Menu
MEKTUP TÜRÜ ÜZERİNE
Deneme/İnceleme/Eleştiri • MEKTUP TÜRÜ ÜZERİNE

MEKTUP TÜRÜ ÜZERİNE

“Mektuplar yazıyorum her türlü
ölümsüz yazla dingin sabahın güzel bakımlarına”…


“mektuplar yazıyorum her türlü
yanıt beklemeksizin
            esen rüzgarlarda üreyen mektuplarıma”…

Abdülaziz Mansuri
(Çeviri: Nuri Pakdil)

Eski zamanlardan başlayarak, Orta Çağ’a gelinceye kadar, mektupların toplum 
yaşantısında önemli yeri olmuştur. Mektuplar, şairlerin ve yazarların evreninden okurlara bırakılan değerli kayıtlardır. 

Mektup türünün Türk edebiyatında ilk ne zaman kullanıldığı kesin olmamakla birlikte her 
devirde sanatkâr kalemlerin mahsulü mektup örneklerine rastlarız. Divan edebiyatında nesir üstatları resmi ve iş mektubu yazmakta hüner göstermişlerdir. Edebiyatımızda mektup türü Tanzimat Dönemi’nde gelişmeye başlar. 

Mektup edebiyatı Avrupa’da, özellikle Fransa’da XVII. yüzyılda kendi gösterir. Orta 
Çağ’da, Latince ve Fransızca mektuplara rastlanır. O yüzyıla gelinceye kadar hemen bütün mektuplar politika ve tarih belgesi niteliğindedir. Hiç birinde birbirinden uzak düşmüş, ayrı kalmış insanların özlemlerini, duygularını bulamayız. Dünya edebiyatına mal olmuş, bugün de zevkle, sevilerek okunan mektupların özentiye düşmeden, yapmacıklığa kapılmadan, içtenlikle yazıldığı görülür. Bugün de okunabilen mektupların sırrını, onları yazanların sadelik ve tabiilikle kendileri kalabilmiş olmalarında bulabiliriz. 
 
Tanınmış tanınmamış birçok yazar mektup türünde eserler vermiştir. Bizde, Mevlana, 
İmam-ı Rabbani, Namık Kemal, Şinasi, Abdülhak Hamit Tarhan, Ahmet Rasim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Ali, Cemal Süreyya,… Dışarıda, Goethe, Schiller, Voltaire, Balzac, Gogol, Puşkin, Dostoyevski, Paund, Kafka, Rilke, Faulkner … gibi çok sayıda yazar ve şairi sıralayabiliriz.

Soğuk, donuk, tutuk ve metalik bir yaşamdan uzaklaşmak için mektup türündeki eserlere de
kitaplığımızda yer ayırmamız gerektiğini düşünüyorum.

Okuyunca etkilendiğim Alman edebiyatının önemli isimlerinden Rainer Maria Rilke’nin eşi 
Klara Rilke’ye yazdığı mektubu sizlerle paylaşmak istedim. Rilke’nin nasıl bir dünya ve ruh hali içinde eserlerini yazdığının bilinmesi açısından bu mektubun önemli bir ipucu oluşturduğunu da belirtmek gerekir. Bu mektup, satır aralarında lirizmin kalp atışlarını okuyucuya güçlü bir şekilde hissettirmektedir. Sadece Rilke’nin değil Arthur Rimbaud ve Ezra Pound’un mektupları da benim gibi sizin de ilginizi çekecektir. Rimbaud’un Théodore de Banville’ yazdığı mektupta yazdığı bir cümle dikkate değer. “Adım pek duyulmuş değil”. Pound’un William Carlos Williams’a yazdığı mektupta ise üzerinde durduğu hususlar şair adaylarına yol gösterici niteliktedir.


RAINER MARIA RİLKE*

Karısı Klara Rilke’ye yazdığı bir mektup

Paris VI; 29, Rue Casette, 13 Eylül 1907 (Cuma)
 
…Fundalar bende hiçbir zaman, geçenlerde aldığım sevimli mektubundaki üç dalla 
karşılaştığım anda olduğu kadar rikkat uyandırmamış ve bana böylesine derinden tesir etmemişti. O gün bu gün “Hayaller Kitabı”mın (1) yaprakları arasında duruyorlar ve aslında sonbahar topraklarının kokusu demek olan o ağır, vakur rayihaları kitaba sinmiştir. Ama ne harikulâde şey, bu koku. Toprağı, olgun toprağı böyle tek bir koku halinde ciğerlerimize çekmek, fundadan başka ne ile kabil, bence hiçbir şeyle; denizin kokusundan aşağı kalmayan bir kokudur bu, bir lezzet olmaya başladığı yerde acı, seslere karışıyor gibi olduğu yerde ise baldan tatlı. İçinde derinliği taşımaktadır, karanlığı ve nerdeyse mezarı, bununla beraber içinde rüzgâr da eser; katran, terementi ve Seylan çayı. Vakur ve fakirdir, bir derviş kokusu gibi; bununla beraber değerli tütsüler gibi baharatlı ve özlüdür. Ya seyri dantelâlar gibi, şahane; eflâtun rengi ipekle (güneş renginin zıttıymışcasına keskin nemli bir eflâtunla) bir Acem halısı üstüne işlenmiş üç servi gibi. Şimdi görmelisin. Bu ufak dallar, sen gönderirken bu kadar güzel değildiler her halde: öyle olsaydı mektubuna hayranlığını belirten bir söz de ilâve ederdin. Bir tanesi şimdi tesadüfen eski bir kâğıt kalem kutusunun koyu lâcivert kadifesi üzerinde duruyor. Bir donanma gibi: hayır hayır, bir Acem halısı, demiştim ya. Acaba bütün o milyonlarca dalcık, hepsi de sahiden böyle harikulâde bir işçilikle mi işli? İçinde azıcık bir altınla harelendiren yeşilin renkliliğine bak, sapçıkların tatlı sandal ağacı esmerliğini ve kırık yerlerindeki yeni, taze, içerlek yeşilimsiliği seyret. -Ah, günlerdir bu üç küçük örneğin göz alıcı manzarası karşısında hayranım ve bütün bunların içinde, yani bolluğun, bereketin içinde dolaşmanın elimde olduğu sırada saadet duymamıştım diye utanıyorum. İnsan beceriksiz yaşar, çünkü hale daima hazırlıksız, aciz, üstelik de dalgın gelir. Hayatımda, bu gibi ve bundan da büyük pişmanlıklar duymaksızın hatırladığım hiçbir zaman yok. Yalnız, Ruth’un (2) doğumunu takip eden on günü, sanırım ki, kayıpsız, yani hakikati en ince teferruatına kadar harikulâde bularak yaşadım; hâlbuki hakikat her zaman öyledir ihtimal. -Belki de yeni yeni atlattığım şehir yazı, beni şimdi kuzey yılının kısa yaz gürlüğünden bir nişan veren küçük funda dallarının güzelliğine karşı daha hassaslaştırdı. Böyle odalarda geçirilen yazlar, insanda bir iz bırakmadan geçmezler; insan iç içe yerleşen yirmi kutunun en ortadakine kapanmış, en sonuncusunda büzüle kalmıştır. Hey Allah’ım, geçen yıl az mı har vurup harman savurdum; denizlerim vardı, parklarım, orman ve çayırlarım vardı: bütün bunları şimdi zaman zaman tarifsiz bir hasretle anıyorum. Hele şimdi burada, kışın kapıya dayandığı şu sırada. Sisli sabahlar ve sisli akşamlar başladı bile; o saatlerde güneş, sanki kendisi gitmiş de yeri kalmış gibi gözükür; tarhlardaki bütün o yaz çiçekleri, o dalyalar, iri iri süsenler, sıra sıra sardunyalar, kızıllıklarının isyanını sisin içine haykırırlar. Bu bana hüzün veriyor. İster istemez hatıralar canlanır, her nedense: şehir yazının şarkısı, bir falso ile biter gibidir, bütün notaların ayaklanışı ile; belki de insan bunları evvelce murakabe edip gönlüne sindirmiş, manalandırmış ve kendine bağlamış, ama yaratamamıştır da onun için. 

Bugünlük bu kadar… Pazara…

RİLKE

Çevirenler: Behçet Necatigil, Dr. A. Tietze

(1) Hayaller Kitabı: Rilke’nin şiir kitaplarından biri. İlk defa 1902’ de basıldı.
(2) Ruth: Rilke’nin kızı.


ARTHUR RİMBAUD*

     Théodore de Banville‘e

          Charleville (Ardennes) 24 Mayıs 1870

Sayın Üstat,

Sevi dolu aylardayız; yaşım on yedi. Şu umut ve kuruntular çağı dedikleri ve işte, Eşi Perisi’nin şöyle parmak ucuyla dokunduğu bir çocuk olan ben - kaba kaçtıysa bağışlayın - inançlarımı, umutlarımı, coşkularımı, şu ozanlara vergi şeyleri dile getirmeye giriştim, bahar dediğim bu işte benim. 

Bu şiirlerden birkaçını size gönderiyorsam, -iyi yürekli basımcı Alphonso Lemerre 
aracılığıyla- bütün ozanları, düşünsel güzelliğe tutkun bütün parnasyenleri -ozan bir parnesyen olduğuna göre- sevmemdendir bu benim; bu benim, sizde, biraz safça olacak ama, bir Ronsard torunu, 1830 ustalarımızın bir kardeşi, gerçek bir romantik, gerçek bir ozan görmemdendir. Nedeni bu işte. Aptalca bir şey, değil mi, ama yine de?... 

İki yıla belki de bir yıla kalmaz Paris’teyim… 
Hep iki tanrıçaya, Esi Perisi ve Özgürlük’e tapacağıma ant içerim Sayın Üstat. 
Bu şiirleri okurken, pek öyle burun kıvırmayın sakın: Credo in Unam parçasına parnasyenler arasında ufak bir yer ayırtabilirseniz beni umut sevinçten deliye döndürmüş olusunuz… 
Bu şiirler hele bir de Parnesse Contemporian’de yer alsalar? Ozanların tek inancı değiller mi onlar? 
Adım pek duyulmuş değil; ne önemi var ama? Ozanlar kardeş sayılır. İnanç dolu umut doludur bu şiirler: hepsi bu. 
Sayın Üstat, Üstadım; bana destek olun biraz: gencim: biraz el uzatın bana. 

Rimbaud

Çeviren: Tahsin Saraç


EZRA POUND*

Londra,21 Mayıs (1909)

İnşallah sende duygu denen şey yoktur. Varsa bu mektubu okumadan yak.
Sevgili Billy,
Şiir kitabına teşekkürler. Benden ne gibi bir eleştirme – istediğin eleştirme ise eğer –bekleyebilirsin?
Bu, dostlar için hazırlanmış özel bir baskı mı, yoksa ne?
William Carlos Williams’ın ozanlık içgüdüleri olduğunu göstermeye iyi bir kanıt kitabın.Au contraire, eğer Londra’ da olup da yeni şiir akımlarını görseydin, bilmem bu şiirlerin ne kadarını basardın? Kitabını kendi eserinmiş gibi tenkit etmemi ister misin? 
Ben her türlü günahı işledim; başkalarında en çok ayıpladığım günahı bile. Fazla yayın yaptım. Yaşayan şairlerin en büyüğü beni övdü. Sekiz yıl kurşun işlemez bir yüzeye karşı savaştıktan sonra birden oldukça büyük bir başarıya ulaştım. 
Kitabının neresine yükleneyim? Benim bilip de senin bilmediğin bir tarafı var mı? Kişiliği olan, orijinal bir kitap değil. Sanat bakımından son derece büyük bir değeri de yok. Şu var ki, şairane. Ama her gün Gomorrah’a akın eden cilt cilt şairane kitap var. En üstün sanattan başkasının boşluğunu göstermekte Londra’nın eşi yoktur. Eserleri arasında en dikkatli ,en geleneksel şekilde hazırlanmış olanlardan başkasının değerine inanmamayı insana öğretmekte.. Kendi verdiğim bu vaazları ben hiç tutmadım. Kitabın burada en ufak bir ilgi görmez. İçinde güzel mısralar var, ama örnek olarak aldığın şairlerin eserlerine yeni bir şey eklediğini sanmıyorum. 
Tabiî bir makale yayınlayıp da dağ tütününün çürüklere ( ya da yaraya, her neyse) iyi geldiğini açıklasam bazı tıbbî gerçekleri bulduğum ortaya çıkar ama tıp ilmine fazla bir şey kazandırmış olmam. Görüyorsun ya yergiye girişiyorum iyice.
Yeats’i, Browning’i, Francis Thompson’u, Swinburne’ü, Rosette’yi okursan son çağ İngiliz şiirinin gelişmesini izleyebilirsin. Margaret Sackville, Rosemund Watson, Ernest Rhys, Jim G. Fairfax’ı okursan ikinci derecedeki kişilerin de neler yapabileceği hakkında bir fikrin olur. Verdikleri eserlerin bal gibi değerli eserler olduğunu anlarsın.Senin ne olup bittiğinden haberin yok.İş bunda. Büyük şiirlerin çoğu birinci şahısta yazılır(yani 2000 yıldan beri böyle yazılmıştır.) Üçüncü şahıs da bazen kullanılabilir ama ikinci şahıs hemen her zaman kötü sonuç verir.(Milyonlarca ayrıklık da var tabii.)Neye yarıyor bütün bunlar? 
Aristoteles’in Poetika’sını, Longinus’un On the Sublime’ını, De Quincy’i, Yeats’in denemelerini oku.Ders I. Sanatını iyi öğren. Bu birinci derste saydığım yazarları çalıştıktan sonra kendi şiirlerini yeniden okursan benim onlar hakkında yapabileceğim herhangi bir eleştirmeden edineceğin bilgiden çok daha fazla şey öğrenebilirsin.
Vale et me ama!**
Not: Bir de şunu hatırla. Kişinin gerçek eseri yazacağı eserdir, evvelce yazdıkları değil,
Avanti e coraggio!***

Çeviren: Neclâ Aytür

**Değer ver ve sev
***İleri ve cesaret


Mektupların orijinal terümesi korunarak, aynen yazılmıştır.
*Milli Eğitim Bakanlığı.1964, Mektup Türü Üzerine. Tercüme Dergisi, 77-80 (XVI),192-193,297, 382-383.

Slayt görsel: britannica.com/biography/Rainer-Maria-Rilke.

FATMA LEYLÂ

Hacettepe Üniversitesi Almanca Biyoloji Öğretmenliği’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Fen Fakültesi Sistematik Zooloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. TÜBİTAK Deniz Bilimleri Çevre Araştırma Grubu’nun projelerinde araştırmacı olarak çalıştı. Şiirleri halen Edebi Kültür Dergisi sitesinde yayınlanmakta.