Menu
OLİMPİYAT DEYİNCE
Deneme/İnceleme/Eleştiri • OLİMPİYAT DEYİNCE

OLİMPİYAT DEYİNCE



Brezilya’nın yıllardır, artan bir şevkle düzenlediği karnavalları karmakarışık duygularla seyrederim. Şaşkınlık, imrenme, hayıflanma, bu kadar da olmaz ki…


Sanki karnavalın tarihçesini biliyormuşçasına hayıflanmama şaşardım!

Meğerse: Sıkı bir hristiyanlık geleneğinden doğmuş. Onlara da putperstlik döneminden kalmış. Paskalya yortusundan önce kırk gün (carnem levera) etten mahrum kalma geleneğiyle başlamış. Uzun bir zaman din adamları karşı çıkmış. Romalılar zamanında ilkbaharla birlikte tabiatın yeniden canlanması şerefine yapılan şenliklerden çıktığına da inanılıyor. Brezilya’ya aksetmesi; Portekizli denizcilerin, keşifler sırasında Hindistan’da gördükleri, yoldan geçenlerin üzerine evlerden dışkı, pudra, yumurta atma geleneğiyle, “et yememe” bayramlarının birleşmesiyle olmuş.

Karnavaldayoldan geçen birini yakalayıp soyarak denize atmak da yaygınmış. Karnaval zamanla yenilenerek 1907’de Corso denen arabalarla Rio’da resmi geçit yapmaya dönüşmüş. Zenci ve melezlerden oluşan garip halk bu arabaların peşinde müzik eşliğinde yürümekten memnun, dansları “Sambay”ı yapabiliyor, beyazlardan da ilgi görüyormuş.

1927’de “Estacıo de Sa” mahallesinde ilk Samba okulu açılmasıyla karnaval Samba okullarının geçit törenine dönüşür. 1960’tan beri; yani 47 yıldır kültür bakanlığı bu gösterileri sahiplenir. Dünyaya tanıtır gösterilere bilet bastırır. GünümüzdeRio karnavalı’nın süksesi malum.

Ne’ye hayıflandığımı bulmaya çalışırken bir hayal düştü gönlüme.

 -20 derece, kendini zor götüren katur kutur bir Rus treninin vagonu, vagonun buzlu camından; belki Hasan Kale’nin belki Gemerek’in karlı düzlüklerine benzettiği Kazakistan’ın bozkırlarına dalmış bir delikanlı. Ağlayamaz. Gözyaşları buz tutar! Durduğu istasyonların isimlerini okumaya çalışır. Birden fark eder bu alfabeyi henüz sökemediğini. Susar; su isteyemez. Buranın dilini de bilmediğini hatırlar. Değme tiyatroculara taş çıkartırcasına anlatır susuzluğunu. Yılların paslandırdığı kapıları açan şifre gibidir, anlaştığı tek sözcük: Selamün aleyküm. Hayal gibi, masal gibi…İlk gidişler…

Elçiliklerin bulunmadığı ülkelerde fahri büyükelçi, işadamlarına gönüllü danışmanlar… Ülkelerinde savaş çıkıp aylarca kuşatma altında kalan yerlerde öğrencilerinin sığınakları olurlar.

Gitmeyi ne kadar derinden istemiş ki bazıları, dönmediler. İlk gördüklerinde biraz ürpererek baktıkları bozkırlara boylu boyunca uzanıverdiler. Zaten tenbih etmişlerdi.” Düştüğümüz yere, hemen oraya…” Dedikleri oldu çoğunun.

Ama hiçbir şey boşa değildi. Geri dönemeyenler gökkuşaklarını saldılar ülkelerine; siyah, beyaz, sarının bütün tonlarında. Gördüğümüz simaların çoğu, adlarını telaffuzda zorlandığımız ülkelerden, gidip görmemizin mümkün olmadığı yerlerden geliverdiler. Bizim için ötekinden de ötekiydiler. Hayallerimizde bile yerleri yoktu.

 Biz de onlara yabancıydık. Uçaktan boğazı gördüklerinde şaşkınlıkla birbirlerine seslendiler. Suyun bu kadar yakınlaşmasına, yakınlaşıp karışmamasına hayret ettiler.

Sonra yaptıkları iş geldi akıllarına.

Okullarında öğrendikleri bu bu dille, Türkçe’yle konuşmayı, şarkı söylemeyi şiir okumayı sevdiklerini düşündüler. Bu dili konuşanlarla nerdeyse boğazın iki yakası kadar yakındılar. Simalarıyla, kıyafetleriyle, yaşantılarıyla kabul görüyorlardı. Keyifle yaslandılar arkalarına.

“Ne işleri var; Afrika’da Rusya’da bilmem nerelerde, Türkiye’de yapacak iş yok mu?”diyenlere: Maydonose showland” i İstanbul gösteri merkezi yaptılar ya!

Sonra gösteriler yaptılar dünyanın yerinden oynayıp da sağır sultanın gık demediği…

Akla ziyan sesler, görüntüler kazındı içlere; ağlatırken kahkahalara, güldürürken hıçkırıklara boğan.

 Hissedilenlerin adını koymak mümkün olmadı. Bilmem nasıl dayanmalı bir yıl daha?

Putperestlik geleneğinden yola çıkan Sambacılar’la, Türkçe olimpiyatlarının ne alakası varsa!

Diğer Yazıları