Menu
NASREDDİN HOCA’NIN İRŞAT TARZI: GÜLDÜRME
Deneme/İnceleme/Eleştiri • NASREDDİN HOCA’NIN İRŞAT TARZI: GÜLDÜRME

NASREDDİN HOCA’NIN İRŞAT TARZI: GÜLDÜRME


Yazı başlığımız, açıklanma gerektiren iki terimi ihtiva ediyor: İrşat ve güldürme.

Arapça “doğru yola girmek” anlamındaki rşd kökünden gelen irşat, doğru yolu gösterme; mânen aydınlatma, hak yolunu gösterme, gafletten uyandırma, uyarma demektir. Çoğulu: İrşâdat’tır.  

İrşad’ın hidâyet kelimesiyle aynı anlamda kullanıldığını söyleyen, Râgıb el-İsafahânî, irşat’la aynı kökten gelen rüşt kelimesinin, “Hem dünyevî hem de uhrevî işlerle ilgili” kullanılmasından hareketle, bunun yalnızca uhrevi işlerle ilgili kullanılan reşed kelimesinden daha genel olduğunu bildirir. 

Buna göre rüşt, doğru yolu bulma, doğru yola girme; doğru düşünecek, doğruyu bilecek, ayırt edecek seviyede olma, olgunluk, kemâl demektir ki, bu aynı zamanda ilâhî ve aklî şeriatı birlikte kabul etme ve uygulama yetkinliği olarak, buna sahip bulunan fertleri ilahî teklifin ve emrin zarfı kılar. 

Oldurgan fiil güldürme ise, geçişsiz fiil gülmenin zuhura çıkarılmasıdır. 

Buna göre gülme, bir kimse(nin) bir şeyi tuhaf bulduğu veya bir şeye sevindiği zaman kesik kesik sesler çıkarmak suretiyle duygusunu, sevinç veya hayretini açığa vurması; ses çıkarmadan hafifçe gülümsemek, tebessüm etmek; biriyle bir şeyle alay etmek, eğlenmek; bir şey (için) birine iyi yüz göstermek, onu bir şeylerle karşılaştırmak; mutlu bir zaman geçirmek, mesut olmak; görende neşeli bir etki bırakacak bir görüşü olmak demek iken, güldürmek de (birinin) gülmesine sebep olmak, gülmesini sağlamak demektir. 

İrşat ve güldürme terimlerini yazı başlığımızdaki özne ile birlikte düşündüğümüzde de, Nasreddin Hoca’nın (Kuddisesırruh) muhatap olduğu kimseleri güldürme yoluyla irşat ettiğini söylemeye memur oluruz.   

Nasreddin Hoca’nın mürşitliği ve mürşitlik tarzı hakkında ayrıca bir delile, ispata gerek görmeksizin ulaştığımız bu aklî sonucu, kaydî planda da öncelikle Evliyâ Çelebi’ye borçluyuz. 

Evliya, onu Mevlânâ Hazret-i Şeyh Hoca Nasreddin olarak tesmiye etmekte; yaşadığı zaman hakkında yanılmış olmakla birlikte onu “Engin erdem sahibi, hazır-cevap, keşif ve keramet sahibi bir ulu sultan” olarak nitelemekte ve onun nasihâtlarıyla latîfelerinin darb-ı mesel hâlinde kullanıldığını belirtmektedir.

Yine, Ebu’l-Hayr-ı Rûmî’nin Saltıknâmesi’nde, Server’in, Nasreddin Hoca’nın cinsellik içeren bir latîfesini anlamlandırmaya çalışması esnasında söylediği şu sözler ve ilgili konuşmalar da Hoca’nın keramet ehli, güldürerek irşat eden bir mürşit olduğuna delâlet etmektedir: 

“Server bu sözü işitince gayriihtiyari tebessüm etti, güldü. Nasreddin Hoca dışarı gitti. Server:

‘Bu er velidir, derler. Bu sözün herhalde bir anlamı ve bir tevili vardır. Zira Ahmed-i Arap küfürler söylerdi, onun bir anlamı vardı. Şüca-i Acem de nedametler eylerdi. Halk, veli olduğunu sonradan anladı. Şimdi bu er de velidir. Boş ve bilgisiz değildir. Bunun sözünde bir anlam, sözlerin hakikati vardır. Zira Sultan Kevneyn ve Resulu’l-Sakaleyn bu hadiste buyurur ki, el-mecazii nazretü’l-hakiki (‘Mecaz hakikatin görünümüdür’). Şimdi kişi dünyadan ahirete gidince, onunla birlikte ne giderse onun mülkü olur. Kendinden ayrılmayan ne ola, dedi. Düşündü.

-Onun biri ilimdir, biri de ameldir. Dünyadan kişiyle birlikte bunlar gider, ayrılmaz. Fakat o vücudun birisi ne ki? İkisi bunlardır. 

Diğer birini bulamadı. Merak etti. Birazdan Nasreddin Hoca kapıdan içeri girip selam verdi:

-Ya Server! Düşünüp de bulamadığın kalbin ihyasıdır. Meseldir. ‘Gönülden gönüle yol vardır.’ Evliyaların arası böyledir. Birinin gönlünden geçeni, diğerleri bilirler, dedi.

Server, bunu işitince hayret edip:

-Güzel söylediniz, dedi.

Böylece bildi ki Molla Nasreddin’in söylediği hep mecazdır. Veli hakikat söylermiş, mecazî sözü sûret eylermiş. Bu bir remz imiş.

-Bu kişi tekin er değildir. Nitekim Basri ve Ahmed; küfürbaz gibi latife ile hâl söylermiş, rumuz edermiş, dedi.”

Öte yandan Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî’nin (Kuddisesırruh) torunlarından Seyyid Burhâneddîn Çelebi (v. 1313/1897) de, Saltıknâme’deki mezkûr bilgiyi takip ettiğinden olmalı ki, Nasreddin Hoca’nın 121 latifesinin tasavvufî şerhini yapmıştır. 

Mustafa Kirenci, Kemalettin Şükrü’nün Nasreddin Hoca’nın fıkralarını esas alarak yazdığı biyografik-romanının Takdim’inde ele adlığımız konuyu kültürel cihetiyle şöyle kuşatmıştır: 

“Nasreddin Hoca öyle bir kültür örneği ki benzeri çok az. Her zaman hayatımızın içinde. Hem de insanın meşrebi ve düşüncesi, kültürel mayasını meydan getiren ve onu seviyeler ve katmanlar halinde temsil eden kim olursa olsun, herkesin ortak bir değeri. Sohbetleri hizaya getiren, ruhları tebessümüyle yumuşatan, itirazları, çekişmeleri maharetle uzlaştıran hep o değil mi. Sözün sohbetin hitamı, daha yeni bir ifadeyle jübilesi ona ait. O daima yerleşik ve alışılagelmişi aşan bir mantık, hileye karşı yeni bir hile ve hileye karşı saflığa zafer bahşeden bir feraset ustası. 

Onu mizaha hapsedebilir miyiz? Bu tutum onu hiç anlamamak olurdu. O, bazen insanın içinden geçenleri okuyan ve insan davranışlarının zengin anlamlarını ortaya çıkaran bir psikolog, bazen hayatın anlamını bir cümleyle özetleyen bir bilge, bazen toplumu çözümleyen ve toplumsal ilişkileri kendi formülleri ile açıklayan bir sosyolog, bazen de hükümdara karşı siyaset üreten bir stratejist. Ya da Yaratıcı'nın işlerini derinden kavrayan bir mutasavvıf, yaratışın sürprizlerine teslim olan bir mütevekkil. Ve herkese kendisi kadar seslenmenin sırrını bulmuş bir simyacı, Ve... gönlü ile Yaratıcı arasına gayrıyı sokmayan bir derviş. Velhasıl kalbine bütün varlığı doldurmuş ve her yaştan insanın gönlüne yerleşme mahareti göstermiş bir dost, akraba bir ruh. Öyle bir miras bırakmış ki ona büyükten küçüğe herkes talip.” 

Gülmenin-güldürmenin Nasreddin Hoca’nın irşat tarzı olmasıyla ilgili tespitimizden ve bunu teyit eden yukarıdaki alıntılardan hareketle sorulması gereken şey şudur: 

Nasreddin Hoca bu seçimi neden ve nasıl yapmıştır?

Sorumuzdaki seçim/seçme kelimesi, irşat söz konusu olduğunda sorunlu bir kelimedir. Zira, İslâmî bir mana ve sorumluluk esasında, irşat konusunda ferdin kendi iradesiyle bir seçimde bulunmasından çok, onun kendi istidadının ve istihkakının keşfini gerçekleştirmiş olması gerekir. 

Diğer bir söyleyişle, sûfî olsun ya da olmasın, mümin bir kulun hayatının her safhasına yayılan irşat görevi, Allah’ın ona bir bağışı, bir nimeti olan istidadında ve istihkakında kayıtlıdır. Her mümin, kendi a’yân-ı sâbitesinde yerleşik olan bu vb. nimetlerin ferdiyetindeki tecelli nispetinden haberdar olmak ve bununla kul olarak kendi varlığının hakkını tam vermeye gayret etmek durumundadır. Aksi halde, güzel ses istidadına sahip olmadığı halde musikide, yazma istidadına sahip olmadığı halde yazarlıkta ısrar edenin uğrayacağı sonuç aynıyla bu konuda da ortaya çıkar ki, bu da o kulun zamanını boşa harcamasına, üzülmesine, başarısızlığına sebep olur. 

Öte yandan, İslâmî bir çerçeveden baktığımızda, gülmenin / güldürmenin insanda yerleşik bir özellik olduğunu, nefse tabi olarak zuhura çıkan bu fiillerin de, nefsin diğer tezahürleri gibi din yoluyla terbiyeye muhtaç bulunduğunu görürüz. 

Buna göre, mümine düşen gülenin / güldürmenin nefsinden bir cüz olduğunu bilmesidir. Bu bilgiyi edindikten sonra, ayrıca gülmenin özünü / mahiyetini bilmekle yükümlü değildir, bunları şeriatın belirlediği hadler içinde yaşamakla ve yaşatmakla yükümlüdür. Nitekim İslâm ahlakıyla ilgili kitaplarda da konu bu şekilde işlenmiştir. 

Örneğin, Râgıb el-İsfahânî Erdemli Yol adıyla dilimize tercüme edilen ez-Zerî’a ilâ mekârimi’ş-Şerî’a adlı kitabında konuyu böyle ele almıştır: 

“Şaka ve mizah ölçülü olduğunda övülmüştür. Bu meyanda Allah Resûlü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ‘Ben de şaka yaparım. Ama yalnız hakkı söylerim.’ Nitekim şaka maksadıyla kullandığı bazı sözleri sahih rivayetlerde yer almıştır. Said b. el-Âs (ra) şaka konusunda oğluna şöyle öğütte bulunmuştur: Şakada ölçülü ol. Çünkü onda aşırı gitmek saygınlığı giderir ve beyinsizlerin tepene çıkmasına yol açar. Şakadan tamamen uzaklaşmak yakın dostları tutuk kılarken iç içe yaşayanları birbirlerinden uzaklaştırır. 

Şaka ve mizahta ölçülü olmak gerçekten zordur ve buna riâyet etmek herkesin harcı değildir. Hikmet ehlinden birçoğu mizahta sıkıntı çekmiştir. Hatta bu hususta şöyle denilmesi âdet olmuştur: Şaka saygınlığı götürüp dostluk bağını koparır. Kötülükten başka bir sonucu olmayan bir haldir. 

Gülmeye gelince, insanoğlunun en temel özelliklerinden biridir. Gülme şaşmadan kaynaklanabilir. Şaşma ise fikirden doğar. İnsanı, hayvandan ayıran temel vasıf da fikirdir. Mizahta olduğu gibi gülmede de ölçülü olmak ve hoş karşılanacak dozu kaçırmamak zordur. 

Gülme konusunda şöyle denmiştir: Fazla gülmekten sakının. Çünkü kalbi öldürür ve unutkanlığa yol açar. Çok gülmenin gevşeklik ve duyarsızlığa yol açtığı da söylenmiştir. 

İsa Peygamberin (as) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ‘Yüce Allah memnuniyet olmaksızın gülene ve amaçsız söz taşıyana buğz eder.’ Bayağılık kokan komik şeyleri ağzından düşürmeyenlere gelince bunlarınki çirkinliğin doruğudur. 

Allah Resûlü (sav) buyurdu ki: “İnsanları güldürmek için yalan konuşan kimsenin vay haline! Vay haline onun! Vay haline!”

İbn Miskaveyh de Tehzîbü’l-Ahlak’ında, yine Hz. Peygamber’in (sav) şaka yaparken de gerçeği söylediğini, Hz. Ali’nin de (ra) çok şakacı olduğunu belirterek, şaka (mizah) konusunda ölçülü olmanın zorluğundan bahisle, Şerî hatta durmanın elzem olduğunu söyler.

Nasrettin Hoca’nın mekûr haddi gözeterek, aynı tefekkür ikliminde yaşadığından kuşkumuz olmadığına göre, onun gülmeyi / güldürmeyi irşat tarzı haline getirmesindeki neden ve sonuçları da bu merkezde değerlendirmemiz gerekir. 

Bir mizah meselesi olarak gülme / güldürmenin Sokrat, Platon ve Aristo’dan beri ele alındığını, bunların özlerinin ne’liği konusundaki modern araştırmaların -Bergson, Kierkegaard, Baudelaire vd. müstakil çalışmalarıyla- daha da yoğunlaştığını ve günümüzde özel bir nazariyenin konusu olarak mizah sektörünün gelişmesine hasredildiğini, ancak hâlen “ifadeye kavuşturulması ve tanımlanması bakımından” bir arpa boyu yolun bile kat edilmediğini bildiğimize göre, İslâm’ın bu konudaki bakışını ve bunu temsil eden en önemli zat olarak Nasreddin Hoca’nın seçimini zikrettiğimiz bağlamda içselleştirmek durumundayız. 

Öte yandan, Nasreddin Hoca’nın nasihât ve latîfelerini günümüzdeki fıkralaştırma yoluyla segilenen sekülerleştirme çabalarının da farkında olmalıyız. 

Özellikle Pertev Naili Boratav’ın derlemelesinden itibaren hız kazanan bu çalışmaların tıpkı masallarımıza, mesellerimize, halk hikayelerimize, türkülerimize… uygulandığı gibi, yeni bir tahrip kalıbı hâlinde, salt bir dünyevileştirme inadıyla uygulanmasına rıza göstermemeliyiz. 

Zira, Nasrettin Hoca’dan bize kalan bir irşat tarzı olarak gülme / güldürme konusu, bizim mizah kültürümüzden önce dinimizin konusudur. 




1-İlhan Ayverdi, Misalli Türkçe Sözlük, Kubbealtı Yayınları, İstanbul 2008 2-Râgıb el-İsfahânî, Müfredât - Kur’an Kavramları Sözlüğü, Trc.: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul 2007 3-İlhan Ayverdi., a.g.e. 4-İlhan Ayverdi, a.g.e. 5-Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3/14-15, Haz.: Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, Robert Dankoff, Zekeriya Kurşun, İbrahim Sezgin, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2011 6-Ebu’l-Hayr-ı Rûmî, Saltıknâme – Saltık Gazi Destanı, Haz.: Necati Demir, M. Dursun Erdem, TİKA-UKİD Yayını, İstanbul 2013 7-Seyyid Burhâneddin Çelebi, Nasreddin Hoca Lâtifleleri – Burhaniye Tercümesi, Haz.: Fikret Türkmen, Büyüenay Yayınları, İstanbul 2013 8-Kemalettin Şükrü, Nasreddin Hoca’nın Hayatı, Haz.: Mustafa Kirenci, Büyüyenay Yayınları, İstanbul  2018 9-İbn Miskaveyh, Tehzîbü’l-Ahlâk – Ahlâk Eğitimi, Trc.: Abdülkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihat Tunç, Büyüyenay Yayınları, İstanbul 2013 10-Geniş bilgi için bkz.: Rıdvan Şentürk, Gülme Teorileri, Küre Yayınları, İstanbul 2016Pertev Naili Boratav, Nasreddin Hoca, Kırmızı Yayınları, İstanbul 2007

ÖMER

Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.

Diğer Yazıları