Menu
NURETTİN TOPÇU'DA HAREKET VE İSYAN
Deneme/İnceleme/Eleştiri • NURETTİN TOPÇU'DA HAREKET VE İSYAN

NURETTİN TOPÇU'DA HAREKET VE İSYAN

Nurettin Topçu’nun İsyan Ahlâkı, iradenin davası meselesinde kavramlaştırılmıştır. İrade ise hareketiyle eser vermektedir. Topçu’nun irade-hareket kavramları felsefesinin temel basamaklarını oluşturur. “İradenin eseri olan her hareket mükemmele, daha mükemmele bir özlemdir” der. Bu noktada Ali Şeriati’nin “İnsanın Dört Zindanı” meselesiyle bir kesişmesi vardır. İnsan, Topçu’da da tarih-toplum-coğrafya-benliğin esareti altındadır: “O, gerçekten de dışarıdaki eşyayı, ancak kendi hareketi ile başkalarınınki arasında bazı aynîlik veya benzerlik ilişkileri kurarak tanır” (İA, 1995: 25). Topçu, Ali Şeriati gibi “dört zindanı” tanımlamaya ihtiyaç duymaz. Çünkü onun felsefesi irade-hareket felsefesidir. Birey felsefesidir. Ali Şeriati’de ise birey, tarih-toplum zindanından çıkamayacaktır. Ali Şeriati’nin bireyi tarihi “hareket ettiren” yani praksise yönlendiren bireydir; birey tarihin kendi hareketini, ilkel toplum/ göçebe toplum/ köleci toplum/ feodal toplum/ burjuva toplum dönemlemelerini kıramaz: “Üretim kaynakları üzerindeki ortak mülkiyet dönemi- yani çobanlık, avcılık, balıkçılık dönemi- ve kardeşlik ruhu, gerçek inanç sona ermiş; yerine tarıma dayalı ekonomisiyle hilekarlık ve başkalarının hakkına saldırmaktan çekinmeyen özel mülkiyet dönemi başlamıştır (...) Tarih, aynı zamanda balıkçılık ve avcılık dönemi de olan çobanlık döneminde bütün üretim kaynağının tabiat olduğunu gösteriyor” (ŞERİATİ, 1985: 99). Oysa Nurettin Topçu’da “birey”in “hareket(i) saf bir kendiliğinden oluş değil, engellenmiş bir kendiliğinden oluştur? İnsan, kendini ancak hareketin içinde tanır ve sonra hareket ondan bir yaprak gibi kopar. İnsan kendini ve eşyayı hareket ederek tanır. Bu tanıma, “bizim inanç adını vereceğimiz, kendimize mal edilmek suretiyle kazanılmış bir bilgidir” der. Şeriati de ise bilgi bilimsel bir şeydir, imanla ilintisi yoktur: “Toplumbilimi’n geliştiği ve yaygınlaştığı ölçüde, toplumsal ilişkilerin ve sınıfsal ilişkilerin kavrandığı ölçüde, Yönetim (Hükümet) ve Siyaset Felsefesi’nin anlaşılması ölçüsünde, bireyin toplumsal bilince varması ölçüsünde (...) Toplum’un ürünü olan insanlar Toplum’u biçimleme durumuna gelebilir”, der (ŞERİATİ, 1985b: 69).

Bu ayrımın yapılması önemlidir. Zira, Topçu’nun “hareket”i, Batı tarihinde oluşmuş dönemsel nizamların niçin Doğu’da oluşmadığı araştırmasına girmemektedir. Topçu’ya göre ruhi hayat bir hareket etme iradesinden doğar ve “hareket ahlâklılıktır/iyiliktir”.Önce kendi ferdi hayatını, sonra da toplum hayatını yaşayan insan, hayat ve toplum nizamındaki esaretini aşmak için ahlâkî hareketiyle evrensel iradeye kavuşmak için bir çeşit değişim/conversion’a uğrar. O’nun değişimden maksadı, evrensel iradeyi araştırmaktır. Topçu’da ahlâkî davranış, kendi bilgisini kendisi tayin eder. İyi olmanın egzersizi, iyilik bilgisinden önce gelir. Topçu bu fikri ile Sokrates, Eflatun, Aristoteles ve Aydınlanma düşünürlerini eleştirmektedir. Zira onlara göre insanı ahlâklı kılmak için öğretmek yeterlidir. Topçu ahlâkında ise önemli olan şey yalnızca tecrübedir; ki tecrübe bilgidir, bilgi hareketten arta kalan şeydir. Ancak hareketin gayesi zevk olmadığı gibi fayda da değildir. Topçu’da “hareket bir zarurettir, kendi şeklinin mükemmeline ulaşmaktır” (İA, 1995: 29). Mutluluk, fayda, dayanışma ahlâkları, hareketin çıkardığı genel sonuçlardır. Bunlar gaye olamaz. Çünkü, “ahlâkî hakikatler olgu hakikatleri değil, değer hakikatleridir”. Burada “dayanışmacı ahlak eleştirisi” ile Durkheim’den ayrılmıştır. Spinoza’nın panteizmini de eleştirir. Spinoza’nın felsefesinde cüzî irade yanılgısı vardır. “Allah kendi kendisindedir (bizatihîdir), başka hiç bir şeyle tasavvuru mümkün değildir, o halde (...) bizim hareketlerimiz yalnızca ilahi hareketten kaynaklanmaktadır” (İA, 1995: 29). Spinoza, kurtuluş meselesine çözüm arıyor. İnsan ebedi mutluluğa nasıl ulaşır? Ona göre ebedi mutluluk ruh huzurunda mükemmel bir sükunette bulunur. İnsan tabiatı itibarıyla ve dolayısıyla mutsuz bir varlıktır. Tabiatta nizam ve ahenk vardır. Ona da hakim olan kanunlar, mükemmel olarak anlaşılabilir niteliktedir. İnsan kendi huzursuzluğunu tabiata taşır. İnsan tabiatın bir parçası olduğuna göre, tabiattaki gibi insanda da kesin bir determinizm vardır. Kurtuluş ve sükunet bulmak için ruhi olayları da tabiat olaylarıyla aynı planda düşünmek ve kanunlarıyla birlikte orada hüküm süren kesin determinizmi tanımak kafi gelecektir. İnsanın hareketini mükemmelleştirmesi için hem kesin olarak tayin edilmiş, hem de kendi açısından tayin edici olan bu cevher birliğini tanıması yeterlidir. Bu ise tabiatta hüküm süren kanunların bilinmesinden ibarettir. Spinoza’nın arzu ettiği huzur, insan tabiatına aykırıdır, der. Çünkü “hareket hürdür”. Hürriyet hareketin ortaya koyduğu bir olgudur. Spinoza’nın insanın hür ve evrensel hareketini inkar ederek, tam esaretini tarif ettiğini, söyler.

Nurettin Topçu’yu yorumlayan Fırat Mollaer, “İsyan ahlâkı, gelenekçi ve bürokratik muhafazakârlık tarafından önerilen gelenekçilik ve sosyal uysallığa karşı gelişmiştir” (MOLLAER, 2007: 23) der. Mollaer, Topçu’nun ahlâkının Gökalp’in bürokratik stil ahlâk anlayışı ile uyumsuzluğunu da verir: “Bürokratik muhafazakârlığın öğütlediği ahlâk, pozitivizmin Türkiye’deki öncülerinden Ziya Gökalp’in “Vazife” adlı şiirinde somutlaşır. Gökalp, ‘O gönlüme Arş’tan inen bir sestir/Milletimin vicdanına ma’kestir!/ Ben askerim, o üstümde kumandan/Baş eğerim her emrine sormadan!/Gözlerimi kaparım!/Vazifemi yaparım!’ der” (MOLLAER, 2007: 23). Nurettin Topçu’da ise Gökalp’in aksine ahlâkî hareket, insanın “Allah’a doğru bir yükselişi veya atılışıdır” (İA, 1995: 198). Her hür hareket ona göre anarşizm, ilahi irade karşısında ise bir itaatkârlıktır. Bunu Hallac’tan alır. Allah, hareketin dışında değildir ve insan asla O’nsuz harekete geçemez. Topçu’ya göre hareket hürriyeti, insanda hareketi yaratan isyan manasına gelir. Sadece isyan eden hürdür veya gerçekten hür olan sadece odur. Ahlâkîliğin fışkırdığı kaynak, Allah’ın iradesi, yani mutlak iradedir. Topçu’ya göre bu, “Allah olma iradesidir”. Yani Hallac’ın dediği “enel Hakk/ben Hakikatim” aşk ve iradesidir. Topçu, “Böylece Allah meselesi ahlâk meselesiyle birleşmiş oluyor” der. Allahsız ne gerçek ahlâk olur ne de gerçek anlamda isyan. Her dinin temelini bir ahlâk sistemi, bir isyan doktrini teşkil eder; içinde bulunduğu durumla yetinen insanın yanılgısına karşı isyan; aynı şekilde, yer yüzündeki bu insanlığın iradesini istismar eden iradeler önündeki insanlığın yegane uysallığına karşı isyan (İA, 1995: 200).

Nurettin Topçu’nun Hallaccı ahlâkının en kavî şekilde anlatıldığı bölüm İmandan İsyan’a başlığını taşıyor. Topçu bu bölümde, “Hareket, tabiat-üstüne doğru bir özlemdir” demektedir (İA, 1995: 172). Bir atılıştan bahseder. O’na göre, bu atılış hamlesi bizde Allah’ın hareketidir. “Allah’ın eksik hareketlerimizi tamamlayan hareketi, bu yetersizliğin, hattâ bu eksikliğin teyidi olmaktadır. Allah bize samimiyetsizliğimizi bildirmektedir. Bu, Allah’lı benliğin Allahsız benliğe karşı isyanıdır. İsyan, Allah’ın bizdeki hareketidir” (İA, 1995: 172).

Nurettin Topçu ahlâkı “Hallaccı isyan” telaffuzu ile bir tıkanıklık yaşıyor. Öncelikle bu, ahlâkın ferdî bir hareket olmasından kaynaklanıyor. Topçu, her ne kadar “insanın isyanı her şeyden önce kendi tabiatına karşı, kendi iç kuvvetlerine, dar ve bencil arzularına karşı isyandır” dese de getirdiği prototipin bundan sonra toplumsallaşması mümkün değildir. Nitekim Hallac da eziyet edilmiş ve ferd olarak ölmüştür. Anadolu’da Topçu’nun fikirlerini hayata geçiren başka sufî yaklaşımlar da var ve bunların “ahlâk nizamı” inşaı bakımından daha güçlü toplumsallıklarla ortaya çıktıkları kesindir. Hacı Bayram ve Hacı Bektaş’tan bahsediyorum. Bu iki pir’in de tekkesinin bir meslek örgütlenmesi olduğu ve Anadolu’da iktisat zihniyetini çalıştığı unutulmamalı. Anadolu’da bir nizam konulacaksa bunun birey felsefesinden ziyade Farabî’nin hane felsefesine dayanması gerekeceği de hususen işaret edilebilir. Türkiye’de son yüzyıldır Farabî’nin “hane”yi toplumun temeli yapan felsefesine uygun bir politik zihniyet oluşmuş değil. Ayrıca Topçu’nun “isyan doktrini”nin imanın eylemi olduğu fikri de tartışılmalıdır.Ahlâk Ayaklanması (1999) başlıklı kitap, Nurettin Topçu’nun isyan ahlâkı doktrinini bu çerçevede eleştirmekte idi. Ahlâk mü’min adamın ahlâkının “ayağa kalkmasıdır”, isyanı değil. Nurettin Topçu ahlâkı, Hallac nedeniyle ferdî harekette kalıyor. Oysa onun köylülüğe yaptığı vurgu bu ferdîliğe imkan vermez. Adalet kavramlaştırmasını isyan gibi bir kavramla inşa edebilmek mümkün görülmemektedir. “Ferdî irade, gerçekte, kendini ortadan kaldırmaya çalışan baskıcı ve zorba topluma karşı isyan eder. Toplum, ferdî harekete geçiş yolunda sadece bir basamaktan ibarettir” (İA, 1995: 172) diyen Topçu, Hallac’ın Abbasiliğe isyanının sonundaki dramatik şehadetinin Anadolu’da nasıl “ahlâk nizamı” inşa edebileceğini izah etmez. Oysa Hacı Bayram-ı Veli’nin “ahlâk yürüyüşünün” İstanbul’u feth ettiği ayan u beyandır. Hareket isyan değil feth üzredir.

-  BURHAN Halûk, Ahlâk Ayaklanması, Pınar Yayınları, 1999

-  MOLLAER Fırat, Anadolu Sosyalizmine Bir Katkı, Dergâh Yayınları, 2007

-  ŞERİATİ Ali, Toplumbilim Üzerine, Bir yayıncılık, 1985

-  ŞERİATİ Ali, İnsanın Dört Zindanı, Bir Yayıncılık, 1985b

-  TOPÇU Nurettin, İsyan Ahlâkı (İA), Dergâh Yayınları, 1995

(*) Bu makale Bu Ülke dergisinin 2012/1 Ocak sayısında yayınlanmıştır.