Soğuk ve kuru bir iklimde dünyaya gelmiştin. Ekinler hasat edilmiş, kışlık yiyecekler ambarlara doldurulmuştu. Kışı mutlu geçirecek zenginlere göre hanenizde karnınızı doyuracak erzakınız olurdu yine de. Kapısı derme çatma evinizde esen rüzgâr uğultuları çocuk kalbini ürpertirdi. Elektrik yoktu, gazyağı lambası ışığında komşu teyzenin anlattığı hikâyeler uzun kış gecelerinin en eğlenceli anlarıydı. Yatsı namazını zar zor bekleyen baban ve annen namazlarını eda ettikten sonra yorgun bedenlerini yer döşeğine atarak istirahata çekilirlerdi.Güneş doğmadan kalkıp güne hazırlanmak rutin işleri arasındaydı.
Fakirlik tevekkülle karşılanırdı köyünüzde. Zaten birkaç kişi dışında zengin sayılabilecek kimse de yoktu. Köyün tek dükkânından alınan çay, şeker gibi temel ihtiyaçlar deftere yazılır, bir yıl sonra harman zamanı elde edilen ürünler satıldıktan sonra ödenirdi. Tefeciler, faizciler boğazınızı sıkmazdı; komşuluk, akrabalık ilişkileri kadar sıcak ve güvenliydi. Günler böyle geçerken kader çizgisi sizi şehre taşıdı ve çeşitli erzakları borç aldığınız dükkânlara mal veren büyük bir toptancı oldunuz. Sadece kendi köyünüzde değil, yakın ve uzak köy ve kasabalarda, ilçe ve illerde fakir ve garibanlara yardım ettiniz. Kalbiniz gibi rızkınız da genişti ve bunu paylaşmanın verdiği erdemle geçirirdiniz günlerinizi.
Yoksulluk içinde geçen çocukluğunuz, genç kız olduğunuzda yerini varlığa terk etmişti. Köyün kızları size özenir, düğünlerinde beyaz gelinlik ve kırmızı duvak giyebilecekleri hülyalarla geçirirlerdi günlerini. Renk renk yazmalara, albenili elbiselere, iskarpin ayakkabılara, deri çantalara sahip olmak muhaldi onlar için. Tüm bunlara sahip oldunuz, sahip olmakla kalmadınız gücünüz ölçüsünde elinizdekini paylaştınız da. Gün geldi beyaz gelinlik, kırmızı duvak giydiniz ve gelin oldunuz. Mutlu bir yuvaya kavuştunuz. Gönlünüze sürur veren çocuklarınız oldu, gelecek kaygısı gütmeden büyüttünüz onları. Günlerini huzur içinde geçiren çocuklardı onlar. Oyuncakları vardı her türden. Ruhsal dengeleri yerinde, anne ve baba sevgisini yüreklerinde hissederek büyüdüler.
Huzurlu bir aile hayatı sürdürürken kader sizi birden yoksulluk ateşiyle imtihana tabi tuttu. Bu öyle bir imtihandı ki, avuçlarınızı yakmakla kalmıyor, yüreğinizi de paramparça ediyordu. İyi günlerinizde yanınızda olanlar şu ya da bu sebepten şimdi yanınızda yoktu. İnsanlara iyilik yapmaktan başka bir şey düşünmeyen babanız, o koca çınar çöl ortasında kalmış yalnız bir çalı gibi acımasız rüzgârın altında bir o yana bir bu yana salınıp duruyordu. Hep vermeye alışmış, adı iyilikle anılmış bu koca çınar hızlı çöküş karşısında fazla dayanamamış, merak ve üzüntüden bitap düşerek garip bir şekilde bu dünyadan ayrılmıştı. Yüzünde devamlı bir tebessümü taşıyan babanızın hazin sonu sizi çok üzmüş olacak ki, daha kırklı yaşlarındayken ateşli bir hastalığa yakalandın. Bu nasıl bir dertti ki, çok kısa sürede eridin de bir deri bir kemik kaldın! Elbet sen de bilirdin yoksulluğu tevekkülle karşılamayı! Ama gel gör ki, muhannete muhtaç olmak gibi acı bir dert yoktu. Demek ki bu yüzden öyle diyordu türkü: “Kadir Mevla’m Senden Bir Dileğim Var/Beni Muhannete Muhtaç Eyleme/Eğer Muhannete Muhtaç Eylersen/Akan Deryalara Gark Eyle Beni”.
Öyle bir deryaya gark oldun ki akışını bile kimse fark edemedi. Sessiz ve saklı birkaç damla yaş akıtıldı ardından ve öylece gömüldün toprağa. Şimdi rahat uyu! Sen bu dünyanın kaynar kazanında eriyerek ebedi âleme temizlenerek gittin. Geride kalan bizler asıl acının ve ıstırabın yakıcı alevleri arasında sersefil yanıyoruz. Öyle bir gaflet içindeyiz ki, buna rağmen ibret almıyoruz. Hala makam ve mevki için bin takla atıyor, midemizi tıka basa doldurmakla yetinmiyor, hiç ölmeyecekmiş gibi ambarımızı dolduruyoruz. Bizim kirli ellerimiz menfaat elleriyle iç içe geçmişken, senin ak ellerin Yedi Beyza eliyle buluşacak orada. Bizim burada taş gibi katılaşan kalbimiz her gün sevgi çiçeklerini ezerken, sen orada İbrahim bahçesinde tertemiz çiçekleri koklayacaksın. Hacer’e, Meryem’e, Ayşe’ye, Fatıma’ya, Zeyneb’e, Sümeyye’ye komşu olacaksın…
Güle güle Neriman…
Mekânın cennet olsun!