Ergun Yıldırım’ın Modernliğe Meydan Okuma: Nurettin Topçu başlıklı makalesinde Türk modernliğinin icadı sürecinde modernliğe karşı entelektüel bir meydan okuma örneği olarak biricik isimden bahsedilmektedir: Nurettin Topçu. Ergun Yıldırım’a göre Topçu, modern gelişmeler üzerine getirdiği yorumlarla hem İslâmcılardan, hem Türkçülerden, hem de Garpçılardan ayrışır. “Modernite karşısında eklektik bir tutumdan uzaktır, bütünsel bir kabulden de (…) Batı düşüncesi ile olan ilişkilerimiz açısından modernliğe meydan okuyan bir bakış açısını temsil etmektedir” (YILDIRIM, 2012: 111). Yıldırım, makalesinin başında verdiği bu yargıyı yazının ilerleyen bölümlerinde açıklar ve örneklemelerle delillendirir. İslamcılık tartışmalarında ve özellikle Türkiye’deki İslamcılığın seyrinde tartışılmaya açılmamış konular Nurettin Topçu’nun yazı çabasının temel meselesidir. Ergun Yıldırım’a göre Topçu, modernliğin endüstri etkinliğini ve aydınlanma felsefesi bağlamında öne çıkan pozitivizm ve materyalizm yaklaşımlarına da derin eleştiriler getirmektedir (YILDIRIM, 2012: 111). Yıldırım, Topçu’nun Kültür ve Medeniyet başlıklı kitabında yer alan “Batı tekniği bize bir asırdan beri damla damla gelmektedir. Teknik; kültürden sızan bir usare, kültür ağacının yetiştirdiği bir meyvedir. Halbuki, bizim kendi kültürümüz tekniği yaratmadı. Onu emanet bohçalar içinde Batı’dan aldık, yaratmanın zevkini biz yaşayamadık” (TOPÇU,1998: 19) şeklindeki ifadelerine atıf yapar ve taklitçi modernliğe tepkisini işaret eder. Biz de Türkiye’de sanayileşme karşıtı İslamcı bir damar bulunmadığı hususunda Topçu’nun fikirlerine katılmaktayız. Bu yaklaşımıyla Topçu, Türkiye’de Anadolucu İslamcılık denilebilecek mecrayı işleyen ve iktisadî modelini inşa etmiş yegane mütefekkir olarak geleceğimizi beslemektedir. İsmet Özel’in teknoloji karşıtı fikirleri bir ekonomik model sunmamakta; ayrıca Batı ile değil, Batı’nın taklidi- felsefî özünü yitirmiş, içi boşaltılmış silüeti olan Amerika ile çatışmaktadır. İsmet Özel’in İslam dininin Batı havzasına ait olduğu yolunda bir görüş verdiğini de biliyoruz: “Yani Ortaçağ boyunca batıda Batı yoktu. Eğer yerküre kültürü Doğu ve Batı diye ikiye ayrılacak olursa İslam batıda kalır ve doğu diye adlandırılmayı hakedenlerin Hint ve bilhassa Çin kültürü (zihniyeti) olduğu anlaşılır. İslam Akdeniz havzasına olan bağları yüzünden, İbrahimî gelenek içinde yer alması sebebiyle ve Batı’nın oluşmasına birinci elden katkıları bulunduğu için en genel düşünme çerçevesinde Batı ile sınırdaştır (...) Dolayısıyla benim yazılarımda cephe alınan nitelikleriyle Batı belli hakimiyet odaklarını, belli denetim merkezlerini ifade eder” (ÖZEL, 1990: 100). İsmet Özel’in teknolojiyi sorguladığı Üç Mesele başlıklı kitabında ertelemeci bir perspektifle önce “Müslüman Toplum inşa edelim” söylemi üzerinden hareket ettiği ifade edilebilecektir. İsmet Özel, tekniği yoğun şekilde eleştirmekte, teknikle birlikte medeniyet kavramına da itirazda bulunmaktadır: “Bugün İslâmi mücahedeyi bir medeniyet mücadelesi olarak anlamanın belli başlı iki sakıncası vardır; Birincisi, İslâmiyet dairesindeki toplumların medeniyet bakımından parlak kabul edilen dönemlerinin (Abbasi, Endülüs, Osmanlı) örnek kabul edilmelerinden doğacak tehlikedir. Böylece gayr-i İslâmî bir tarzı model olarak almamız imkân dahiline girer. Sözgelimi, Harun el- Reşid’in yönetimindeki toplum, medeni olduğu oranda İslâm’a yabancıdır (…) İkincisi, gelecekteki İslâm toplumuna zihnimizde bir medeniyet tasarımı taşıyarak yaklaşmaktan doğacak sakıncadır. Bu durumda İslâmî kaygularımızın insanî tasarımlarımız ve medeniyet kurma ilkelerimiz tarafından baskı altına alınma tehlikesi vardır. Malik Binnebi, toprak- zaman- insan senteziyle kurulacak bir medeniyetten sözederken son derece indî anlayışlarının ağırlığı altında ezilmektedir” (ÖZEL, 1984: 134- 135). İsmet Özel Üç Mesele’deki bu sözleriyle Türkiye’de yaşayan Müslümanların Emevî, Abbasî, Selçuklu, Osmanlı tecrübeleri ile bağlarını sorguladığı gibi yaşadığımız toplumun “gelecekteki İslâm toplumuna” doğru yürüyüşüne dönük zamansızlığını muhkemleştirmiş olur. İsmet Özel bu kurgusu ile Müslüman adamı yersiz yurtsuzlaştırır. Üç Mesele’nin sonlarına doğru “Güçlü bir topluma ulaşıp onun müslümanlaşmasına mı, müslüman bir topluma ulaşıp onun güçlendirilmesine mi çalışacağız? Üzerinde anlaşmamız gereken ana konu budur” (ÖZEL, 1984: 184) ifadesi nedeniyle de İsmet Özel’in yaşadığımız toplumun “kimliği”ni tanımlama bakımından tereddütler içinde olduğu bile söylenebilir. Ayrıca teknolojinin reddi, önce Müslüman toplumun inşası gibi “çözümü erteleyici” söylemler bir de Müslümanların medeniyet kuramayacağı gibi ifadelerle birleşir. Bu nokta bir tıkanıştır. İşte Topçu, mevcuddan başlayan [mevcûdun içine tarih, Müslüman halk, iktisadî ilişkiler manasıyla köylülük girer] yaklaşımı ile İsmet Özel’e göre daha pratik bir dünya kurar. Malik Binnebi’nin toprak- zaman- insan sentezi nedeniyle Kutup tarafından eleştirisi hatırlanacak olursa, İsmet Özel’in Üç Meselesi, Topçu ile bu manada ayrışır. Topçu, teknoloji reddinde buluştuğu İsmet Özel’in fikirlerinin olgunlaşmaması nedeniyle yolunda yalnızdır.
Ergün Yıldırım’ın makalesine geri dönelim. Yıldırım’a göre, Türk modernliğinde sanayileşme hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak derecede benimsenmesi gereken bir olgu olarak görülmüştür. Bütün düşünce akımları sanayileşme, teknoloji ve kalkınmayı kutsamaktadır. Nurettin Topçu ise, modernliğin temel parametrelerinden biri olan endüstri devriminin temel olgusal alanı olan sanayileşmeye derin meydan okumalarda bulunur. Ergün Yıldırım, Topçu’nun sanayileşmenin felsefi, sosyolojik ve ekonomik boyutlarına eleştiriler getirdiğini, modernliğin sanayi toplum projesine karşı çıktığını, adeta Batı- dışı bir eleştirel teorinin sözcülüğünü yaptığını belirtir (TOPÇU,1998: 113). Bu değerlendirmenin hemen akabinde “İlginç biçimde ne Marcuse’tan ne Horkheimer’dan bahseder. Ancak onlarla paralel bir biçimde modernliğin teknoloji dünyasını tartışmaya açar” demesi önemlidir. Ergün Yıldırım’ın Hece Dergisi Nurettin Topçu Özel Sayısı’ndaki makalesindeki değerlendirmesi ise daha “köktenci”dir: “Batı toplumlarında neo- Marxizm ya da Frankfurt Okulu’nun modern toplum tasarımına ilişkin eleştirileriyle oluşan eleştirel teori(nin), bizde Nurettin Topçu tarafından temsil edildiğini söyleyebiliriz. Üstelik Topçu’nun bu tutumu her çeşit aktarmacılık, bilim tercümanlığı, bilim distrübütürlüğünü (!) aşmaktadır. Müslümanların, Türklerin tarihsel birikimlerininden yola çıkarak modernliğe meydan okumaktadır. Eleştirilerinin arkaplanı Batı entelektüel birikimi değildir. Türkiye’den yükselen bir eleştirel teoridir” (YILDIRIM, 2006: 144). Nitekim Fırat Mollaer de Topçu’nun fikirlerinin Frankfurt Okulu ile yakınlığına değinmiştir: “Sefaletin felsefesi, yabancılaşmanın sadece bir boyutunu ortay koyar. Frankfurt Okulu’nun ileri sanayi toplumunun ideolojisi üzerine önceden duyurduğu gibi, üretim ilişkilerinin yarattığı yabancılaşma, makineleşme ile tamamlanmaktadır” (MOLLAER, 2007: 99). Mollaer ve Yıldırım’ın bu işareti nedeniyle Topçu’nun Batı felsefesinin kuramcıları izleğinde karşılaştırmalı olarak okunabileceği de görülmektedir. İsmet Özel’in Heidegger’den öteye geçememiş oluşuna nazaran Topçu’nun “yerli eleştirel teori”nin temsilcisi olarak kabullenişin yaygınlaşması, onu bilindik ideolojik kalıplar içinden okunmasını zorlaştırmaktadır.
İsmet Özel’in aksine “medeniyet” perspektifi olan Nurettin Topçu hakkında Ergün Yıldırım’ın diğer bir değerlendirmesi onun “modern toplum tasarımını Türkiye için bir kurtuluş olarak görmemesidir (…) Gökalp ile başlayan, Türkçü ve İslamcı aydınların benimsediği ‘modernliğin bilim ve teknolojisini almak’ eklektisizmini de dışlar” şeklindedir (YILDIRIM, 2006: 144). Yıldırım’ın söylediğinin aksine Türkiye’de “modernliğin bilim ve teknolojisini almak eklektisizmi” Cumhuriyet ile başlamamıştır. Bediüzzaman, “İla-yı kelimetullah’ın bu zamanda bir büyük sebebi maddeten terakki etmektir… Ecnebiyede terakkiyat-ı medeniyyeye yardım edecek noktaları (funun ve sanayi gibi) maal memnuniye alacağız” (NURSİ, 1975:19) dediğinde bu eklektisizme yakalanmıştı. Mehmet Akif de, “Fakat bu heriflere karşı olan sevgisizliğimizi hiçbir zaman onların ilimlerine, fenlerine, sanatlarına sıçratmamalıyız. Çünkü medeniyetin bu kısımlarında onlara yetişemezsek yaşamamıza, bize Allah’ın emaneti olan İslâm dinini yaşatmamıza imkân yoktur (…) Hep birden çalışacağız. Çünkü bugün dünyanın, dünyadaki hayatın tarzı büsbütün değişmiş, yalnız başına çalışmakla bir şey yapamazsın. Toplar, tüfekler, zırhlılar, şimendiferler, limanlar, yollar, tayyareler, vapurlar kısacası düşmanları bize üstün çıkaran, yarım milyar Müslümanı bir kaç milyon Frenk’e esir eden sebep ve araçlar ancak cemiyetler, şirketler tarafından meydana getirilebilir” (ERSOY, 2010: 460- 461) ifadeleriyle eklektisizmi göstermektedir. İşin ilginç yanı şu ki, İslamcılara sirayet etmiş bu eklektisizm Cumhuriyet’in kurucu kadroları tarafından aynı cümlelerle telaffuz edilmişti: “Hakimiyet-i Milliye, hakimiyet-i iktisadiye ile tarsin edilmelidir. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle tetvic edilemezse semere, netice paydar olmaz. Bence halk devri, iktisat devri mefhumiyle ifade olunur. Öyle bir iktisat devri ki, memleketimiz mamur, milletimiz müreffeh ve zengin olsun. Bu noktada bir felsefeyi hatırlayınız: ‘El kanaa’tu kenzün la-yufna’ (Kanaat tükenmeyen hazinedir). Bu felsefeyi yanlış tefsir yüzünden bu millete büyük fenalık edilmiştir… Eğer vatan kupkuru dağ ve taşlardan, viran köy, kasaba ve şehirlerden ibaret olsaydı onun zindandan farkı olmazdı… Artık bu memleket fakir, millet hakir değil, belki memleketimiz zenginler memleketidir” (İNAN, 1982: 64-65). 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde kurucu kadro tarafından telaffuz edilen fikirlerin kökleri daha önce İslamcılar içinde yayılmıştı. İslâmcılık da “kuvvet”i varoluşunun temeli saydı: “İskilipli Mehmed ÂTIF Efendi’nin idad-ı kuvvet’i nasıl tefsir ettiğini aktarmak istiyoruz: Evvelen: Ticaret, ziraat, sanat terakki ettirilerek kuvve-i berriye ve bahriyenin mütevakkıf olduğu para ihzar edilmeli; Saniyen: Maadin işleterek, tersaneler, tophaneler, fabrikalar tesis ve (…) her nevi âlât-ı harbiye tedarük olunmalı; Salisen: Mektepler, ameliyathaneler tesis edip (…) muallim askerler yetiştirilmeli; Rabian: At, deve, katır, şimendifer, nakliye vapurları, şose yolları, telgraflar, telefon, istihkam, tabya ve kaleler vücuda getirmeli” (KARA, 1994: 27).
Ergün Yıldırım, Topçu’nun Batılılaşma ile modernliğin getirdiği köklü değişime derin eleştirilerde bulunduğundan bahsediyor. Yıldırım’a göre Topçu, modern Batı dünyasından gelen tekniği talep eden aydın grubuna karşı köklü geleneği yıkma eleştirisi getirmiştir. “Hazır olarak alınan tekniğin, toplum sorunlarımızın çözümüne yardımcı olmadığını söylemektedir (…) Kurtuluşumuz ne kaba güce ve ağır sanayiye, ne de Batı tekniğine teslim olmaktan geçer. Teknolojik ilerleme, planlı ekonomi ve demokrasi denemeleri, Anadolunun gücünü boşa harcamaya yeter (…) Kurtuluşumuzu ne Paris’te arayacağız ne de Turan’da. Kendi içimize bakarak onu bulacağız” (YILDIRIM, 2012: 117). Bu belirlemelere yansımayan husus, Topçu’nun Batı kapitalizmine karşı yönelişinin Doğu’da topraksız köylüyü ezen ağa- aşiret yapılarına da “karşı” duruşudur. Topçu, köycü yönelişiyle “çalışma nizâmı” kurmaktan bahsetmiş, ekmeğini helal ve emek vererek kazanan köylünün “ahlâk nizâmı”nı inşa edeceğini savunmuştur. Bu noktada devlet bu nizâmın koruyucusu olarak ortaya çıkarılmıştır.
Yıldırım’ın “ağır sanayi” üzerine vurgusu da önemlidir. Zira Türkiye’de İslâmcı akımın siyasi taleplerini belirli düzeyde dillendiren “Milli Görüş” hakkındaki değerlendirmesinde Burhaneddin Can, Ölümünde Bile Sisteme İsyanını Sürdüren Adam: Mücahid Erbakan başlıklı yazısında “Türkiye’nin gerek genel sanayi alanında ve gerekse harp sanayisi alanında %100 dışa bağımlı olduğunu gören Milli Görüş Lideri Rahmetli Erbakan, siyasete girdiği 1969’dan beri bu konuyu hep gündemde tutmuştur. ‘Montaj değil ağır sanayi’, ‘makine üreten makinelerin yapılması’, yüksek teknolojinin Türkiye’ye getirilmesi ve Milli harp sanayinin kurulması, onun en çok seslendirdiği ve hükümet olduğu dönemlerde ilk ele aldığı konulardır” (CAN, 2011: 28) diyecektir. Bu yorumda yanlış olan husus, Milli Görüş’ün sisteme değil “radikal- tepeden modernleşme” olgusuna muhalif oluşudur. Nitekim Ergün Yıldırım, İslâmcılığın bu yönelişini “İslamcı Modernlik” kavramı ile yorumlamaktadır: “Her şeyden önce İslâmcılık, Türkiye modernlik deneyiminde, İslâm ve modernlik ilişkilerinin ilk özel deneyimlerinden biri olarak önem taşımaktadır. Çünkü İslâmcılık modern tarihsel koşullarda Batı modernliğinin tazyikine karşı İslâm’dan ilham alarak tepkiler ve cevaplar geliştirmeye çalışmıştır. Bu çerçevede İslâmiyet bazen modernlikle telif edilmiş, bazen savunulmuş, bazen modernlik içinde yorumlanmış, bazen de modern değerler İslâm’a göre yorumlanmıştır (…) İslâmcı modernlik yaklaşımı, İslâm dininin ilkelerini modernlik paradigması bağlamında okuyarak yorumlamaktadır (…) Tunaya’nın işaret ettiği gibi, ‘İslâmcıların modernizmi, 20. yüzyıla uymaları, İslâmcı esasları donmuş kalıplardan kurtararak çağdaş ihtiyaçlara göre yorumlamak’ çabasındadır. İslâm ilkelerinin yorumlanmasında akıl ve bilim temel esas olarak alınmaktadır (…) İslâmcılık din aracılığıyla yeni dünya koşullarının önermelerini, eski dünyanın önermeleriyle senteze sokmaya çalışmaktadır (…) modernleşme, adeta din aracılığıyla ‘ruhanileştirilmeye’ çalışılmaktadır (…) Özetlemek gerekirse, İslâmcılık modern paradigmayla iki yönlü bir ilişki içinde olmuştur: Bir yandan modernlik perspektifiyle İslâm’I yorumlarken, öbür taraftan da İslâm kültürü ve kavramlarıyla modernleşmeyi yorumlamaktadır (…) islâmcıların bu yaklaşımlarıyla modern bilim paradigmasıyla İslâmiyet arasında bir uzlaşma yaratılmaya çalışılır (…) Batı modernleşmesinin ürünü olarak ortaya çıkan bilim ve teknolojiyi sorgulamadan alma tutumu, İslâmcılık düşüncesinde egemen bir eğilim olarak karşımıza çıkmaktadır (…) Cemil Meriç’in ifadesiyle Tunuslu Hayrettin Paşa ile temsil edilen ‘İslâm kalarak çağdaşlaşmak’ tezi, İslâmcı modernliğin temel argümanı olarak karşımıza çıkmaktadır” (YILDIRIM, 2012: 61). Fırat Mollaer de Ergün Yıldırım’ın vurguladığı sentezci yaklaşımlar hakkında Topçu’nun duruşunu belirginleştirir: “Topçu düşüncesi, Tek Parti döneminden Demokrat Parti dönemine sürdürülen yerli burjuvazi üretme mitosundan bir kopuştur (…) Bu bağlamda, Topçu düşüncesi kalkınmacı acelecilikten kalkınma eleştirisine geçişi temsil eder” (MOLLAER, 2007: 86). Kapitalist kalkınma, kentleşme, endüstriyalizm gibi hedeflerin Türkiye’nin idealleri içinde olmaması gerektiğini ifade eden Topçu’nun fikirleri İslâmcılar tarafından hiçbir zaman bir alternatif görülmemiştir. İslamcılar, sanayileşme (Batı’nın ilmini alalım) ile kapitalizm üreten bir mekanizmaya saplanmışlar ancak sanayileşme sonucu ahlâk aşınmasına karşı çözümler üretememişlerdir. Modernleşme “tepeden modernleşme” olmaktan çıkarılmış “aşağıdan modernleşme”ye dönüşmüştür. Bu ikinci modernleşme başka gerilimler (işçi- patron, kent merkezlerine yığılma, dağılan aileler, suç yüzdelerinin artışı) çıkarmıştır. Ayrıca köyden kopuş ile Müslüman şehrin mahalle, bedesten, vakıf kültüründen ve Müslüman kırın ikta, pazar, cemaat kültüründen kopulmuştur. Kentlerden geriye dönüş de Topçu’dan uzakta durdukça mümkün görülmemektedir.
- BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ, Divan-ı Harb-i Örfi, Sözler Yayınları,1975
- CAN Burhaneddin, Ölümünde Bile Sisteme İsyanını Sürdüren Adam: Mücahid Erbakan, Umran Dergisi, sayı: 200, 2011
- ERSOY Mehmet Akif, Düzyazılar, Beyan Yayınları, 2010
- İNAN Afet, İzmir İktisat Kongresi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1982
- KARA İsmail, İslâmcıların Siyasi Görüşleri, İz Yayınları, 1994
- MOLLAER Fırat, Anadolu Sosyalizmine Bir Katkı: Nurettin Topçu Üzerine Yazılar: Dergâh Yayınları, 2007
- ÖZEL İsmet, Bir Cevap, Defter Dergisi, 1990
- ÖZEL İsmet, Üç Mesele, Dergâh Yayınları, 1984
- TOPÇU Nurettin, Kültür ve Medeniyet, Dergâh Yayınları, 1998
- YILDIRIM Ergün, Hayali Modernlik- Türk Modernliğinin İcadı, Modernliğe Meydan Okuma: Nurettin Topçu, Doğu Kitabevi, 2012
- YILDIRIM Ergün, Nurettin Topçu’da Sosyolojik Tahayyül: Yerli Eleştirel Sosyal Teori, Hece Dergisi- Nurettin Topçu, 2006