesthane yer alıyor. Sonrası ikinci zeytin ağacının ve kübik oturma kütlelerinin bulunduğu yere açılıyor.

O ana kadar gözümüzde bir cami canlanmadığı gibi, bir camiye gelmişlik duygusuna da bürünebilmiş değiliz henüz.

‘E, madem geldik, varsa girelim şu camiye’ diyoruz ve güya kapı olan yere geçiyoruz. Selatin camilerimizdeki gibi ‘vaaza, ilme, irfana, ibadete, zikre ve ‘harp yeri’ anlamındaki mihraba ‘geçilen’ bir kapı değil bu, daha çok kapı olduğu öngörülebilen bir kapı karikatürü!

Ve içerdeyiz.

Karşımızda çıplak betondan bir kale duvarı! Altı adet yarım daire basamaklı yerde bir girinti (niş değil, bir niş azmanı) ve onu izleyen tabanda biraz geniş, yukarıya doğru gittikçe daralan bir kırım ya da girinti!

Merdivenli olan yer minbermiş, kırım yeri ise mihrap! Kürsüyü merak ediyorsanız o da ‘vav’ın çakıldığı özel duvarın sağında.

Tavan çıplak betondan. Yukarıya doğru kat kat daralıyor. Sevgili Boztaş, tavana boş boş baktığımı fark ederek ‘abi, gül şeklinde’ diyor. Gül-eceğim ama gül-emiyorum; beton gülün altında kendimi zor zaptediyorum çünkü düz duvarda, kübik ortamda yarım daire merdivenin yolaçtığı gerilimden patlamak üzereyim.

ys342b01Mihrap tarafından bakınca iç mekandaki yüksekliği artırmak için düşürülmüş taban inişli merdiven şeklinde tesviyelenmiş; her basamağı görünür kılacak şekilde yerleştirilmiş ışıkların delaletine göre kapalı bir anfi tiyatroya benzeyen iç mekanda, doğal ışığın girmesine imkan verilen tek yer, kale duvarının üstünde, yüzünüzü duvara yapştırarak ancak görebileceğiniz dar bir açıklıkta, üstteki avlunun zeminine yerleştirilmiş pencereler... Pencere dediğim, avludan bakarsanız zemindeki dar (ve sabit) cam döşeme, kale duvarından bakarsanız duvarla tavan arasında yer alan camla kaplanmış yarıktan ibaret kısım.

Dolayısıyla ibadet mekanında safın en sonunda duran cemaat imamdan yaklaşık bir, bir buçuk metre daha yüksekte kaldığı gibi, güneş ışığı da ‘tadımlık’ bir ışıktan ibaret. Işıklar söndürüldüğünde ise ortam bir kilisedekinden iki kat daha fazla karanlığa gömülmüş bir tiyatroya dönüşüyor.

Yine selatin camilerden baktığımızda bu aşırılaştırılmış loşluk bana İmam Hatip’teyken fen bilgisi hocalarımızın laikliğin önemini / iyiliğini vurgulamak üzere yaptıkları şu ısrarlı telkini hatırlatıyor: ‘İbadet yerine girdiğinizde dünyanın, dünyaya çıktığınızda ibadet yerinin kapısını kapatın.’

Selatin camilerdeki ışık düzeni Müslümanları bu ayrımdan alıkoymanın ötesinde, ibadet alanını ‘girilen’ yer olmaktan çıkartıp ‘geçilen’ yer haline getirir. Diğer bir söyleyişle hayatın içindeyken ibadet ettiğiniz için, ne kapatmanız ne de açmanız gereken bir şey vardır. Dolayısıyla selatin bir cami sekülerleşmeyi reddeden yapısıyla Müslümanı kendi (şeri) zaman ve mekan idraki içinde tutar.

Konu bitmedi, nasip olursa yarın devam edeceğim.

twitter.com/OmerLekesiz

(YENİ ŞAFAK, 06.01.2014)

ÖMER

Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.