Yaşadığımız şey tam olarak bu yani Müslüman yıpranması. Buna dinin yıpranması denilemeyeceğine göre, dini temsil ettiğini iddia eden kimselerin yozlaşmasını nazara vermek kaçınılmaz oluyor. Tarihte ilk defa olmadı bu. İnsanın ve özelde müslümanın para, makam, mevki, şehvet ile imtihanı ne de zor! Görünen o ki bu imtihan türleri çoklarını fazlaca hırpaladı her zaman. Zaten bu durum bile dinin, dizayn ve düzen teorisi olarak dünyevî olsa da, özü ve sonuçları itibariyle uhrevî olduğunu ispatlamaya kafi. İnsan köklü, temelli bir tercihte bulunmalı: Dünyayı mı istiyor, ukbâyı mı?
Biraz daha vatan sathına gelinecek olduğunda, insan bazı şeyleri anlamakta zorlanıyor. Örneğin dedeleri, babaları, anneleri, davaları için -bir zamanlar- her şeylerini veren, hakikaten İslamcı olan kimseler (belki de problem tam olarak buydu), para ile imtihan edilince nasıl oldu da bu kadar çabuk pes ettiler ve dünyaya teslim oldular? Cumhuriyetin ilk kuşağı ile onların dedeleri ve belki babaları arasındaki mesafenin bir benzeri, günümüzün eski İslamcı zenginleriyle çocukları ve torunları arasında oluştu hayretâmiz bir şekilde. Yani üstten dayatmacı modernleşmeye direnen ve türlü reflekslerle buna mukavemet gösteren câmia, para ile imtihan karşısında trajik bir şekilde sınıfta kaldı ve dayatmaya gösterdiği tavrın binde birini dünya nimetlerine karşı gösteremedi. Öyle ki bu ahlaki yıpranma tahammül edilemez bir hale geldi. Mesela kocaman “özel” üniversitelerimizde gayr-i ahlâkî tavırlarını açıktan sergileyecek öz-güvene erişen -sözüm ona- örtülü/dindar gençlerimiz var artık. Asıl trajedi de bu.
Muhtemel bir cevabı var Müslümanların ahlaken yıpranmasının: Helal para yitimi. Cumhuriyet Türkiye’sindeki ahlâkî yozlaşmanın, devlet eliyle yürütülen modernleşme çabalarının ardından özellikle daha fazla maddî imkana erişilen bir dönem olması bakımından Özallı yıllarla başladığını söylemek mümkün. Her devrin zenginleri vardı ve o devirde de öyle oldu. Birileri bir şeylerden tavizler vererek büyüdüler, zenginleştiler ve sonunda hem kendileri hem de ikinci nesilleri bunun ıstırabını çektiler. Genel anlamda sağ cenahın yaşadığı bu kötü tecrübenin üzerinden yirmi sene geçmeden yeni iktidarla birlikte yeni muhafazakar zenginlerimiz oldu. Bu yeni zenginlerin çoğunun zenginleşme süreç ve hızları da çoğunlukla normal bir seyir izlemedi. Yani birikimli bir servet, iyi bir iş, uzun yıllarla gelen tecrübelerin yansımaları falan değil bu zenginleşme. Hassasiyetlerimizden bir avuç verince, dünya namına neler neler elde ettik! Bir avuç dünyalığa mukabil kendimizi verdiğimizi bilemedik. Şimdi Bağdat caddesinde, Bebek’te, Taksim’de lüks arabalarla gezen, kafelerden çıkmayan, (çıplak) tesettürlü kızlar ya da çorap değiştirir gibi kız arkadaş değiştiren anne-babası eski İslamcılar olan gençler aslında tam olarak helâl para yitiminin talihsiz meyveleri. Hatırlamak gerekir ki, Âdem peygamber ve eşi Havvâ, haram olan meyveyi yedikleri için o ana kadar farkında olmadıkları cinsiyetlerini idrâk ettiler ve yüzleri kızardı, örtünmeye çalıştılar. Yasak olanın, haram olanın aldığı ilk şeydir iffet! Birinci nesilde çıkmazsa sonuçları ikinci nesilde, ikide çıkmazsa üçte, orada da görülmezse İslam itikadınca ahirette mutlaka görülecek bir hesap.
“Müslüman yıpranması” kavramsallaştırması iki öngörü, bazı ön-kabuller ve birtakım ön-yargılarla örülü. Birinci öngörü bu yozlaşmanın, maddî yitim/zayıflama ya da bu tarz-ı yaşamdan tatmin olamama gibi sebeplerle bir yerde durmak zorunda kalacağı ve muhtemel bir geriye dönüş ile nispeten ortadan kalkacağı şeklinde.İkinci öngörü ise biraz daha can sıkıcı: Dinin daha liberal bir yorumunun genelleşeceği ve insanların Kitap ve sünnet ile olan bağlarının sadece gelenekle ilgili bir tutum şeklinde değil -ki bu başlı başına bir problem-, dönüştürülebilir bir malzemeye bakış ekseninde yeniden inşa edileceği. Bununla kastedilen tam olarak, metni ve geleneği yeniden üretme adına nasların işlevsiz bir hale getirilecek tarzda yorumlara tabi tutulması. Bu yapılırken de nastan vâkıaya değil, vâkıadan nassa gidilmesi. Mevcudu meşrû kabul etme anlamı taşıyan bu durumun, kendini meşrulaştırıp giyim tarzından mûsikîye, isrâf algısından sıla-i rahîme pek çok umdeyi işlevsizleştirirken çeşitli rol modelleri kullanması imkân dahilinde ve el-ân bunun bazı izlerini görmek mümkün. Yani öngörülen şey, tam olarak Müslümanların liberalleştirilmesi.
Ön-kabuller şöyle: Müslümanlar maddî açıdan zenginleşseler de ahlakî açıdan ilerlemek şöyle dursun aksine güdükleştiler. Yani toplumda dindarlaşma değil, dinin anlamının Müslüman sıfatı ve kisvesi taşıyanlar tarafından ortadan kaldırılması söz konusu. Neden Müslüman zenginler yeni lüks iskân mahallelerinde toplanıyorlar ya da niçin zengin Müslüman tipi tebcil ediliyor ve her yerde şal takan manken resimleri görülüyor, ciddi ciddi düşünmek gerek. Bir diğer ön-kabul, dinî naslarda imtihan/fitne olarak kodlanan şeylerin tamamının, günümüz insanı/Müslümanı için de imtihan/fitne olduğu. Yani mallar, kadın ve çocuklar. Bu ön-kabullerin tezahürlerini toplumda gözlemlemek mümkün.
Her türlü iddianın bazı önyargılarla beslenmesi de kaçınılmaz. Evet önyargılarımız olmalı kesinlikle. Çünkü bazı tahkîmler “evet”ler kadar “hayır”larla da beslenir. Mesela servet düşmanı ol/a/masak da servetle ilişkimiz belli bir önyargı ekseninde şekillenmeli. Nedeni çok basit: Dünyaya karşı bilinçli bir mesafeye sahip olmak, Hz. Peygamber’in tüm hayatı boyunca dikkat çeken belki de en önemli sünnetlerden biri, yani bir yaşam tarzı. Bunu besleyen bir diğer saik ise, insanlığa emanet olarak bırakılan dünyanın bir yerlerinde birileri açlıktan ölürken, birilerinin ölmeyecek gibi yaşamaya çalışması kesinlikle ahlâkî değil. Bir diğer önyargı, yalanlarla örülü siyasetin ahlâk üretemeyeceğine dair. Yani bizatihi kendisi, kendini meşrulaştırırken yalana başvuran ve böylece amacına ulaşmaya çalışırken araçların meşruiyetini gözetmeyen siyasetin, yalandan başlayarak ahlaksızlığa ve sekülerleşmeye direnmesi ve birilerini buna teşvik etmesi ve bundan sonuç beklemesi mümkün değil.
Süreç devam ediyor ya da toplum mühendisleri tarafından devam ettiriliyor. En büyük sıkıntı ise pek çoklarının hala hiçbir problem yokmuş gibi davranması. Büyük bir problemin olduğu kabul etmek ise, sadece mütevazı bir başlangıç olacak bazı şeyler için ve belki de yeniden “yeni nesil” idealleri gündeme gelecek.