Haberler • ÖLÜ UYGARLIK VE PEYGAMBERLERİN TEKNOLOJİSİ
ÖLÜ UYGARLIK VE PEYGAMBERLERİN TEKNOLOJİSİ
Sorokin bir makalesinde “Uygarlık ya da Kültürlerin Ömürleri ve Ölümleri” başlığını açar. O’na göre, Danilevski, Spengler ve Toynbee’nin uygarlık ya da kültürlerin doğup, büyüyüp, yaşlanıp, çözülüp, öldükleri organizmamsı kuramlarına ait terimleri ya anlamsız, ya müphem ya da sathidirler. Sorokin, Toynbee’nin “uygarlıkların ölümü” hakkındaki hükmünü şöyle özetler: “Yirmi altı “uygarlıktan” en az onaltısı bugün ölmüş bulunuyor. Bu onaltı uygarlığın içinde Mısır, And dağları mıntıkası, Minos, Sümer, Maya, Hint, Suriye, Yunan, Babil, Meksika, Arap, Yukatan ve Osmanlı uygarlıkları ile Çin uygarlığı vardır. Geri kalan on uygarlıktan (Batı, Yakın Doğu, Hristiyan, İslam, Rusya, Hindu, Uzak Doğu Çin, Japon, Polenezya, Eskimo ve göçebe uygarlıklar) Batı uygarlığı hariç hepsi, Batı uygarlığı tarafından yok edilme ve massedilme tehlikesi altında can çekişmelerinin son safhasındadırlar. Batı uygarlığı bile büyük bir buhran içindedir.” Sorakin’e göre bu tür söylem ilk bakışta inandırıcıdır. Fakat sıkı bir şekilde incelendiğinde bazı sorunlara yol açar. Bu sorunlardan birincisi şudur: Bugün sönmüş olduğu varsayılan uygarlıkların büyük kısmı halen canlıdır. Örneğin Yunan- Roma uygarlığının büyük kısmı için bu böyledir. Homer, Hesiod, Sofokles, Artistofanes, Sokrat, Platon, Zenon, Epikür; güzel sanatlardan Dor, İon, Korent; hukuk bakımından Roma Hukuku’nun Corpus Juris Civilis; siyasal sistemler bakımından İsparta demokrasisi, Roma imparatorluk düzeni, Yunan- Roma uygarlşığının siyasi ve ekonomik örgütleri; son olarak da Yunan- Roma uygarlığının kültürel değerleri taklit edilmektedir. İkinci olarak da “Uygarlığın Ölümü” deyimi tüm kültürün bir parçasının yok olmasını kasdediyorsa doğrudur. Örneğin Mısır dili ölmüştür. Ancak Mısır uygarlığı; örneğin din ve ahlâkını Yahudiliğe, siyasi modelini de Roma’nın monarşik rejimini etkileyerek Hıristiyanlığa vermiştir. Üçüncü olarak, Danilevski, Spengler ve Toynbee, “uygarlığın ölümünden”, onun bütünlüğünün ve kişiliğinin çözülmesini kasdediyorlarsa, bu anlayış doğru değildir. Uygarlıklar gerçek bütünler olsaydı, çözülmeleri oradan buradan olmazdı. Örneğin rusya uygarlığının nedeni ve niçini Avrupa’nın tarihine bakmadan anlaşılamaz. İskandinav, Balkan, Polonya- Alman tarihi ve Hansa birlikleri Avrupasının tarihi olmadan Tatar istilasından önceki Rusya tarihi anlaşılamaz. Büyük Petro’dan sonraki Rusya tarihindeki hiçbir şeyi, ilk önce Batı Avrupa’ya bakmadan anlamak mümkün değildir. Bu, Bizans, Arap, Moğol, Türkiye ve Asya’nın sosyal ve kültürel dünyaları söz konusu olduğunda daha da böyledir. Bu, Toynbee’nin kıstasına göre, uygarlıklar arasında bir Rus uygarlığından bahsettiği halde bir Rus uygarlığının olamayacağı demektir. Bunun yerine, Avrupa’nın bütününü ve Asya’nın dörtte üçünü kaplayan çok büyük bir Avrupa- Asya uygarlığı vardır, denilmelidir (SOROKİN, 1964: 12- 21). Görüldüğü üzere Sorokin uygarlıkların ölümü ve çevrimsel çöküşü teorisine katılmaz. O’na göre belirli sosyo-kültürel sistemler binlerce ve hatta daha uzun zaman yaşamaktadırlar. Bunlar bazen coşkun bir canlılık göstermekte ve yayılmakta, bazen etkilerinin azaldığı kansızlık devrelerinden geçmektedirler. Fakat inişli ve çıkışlı canlılık devrelerinden geçen bir organizma gibi onlar da hayatta kalmaktadırlar. Hatta büyük kültür sistemlerinin herhangi birisinin şurada veya burada gerçeklenişine bakılacak olursak; onun tipik ve jenerik şekillerinin ölümsüzlük kuvvetinde oldukları görülür.
Sorokin’in soruları bu noktada kalmaz. O, “Ne zaman bir uygarlık doğmuştur?” sorusu ekseninde örneğin Batı uygarlığının doğuşu hangi sebebe racidir, diyecektir. Bu uygarlık için başlangıcı sorgulayan sorular ileri sürer. Bu uygarlığı hangi devletin kuruluşuna bağlamalıdır? Marovenj krallığına mı? Karolenj krallığına mı? Mukaddes Alman Roma İmparatorluğu’na mı? Yoksa Hristiyanlığın batı’da hakim olduğu an mı? Ya da göç dalgaları ile ve yahut Roma İmparatorluğu’nun çöküşü denilen olayla mı?
Sorokin’in bu soruları bizim açımızdan da önemli. Çünkü İslam düşüncesinde helak kavramı çerçevesinde “önceki uygarlıkların ölümü” hakkında yaygın bir görüş bulunmakta. Ancak burada yaygın görüşün “toplumların ölümü” üzerinden değil de “uygarlıkların ölümü” üzerinden algı geliştirmesi hatalı görünmektedir. Kur’an’da iki ayet var ki önceki nesillerin yeryüzünde güç, kuvvet, imar yönünden biz Hz. Peygamber (asv) ümmetinden daha güçlü olduğunu işaret ediyor: “Ve nice nesiller helâk ettik onlardan önce. Onlar, bunlardan daha çokluktu, daha güçlü kuvvetliydi, derken şehirleri delik deşik etmişlerdi, her tarafı ellerine geçirmişlerdi fakat bir kaçacak yer mi var?” (50: 36); “Onlar, yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki onlardan öncekilerin akıbetinin nasıl olduğuna baksınlar? Kuvvet bakımından onlardan daha güçlüydüler ve yeri (toprağı) altüst etmişlerdi. Onların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.” (30: 9) Bu iki ayetle ilgili olarak şu ileri sürülecektir: Hz. Peygamber (asv) vahyi çölde aldığına göre ayetin kasdı, Araplardan önceki bazı kavimlerin Araplara göre durumu ile ilgilidir; yoksa uygarlık geçmişte günümüze nazaran daha güçlü olduğu değildir.
Bu itiraza karşı şu ifade edilebilir. Öncelikle, ayette yok edilenin uygarlık değil de toplum olduğu unutulmuş görünüyor. Bu nedenle kapitalizm bir uygarlık biçimi olarak salt 16. Yüzyıl Avrupasına has kabul edilemeyecektir. Firavun’un “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim” (40: 36) sözü ile modern zamanın tekebbür kültürü arasında bir bağlantı olduğu görülecektir. Uygarlıkların birbirini etkilemesi gibi, medeniyetin de resulden resule geçen bir zincir olduğu söylenebilir. Bu çerçevede Sorokin’in yaklaşımlarının haklılık payı oldukça büyüktür. Medeniyet de uygarlık da birbirini etkilemektedir. Bu, insan bilgisinin kaynağının vahiy olmasından ileri gelmektedir. Örneğin Kabil, Habil’i öldürünce kardeşinin cesedini ne yapacağını bilememişti. “Allah, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek yeri eşeleyen bir karga gönderdi.” (5: 31) Böylece insanlık gözlemin bir bilgi biçimi olduğunu idrak etti. Ancak insan bilgisinin salt gözlemle tekamül edemeyeceği açıktır.
Peygamberlerin nezdinde yürüyen bir teknoloji var. Bu teknoloji, Heidegger’in sıkıntı duyduğu teknoloji değil. Belki buna teknoloji demek de hatalı sayılabilir. Ancak Hz. Nuh’un deniz kültürüne aşinalığı olmayan bir beldede “gemi yapması” bir teknolojinin varlığına işaret ediyor. Müfessirlere göre Hz. Nuh’unyaptığı gemi buharlı idi. Modern denilen bilim- teknik buharlı gemiyi 19. Yüzyılda başarılı bir şekilde kullanmaya başladığına göre aradaki zamanda bu bilginin kullanılmaması ya unutulduğundan ya da ihtiyaç duyulmamasından olabilir. Needham’a göre bilgi her kültür çevresinde aynı şekilde kullanılmaz. Nitekim Needham, Çin’de demirin tanınmasını M.Ö. VI. yy’ın ortalarına doğru ve Konfüçyüs’ün hayatından az önce gerçekleştiğini, oysa Batı’da bunun M.S. onyedinci yüzyılda mümkün olabildiğini ifade eder. Needham’a göre bunun açıklanmasında çok sayıda teknik neden bulunabilir, fakat bunda marifet Çinli eski demir ustalarına aittir (NEEDHAM, 2000: 76- 77). Çinli ustaların bunu nereden öğrendiği meselesine bir cevap getirmez. Bu durumda bizim az önce kullandığımız “peygamberlerin teknolojisi” kavramının işlerlik kazandırılması mümkündür. Kur’an’a göre tarihte demiri etkin şekilde kullanan hatta ondan çelik imal eden birisi var: “(Zülkarneyn) Bana, demir kütleleri getirin. Nihayet dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit: Ateş yakıp körükleyin, dedi. Demiri bir ateş koru haline getirince. Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim, dedi.” (18: 96). Demek ki, Zülkarneyn’in zorbalardan kurtarmak için kullandığı teknolojiyi, uygarlık fikrinin insanı köleleştirmek için kullanarak saptığı söylenebilir.
- NEEDHAM Joseph, Doğulu İnsan ve Zaman- Beşeri hukuk ve Tabiat kanunları, İz yayıncılık, 2000
- SOROKİN Pitirim Alexandrovich, Sosyal Değişim Üzerine denemeler, Sevinç Matbaası, 1964