Menu
GÖNÜL SIRLARINDAN AÇILMIŞ GÜLLER
Deneme/İnceleme/Eleştiri • GÖNÜL SIRLARINDAN AÇILMIŞ GÜLLER

GÖNÜL SIRLARINDAN AÇILMIŞ GÜLLER

Del ez-Hazret ço nam-e name der-hast,
Cevap amed be-del kan Golşen-e mast.
Ço Hazrat kard nam-e name Golşen,
Şeved zu-çeşm-e delha comle rouşen.

Gönül Hazret’ten (Allah’tan) kitap için isim istediği zaman
Kalbe cevap olarak o,bizim “Gülşen”imizdir geldi.
Hazret(Allah) kitabın ismine “Gülşen” dediğinden
Onunla gönül gözlerinin tamamı ışıklanacak

Az an golşen gereftem şemmei baz,
Nehadam nam-e u ra “Golşen-e Râz

O bahçeden yine bir koku alarak,
İsmini “Gülşen-i Râz “ koydum.
(Nağısoylu, M, 2016. Şirazi Ve Onun Gülşen-i Râz Tercümesi,s45)

Yukarıdaki beyitler Mahmûd-ı Şebüsterî’nin Gülşeni-i Râz adlı eserine aittir. Bu incelme Abdülbaki Gölpınarlı’nın Gülşeni-i Râz adlı tercümesinin 1985 baskısı (II. basım) esas alınarak yazılmıştır.

Eseri tanıtmadan önce Şebüsterî’nin son cümlelerini başta söylemek yerinde olur. “Bütün bunları yazmaktan maksat da şu: Belki bir aziz beni anar da rahmet olsun, der, rahmet okur.”Bizde bu sözleri bu makaleyi okuyanlara iletmiş olalım. 

Şebüsterî’nin hayatına ait tam ve ayrıntılı bilgi bulunamaması muhtemelen uzleti tercih eden kişiliği ve genç yaşta vefat etmesinden kaynaklanabilir. Tam adı Şeyh Sa’düddîn Mahmûd b.Emînüddîn Abdülkerîm b. Yahyâ Şebüsterî Tebrîzî’dir.(Cengiz,M.,2012Tasavvuf dergisi s,2) Tebriz yakınlarında bulunan Şebister’de dünyaya gelmiştir.Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte 1288,ölüm tarihi olarak da 1319-1320 veya1321 tarihi belirtilmektedir.

Şebüsterî İlhanlı hükümdarları Sultan Muhammed Hudâbende ve Ebû Said Bahadır Han zamanında âlimlerin buluştuğu ve İran edebiyatının ana merkezi olan Tebriz’de eğitim aldı. Eserlerinden onun Arapça, Farsça, tasavvuf, kelam, felsefe, mantık, astronomi eğitimi aldığı anlaşılmaktadır. Kirman ‘da yerleşmiş ve burada evlenmiştir. Soyu “Hacegân” adıyla tanınmıştır. Bahâeddin Ya`kûb-i Tebrizî’nin müridi ve öğrencisi olmuş, kendisi Saâdetnâme adlı eserinde Emînüddîn-i Tebrîzî’yi üstadı ve şeyhi diye kaydetmiştir.

Şebüsterî’nin kısa ömrüne rağmen Bağdat, Şam, Yemen, Hicaz, Mısır, Endülüs, Kafkasya gibi ülkeleri dolaşmıştır. Şebüsterî’nin kabri, Şebüster’de Gülşen adıyla bilinen bir bahçenin içerisindeki türbede hocası Şeyh Bahâeddin Ya`kûb-i Tebrizî’nin yanı başındadır.Şebüsterî’yi bazıları İmâmiye mezhebinden gösterse de kendisi Saâdetnâme‘de Sunnî-Eş`arî olduğunu belirtmektedir. Kübrevîlğin Nûriyye kolunun pîri Nûreddin Abdurrahman İsferâyî’nin halifesi Emînüddin Abüsselem Huncî’nin müridi olan Şebüsterî, Kübrevî şeyhliği yapmamakla birlikte halka yönelik sohbet ve vaazlarda bulunmuştur. Saâdetnâme ‘de ve Gülşeni-i Râz ‘da melâmet neşvesine sahip, şöhreti sevmeyen bir kimse olduğunu söylemiştir.

Şebüsterî, Moğol istilasının hüküm sürdüğü bir zamanda ehliyetsiz kişilerin şeyh olmasından yakınarak döneminde tasavvufî hayatı tenkit etmiş ve uzleti seçmiştir.(Karaismailoğlu,A.2010 TDV İslam Ansiklopedisi) 

ŞEBÜSTERȊ’NİN GÜNÜMÜZE KALAN ESERLERİ

Şebüsterî eserlerinde çoğunlukla tasavvuf, kelâm ve felsefe konuları üzerinde durmuştur. Eserleri farsçadır. Saâdetnâme ve Gülşen-i Râz nazımla, diğer iki eseri nesirle yazılmıştır. Şebüsterî, lirik şiirler, gazel ve rubailer de yazmıştır. 

SAȂDETNȂME: Farsça Tasavvufî bir mesnevi olup yaklaşık üç bin beyittir. Tezkirelerde 
sekiz bölümden meydana geldiği belirtilirse de eldeki yazmalarda dört bölüm bulunmaktadır. Allah’ın zâtı, sıfatları, isimleri ve fiilleri hakkındaki bölümler alt başlıklara ayrılmıştır. Eserde müellif Mısır, Şam ve Hicaz’ı dolaştığını, şeyhler ve âlimlerle görüştüğünü anlatmakta, onlardan nakiller yapmaktadır. Ayrıca Azerbaycan’da dönemin sûfîlerinden Baba Hasan-ı Surhâbî, Baba Ferec-i Tebrîzî, Hâce Muhammed-i Keccânî, Hâce Abdurrahîm-i Tebrîzî ve Hâce Sâyinüddîn-i Tebrîzî’den söz etmektedir.

HAKKU’L-YAKĪN FȊ MARİFETİ RABBİ’L-`ȂLEMȊN: Sekiz bölüm olan bu farsça mensur eser Hakk’ın zâtı, Hakk’ı bilme, Hakk’ın sıfatları, kader, âhiret gibi konuları içermektedir. Eserin birçok şerhi ve tercümesi vardır. 

MİR’ȂTÜ’L-MUHAKKIKĪN: Sekiz bölüm halinde düzenlenmiş mensur eserde nefsin türleri, varlıklar yaratılışın hikmeti, mebde, meâd, âfâk ve enfüs gibi konular sade bir dille anlatılmaktadır. Hakku’l-yakīn ve diğer bazı kaynaklarda Şebüsterî’ye nispet edilen Risâle-i Şâhidnâme’nin nüshasına henüz rastlanmamıştır. (Karaismailoğlu, A.2010 TDV İslam Ansiklopedisi) 

GÜLŞEN-İ RȂZ

Gülşen-i Râz, yazıldığı tarihten beri tasavvufu benimseyen veya tasavvufa meyleden birçok kişi tarafından şerh edilmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı kitabında bu değerli eserin şerhlerini ve şârihlerini tarih sırasına göre belirtmiştir. Yaklaşık otuz beş maddelik bir liste yapmıştır. Bu şerhlerin içinde en mükemmeli, Nurbahşiyye tarikatı şeyhlerinden Lâhîcî’nin Mefâtîhu’l-i caz fî Şerh-i Gülşen-i Râz adlı eseridir. Diğer önemli bir şerh olan Kürbâli şerhinin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Kitaplar’nda 2608 no’da kayıtlıdır. 

Gülşen-i Râz’ ı ilk olarak XV. yüzyıl sûfîlerinden Elvân-ı Şirâzi aynı vezinde ve mesnevi 
tarzında birçok ilavelerle Türkçeye tercüme etmiştir. Şirâzî’nin ayrıntılı tercümesi için Nağısoğlu M., 2016.Şirâzî ve Onun Gülşen-i Râz Tercümesi,Manas Yayınları’na bakılabilir. Ahmet Avni Konuk Gülşen-i Râz’ın altmış beyitini, Lâhîcî şerhinden faydalanarak Türkçe şerh etmeye başlamışsa da çalışmasını tamamlayamamıştır. 

Eserin Türkçeye ilk mensur çevirisi Maarif Vekilliği Şark –İslâm Klasikleri serisinin beşinci 
kitabı olarak 1944’ te Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yapılmıştır. Bu tercüme Konya, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesinde, 94 no.da kayıtlı ve 16.3x24.5 ebadında bulunan mecmuanın hamişindeki nüshayla Lâhîcî şerhi ve Gölpınar’lı da bulunan yeni bir yazma esas alınarak yazılmıştır.

Gülşen-i Râz’ı batıya Dr. Tholuch tanıtmıştır. ”Sufismus” adlı eserinde bu kitaptan bahsetmiş 1825’ te kısmen Almancaya çevirmiştir.1838 ‘de Hammer Purgrtall tarafından Almancaya çevrilmiş, bu çeviri, Arapça ve Farsça birer mukaddimeyle Budapeşte’de basılmıştır.1880’de Whinfield tarafından İngilizceye çevrilmiş, notları da ihtiva eden bu çeviri aynı tarihte Londra’da basılmıştır. Mevlevî Ahmet tarafından Urdu diline çevirisi Gülşen-i Râz metniyle Delhi’de basılmıştır.

Şebüsterî ‘nin eserlerinde Muhyiddin İbnü’l –Arabî, Ferîddin Attâr ve Mevlânâ’nın etkisi görülür. Muhyiddin İbnü’l –Arabî düşünce ve terminolojisini farsça şiire dâhil eden en önemli muhakkik sûfîlerdendir. Saâdetnâme’de Muhyiddin İbnü’l –Arabî’nin el Fütûhâtü’l- Mekkiyye’sini ve Fusûsü’l-hikem’ini okuduğunu belirtmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı tercümesinde “Gülşen-i Râz’da Attar’ın büyük bir tesiri var. Fakat yer yer Mevlâna’nın tesiri de lav gibi fışkırmakta. Örneğin 8. soruya verilen cevaptaki buğu-yağmur izahı Mesnevî’yi hatırlatmakta. 497. beyitin Mesnevî’nin 

Ney tarıyk-ı râh-ı pur hun mîkuned 
Kıssahâ-yı ışk-ı Mecnun mîkuned 

beyitini hatırlatmamasına imkân yoktur”der. Ayrıca Gölpınarlı, Şebüsterî ‘nin İncil’i de iyice 
okuyup incelediği belirtir.

Gülşen-i Râz’ın klasik İslâm edebiyatına büyük ve sürekli tesiri olmuştur. İmâd-ı Fakıyh “Misbâh’ul-Hidâye”sini, bu kitabı örnek alarak oluşturmuştur. Halvetî şeyhlerinden İbrâhîm-i Tennûrî, Türkçe ve mesnevî tarzında yazdığı Gülzâr-Nâme’de, bilhassa bu kitabın son kısımlarında tamamıyla Gülşen-i Râz’dan ilham almıştır. Bosnalı Abdullah Gülşen-i Râz’dan ilham alarak aynı adı taşıyan ve bazı nüshalarda Gülşen-i Râz-ı Ȃrifan adı bulunan kısa ve mesnevî tarzında tasavvufi bir eser yazmıştır.(Gölpınarlı, A.1985.XVIIIs.) 

Gülşen-i Râz’ın Tebriz, İsfahan, Tahran, Bombay’da basımları yapılmıştır. Hatta Pakistan şairi İkbâl Gülşen-i Râz’ ın on bir sorusunu dokuz bölüme ayırarak mesnevî tarzında, önsöz ve bitim de dâhil olmak üzere 324 beyitlik bir risâle nazmetmiş, adını Gülşen-i Râz-ı Cedid koymuştur. Lahor’da basılan bu eser, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

Gülşen-i Râz tasavvuf nazariyeleriyle sûfî aşkını ve bilhassa sûfîlerin mecazlardan kastettikleri mânaları anlamak bakımından, en önde gelen, en değerli kitaplardan birincisidir. Hatta tek ve emsalsiz kitaptır da denebilir. Yüzyıllardır sûfîlerin başucu kitabı olmuş bir eserdir. Önemli olmasının bir nedeni de tasavvuf konularına giriş özelliği taşımasıdır. 

Yazıldığı tarihten itibaren yaygın ve haklı bir ün kazanan bu kitap, Varlık Birliği inancını 
anlatan ve mecazları tahlil eden kitaplara Kur’an-ı Kerîm, Hadis ve Mesnevî’den sonra daima başvurulan bir ana kaynak olmuştur. .(Gölpınarlı, A.1985.IXs.)

Şebüsterî Gülşen-i Râz’ı vefatından üç yıl önce otuz dört yaşında yazmıştır. Gülşen-i Râz’ı oluşturan on beş soru ve cevap mesnevî formunda ve arûzun hezec bahrinde, mefā’īlün mefā’īlün fe’ūlün veznindedir. Eser 999,bazı nüshalarda 1008 beyittir ve didaktik olması nedeniyle elfiyye olarak da değerlendirilmiştir. Eser hacmi küçük fakat içeriği yoğun ve önemlidir. Tasavvufi kavramlardan özellikle Şerîat, tarîkat, marifet, hakîkat makamları ve bu çerçevede vahdet-i vücûd kavramı, insan-ı kâmil ve seyr u sülûktan bahsedilir. Varlık, marifet ve seyr u sülûk, tasavvufi mecazlarla ilgili konular ağırlıktadır. Sıklıkla ayet ve hadislerden kısmî alıntılar yapılan eserde, fıkıh, kelâm, mantık, hikmet, tıp, ilm-i nücûm, ilm-i tabîî gibi ilimlere ait kavramlar da yer alır.

“Ȃlem, bu gördüğün âlemden ibaret değil ya.. ayette ”Görmediğiniz şeyler” denmekte; işitmedin mi?”(170)
“O âlem içindeki her âlem de ayrıca bir suredir. Birisi Fatiha, öbürü İhlâs.”(203) “Hamel, Sevir, Cevza, Seretan.. Eset ve Sümbüle gibi bu gökte salkım salkım yerleşmiştir.”(253)
“Sonra Mizan, Akrep, daha sonra Kavis, Cediy, Deliv ve Hut hep bu göktedir.”(254)
“Yürek bedenin sol tarafındadır.. onun için senin yurdun da dünyanın kuzey bölgesinin mamur olan dörtte bir bölümündedir.”(270)
“O kuvvetlerin her biri uzuvlarından, damar ve sinirlerinden ibaret olan aletlerle zuhur eder.”(274)
“Denizden bir buğudur çıkar, Allah emriyle yağmur olup ovaya yağar.”(486)
“Güneşin ışığı, ta dördüncü kat gökten o ıslak toprağa vurur;”(487)
“Isıtır, yine su buğu olur, tekrar yücelere çıkar, aslına erişir.”(488)
“Güzel ve iyi huyların aslı olan huylar adalet, sonra hikmet, iffet ve yiğitliktir.”(592)
“Adaletin karşılığı nurdur,rahmettir.. zulmün lâyığı da lânet ve zulmet!”(604)
“İyilik, adaletle zuhur eder.. adalet, bedene en ileride, en üstün kemâldir.”(605)

Şebüsterî Gülşen-i Râz’daki temaları, sûfîzmle ilgili konuları kısa, öz, lakonik ve mecazlı 
anlatmıştır.

“Süt emen çocuk, anasının yanında beşiğe mahpustur”(929)
“Uçar kuş olmak istersen bu pis dünyayı kergesin önüne at.”(934)
“Bu gaddar dünyayı alçaklara ver.. ölü eti, köpekten başka bir hayvana verilmez.”(935)
“Reyinde isabet, bahtında saadet olan oğul, meyve gibi ağacın sırrının hulâsasıdır.”(912)
“Benden o büklüm büklüm saçları sorma .. delilerin zincirini oynatma”(761)

Gölpınarlı kitabında “Gülşen-i Râz’ın baş tarafı, devrinin bilgisine dayanmaktadır ve bu 
kısım, vecitten ziyade bilgiyi dile getirir. Arada bir coşan, köpüren beyitler yok değil; fakat genel olarak bilginin ifadesinden doğan, nazariyelerin izahlarından meydana gelen bu başlangıç, adeta bir vecit, bir cezbe, bir aşk hazırlığı. Bu kısımda soruları soranın yüceliğinden, ihâtasından hatta belki de Şebüsterî’yi sınamasına göz yumulmakta, cevaplarında okuyucuların anlayış kabiliyetleri düşünülmekte, mümkün olduğu kadar, sülûke yeni girmiş kişilere hitap edilmekte. Söylenen sözler, tasavvuf umdelerini izah mahiyetinde ve adım adım yükselmekte; irfan ve idrak derecesi daima gözetilmekte. Onuncu sorunun cevabından itibaren hele on birinci ve on ikinci soruların cevaplarında ifade tamamen değişmekte. Bu kısımda sufîlerin kaş, göz, saç, sakal, yüz ve ben şarap, mum, meyhane, sâkıy, pîr-i mugan, tersâ-beçe, zünnar gibi mecazlardan kastedilen mânalar anlatılırken ifade, artık seviye gözetmekten çıkmakta, tam bir vecit, tam bir şiir haline gelmekte ve sona kadar bu sınırsız coşkunluk, bu kayıt gözetmeyen akış,sürüp gitmekte şeklinde eseri kısaca bize sunar. (Gölpınarlı, A.1985.VI-VIIs.)

Şebüsterî, Gülşen-i Râz’a yetmiş beyitlik bir dibâce yazmış, bu dibâcede, Varlık Birliği (Vahdet-i Vücud) inancını kısaca anlattıktan sonra Horasanlılar büyüğü olan ve tasavvufî eserleri bulunan Seyyid Hüseynî’nin, Tebriz’e bir mektup gönderdiğini, mektubunda bazı sorular sorduğunu bu mesnevi tarzında mektup gelince sorulara, meclisinde bulunanların dilekleriyle aynı tarzda ve aynı vezinde cevap verdiğini, elçinin mektubu saygıyla alıp gittiğini bildirmektedir. Şebüsterî durumu şu beyitlerle açıklar. 

“Herkes de bilir ki ben, ömrümde dileyerek, şiir söylemeye kalkışmadım.”(50)
“Nesirle birçok kitaplar yazdım ama mesnevî tarzında ve manzum söz söylemedim.”(52)
“Mâna ,aruza,kafiyeye sığmaz .. mâna, öyle her kaba sığışmaz.”(53)
“Mânalar,asla harfe girmez.. engin deniz bir kaba sığamaz ki.”(54)
“Mânaları, nesir olarak bile harfe sığıştıramazken neden bir de onları manzum olarak söylemeye kalkışalım?”(55)
“Bu sözlerle övünüyorum; şükür olarak söylüyor, gönül ehline özürler getiriyorum”(56)
“Şairlikten utanacak değilim ya.. yüzlerce yıl geçer de yine Attar gibi bir şair gelmez.”(57)
“Şu risalede bu çeşit yüzlerce sır âlemi söylesem bile yine sözlerim, Attar’ın dükkânından bir kokudur.”(58)
“Mektuptaki sorulara artıksız, eksiksiz ve bir solukta birer birer cevap verdim.”(60)
“Bu sefer yine mektubu yazmama sebep olan o aziz dost “şunu biraz genişlet. Söylediğin mânaları etraflıca anlat. Onları, bilgi varlığından meydana çıkar, apaçık bir hale getir” dedi.”(62)
“O sırlar daha aydın, daha açık bir hale girsin diye natıkamın dudusu söze geldi.”(67)
“Allah’ın lütfu ile Allah’ın yardımıyla hepsini birkaç saat içinde söyledim.”(68)
“Gönül, Allah’tan bu risaleye bir ad isteyince “ Bu bizim Gülşen’imizdir.” diye cevap geldi.”(69)
“Mademki Allah, bu risaleye “Gülşen” adını taktı, artık ondan bütün gönül gözleri aydınlanacaktır elbet.”(70)

Bu son beyit gönül gözü açık olmayanın eserdeki sırlar ve mânalardan nasip alamayacağını 
çünkü mânayı anlama yeteneğine gönlün sahip olduğunu belirtir.


ESERİN İÇERİĞİNİ OLUŞTURAN EMİR HÜSEYNȊ’NİN SORULARI

Şebüsterî, Gülşen-i Râz’da sorulara nazımla özlü cevaplar verir. Eserin soru cevap kısmında üç başlık bulunmaktadır.”Soru”,Kaide” ve “Temsil”.Her sorudan sonra onun cevabı ve “Kaide”,”Temsil” yer alır. Bu iki başlık da cevabın devamı niteliğini taşır.”Temsil başlığında müellif, düşüncelerini benzetmeler, karşılaştırmalar ve küçük örneklerle açıklar. Muammer Cengiz, Gülşen-i Râz ile ilgili bir makalesinde tasavvufi bilgiler ışığında soruları aşağıdaki şekilde yazmıştır. 
1-İlk düşünceye (fikir) daldığım ve şaşırıp kaldığım (tahayyür/hayret) şey şu: Düşünce (tefekkür) dedikleri şey nedir?
2-Yolumuzda şart olan hangi düşüncedir(fikr)?Neden düşünce bazen ibadet(tâat),bazen günah oluyor?
3-Ben kimim? Bana benden haber ver. Kendinden kendine sefer etmenin mânası nedir? 
4-Yolcu (misafir) nasıl kişidir, yola giden (sâlik) kimdir? Kime tam ve kâmil kişi (merd-i temâm)diyeyim?
5-Vahdet sırrına kim vâkıf olur? Ȃrif olan neyi bilir, neyi anlar?
6- Ȃrif ve ma’rûf Hakk’ın zât-ı pâkinden ibaretse bu bir avuç toprağın (insanın) başındaki sevdâ nedir? 
7-Kimdir o ‘enel’-Hak’ (ben Hakk’ım)diyen? Ne dersin o remz-i mutlak (ene’l Hak) herze midir? 
8-Yaratılmış olan hakîkat yolcusuna (mahlûk) neden vâsıl olmuş derler. Onun bu yol alması (seyr u sülûk ) nasıl hâsıl olur?
9-Mümkünün vâcibe ulaşması (visâl) ne demektir? Yakınlık (kurb), uzaklık (bu’d) ne demektir? 10-Nasıl denizdir ki o sahili sözdür(nutk);dibinden nasıl bir inci çıkar?
11-Küllden daha fazla olan cüz’ hangi cüz’dür? O cüz’e varmanın yolu nedir? 
12-Kadîm ve muhdes, nasıl birbirinden ayrılırdı da biri âlem, diğeri Hak oldu?
13-Manâ eri (merd-i ma’nâ ), ibarelerinde göze (çeşm) dudağa (leb) işâret etmekle neyi murâd eder?
14-Şarâb, mum (şem’) ve güzel (şâhid) ne ma’nâya gelir? Meyhaneye düşmek, sarhoş olmak (harâbâtî) da ne demek? 
15-Bu mahalde, put (büt) ,zünnâr ve tersâlık (tersâî) cümle küfürdür; eğer böyle değilse söyle nedir? (Cengiz Muammer, 2012.Manzum Bir Tasavvuf Klasiği Olarak Gülşen-i Râz. Tasavvuf Dergisi 30[2012/2], s.67-68 )

Gölpınarlı’nın tercümesinde ise sorular ve cevapları aşağıdaki şekilde yazılmıştır. Her sorunun cevabı, tamamen değil eseri tanıtmak gayesiyle örnek niteliğinde, beyitler seçilerek yazılmıştır. 

Soru 1. “İlk düşünceye daldığım, şaşırıp kaldığım şey şu: Düşünce dedikleri şey 
nedir?”

Cevap, yüz on beyitten oluşur.
“Düşünce, batıldan hakka gitmek, cüz’ü de mutlak olan küllü görmektir.”(72)
“Gönülde bir tasavvur meydana geldi mi önce ona hatırlayış adı verilir.”(75)
“Bilinen şeyler hatırlanır da zihinde bir tertibe tabi tutulursa anlaşılmayan ve anlaşılması istenen şey bilinir, anlaşılır.”(78)
“Hakikate, erişen her şeyin hakikatini gören, ilk bakışta varlık nurunu görür.”(84) 
“Marifete sahip olan ve o tertemiz varlık nurunu gören, neyi görse önce Allah’ görmüş olur.”(85)

Soru 2. “Yolumuzda şart olan hangi düşüncedir? Neden düşünce bazen ibadettir, bazen günah?”

Cevap yüz yetmiş üç beyittir. 
“Allah sıfatlarını, Allah nimetlerini düşünmek yol şartıdır. Fakat Allah’ın zatını düşünmek, günahın ta kendisidir.”(113)
“Allah zatının nuru, görünen şeylere sığmaz; onun ululuk nurları her şeyi kahreder.”(117) 
“Aklı bırak da Hak’la bulunmaya bak..yarasanın gözünde güneşi görmeye kudret yok.”(118)
“Allah’ın pek parlak, pek nurlu olan zatına karşın aklın nuru, güneşe bakmaya çalışan göze benzer.”(122) 
“Derviş iki alemde de yüz karası olan yokluk yok mu.. eksiksiz, artıksız aradığını bulacağın ulu şehir, o yokluktur işte!”(128)
“Ne diyeyim bu nükte pek ince: Apaydın gece kapkara gündüz içinde!”(129)
“Yokluk Mutlak Varlığın aynasıdır. Allah nurunun aksi yoklukta görünür.”(134)
“Yokluk esasen tertemizdir. Onda hiçbir şey yoktur. Ondan dolayı gizli hazine yoklukta zahir oldu.”(138)
“Yokluk aynadır, âlem o aynadaki akis; insan da o aksin gözü gibidir. Ayna karşısındakiyse o göz içinde gizlenmiştir.”(140) 
“Sen uykudasın, bu gördüklerin de hayal. Ne görüyorsan misalden ibaret.”(174)
“Yürü, Peygamber’in ardına düş de miraca var. Allah’ın büyük ve yüce delillerini seyret!”(197)

Soru 3. “Ben kimim ?Bana benden haber ver.. kendinden kendine git derler; bunun 
manası ne?

Cevap yirmi üç beyittir. 
“Mutlak Varlığa işaret edilince bu hakikat, ben sözüyle anlatılır.”(289)
“Hakikat, varlık suretlerinden bir surete bürününce söz arasında sen, ona “ben” dersin.”(290)
“Ben ve sen asıl varlığın arızî suretleriyiz,varlık kandilliğinin kafesleri mesabesindeyiz.”(291)
“Sen ,birliğin ta kendisi olan topluluksun.. sen; çokluk halinde zuhur eden birsin.”(309)
“Cüzî âlemden geçip külli âleme varan kişi, bu sırrı bilir.”(310)

Soru 4. “Yolcu nasıl kişidir, yola giden kimdir? Kime tam ve kâmil kişi diyeyim?”

Cevap seksen üç beyittir.
“Bir de yolcu kimdir dedin. Yolcu yola düşen ve aslından haberdar olan kişidir.”(312) 
“Yolcu, yoldaki konakları çabucak geçen, dumandan arınmış ateş gibi varlığını yakıp arınan adamdır.”(313)
“Şöyle bil ki yolcunun yol alması, ayıbı, noksanı bırakarak imkân âleminden vücup âlemine gitmesidir. Bu da manevi bir yolculuktur.”(314)
“Kişi, hakikate erişti mi oldu demektir, artık onun kabuğu yarılır, kırılır.”(357)
“O,vahdet sırrına mazhar olarak Allah’ı hakkıyla tanır.. Allah’ın hakikati onda görünür.”(394)

Soru 5. “Vahdet sırrına kim vâkıf olur.. ârif olan neyi bilir, anlar?”

Cevap on sekiz beyittir.
“Vahdet sırrını da yoldaki duraklarda duraklamayan,yürüyüp hakikate ulaşan kişi anlar.”(396)
“Ȃrifin gönlü varlık sırrını bilir, Mutlak Varlığı görür.”(397)
“Vahdete mâni olan şeyleri kendinden uzaklaştırmadıkça gönül evinin içine nur vurmaz.”(405)

Soru 6. “Peki .. bilinenle bilen o tek ve temiz Allah’tan ibaretse bu bir avuç toprağın 
başındaki sevda nedir?

Cevap yirmi bir beyittir.
“Hamdet, Allah nimetlerine karşı küfranda bulunma. Sen Hakk’ı ancak Hakk’ın nûruyla idrak edebilirsin.”(415)
“Ondan başka bilinen de yok ,bilen de.. bunu anla, fakat toprağın ısınması ve verimli olması için güneşin ziyası, güneşin harareti lâzım.”(416)
“Allah nakşının nüshası sensin sen .. dilediğini kendinde ara!”(435)

Soru 7. “Kimdir o “Enelhak-ben Hakk’ım” deyen? Ne dersin.. o nurlara gark olmuş, 
o nurlanmış kişi saçma mı söyledi”?

Cevap otuz beyittir.
“Enelhak, mutlak olarak sırları açığa vurmaktır, Hak’tan başka kim Enelhak diyebilir?”(437)
“Âlemin bütün zerreleri Mansur gibi Enelhak demektedir… Sen, onları ister sarhoş say, ister mahmur!”(438)
“Daima bu tespihi çekip dururlar.. hepsi de bu hakikatle vardır.” (439)
“Yokluk, nasıl olur da varlıkla birleşebilir? Nurla karanlık bir arada olabilir mi?(459)
“Hak’tan başka bir varlık yok.. ister o Hak’tır de, ister ben Hakk’ım de!”(465)

Soru 8. “Yaratılmış olan hakikat yolcusuna neden vâsıl olmuş derler.. onun bu yol 
alması, bu erişmesi nasıl olur?”

Cevap kırk iki beyittir.
“Allah vuslatı ,halktan ayrılmaktır.. kendine yabancı olmak, Hakk’a aşina olmaktır.”(468)
“Mümkün, üstündeki imkân tozunu silkti mi vacipten başka bir şey kalmaz.”(469)
“İmkân âlemine hakikat gözüyle bak.. Allah varlığı olmadıkça yoktan, yokluktan ibaret”(482)
“Burada kavuşmak, hayâli terk etmekten ibarettir, gözünün önünden hayâl kalktı mı kavuştun gitti!(505)
“Fakat mümkün, mümkün oluştan çıktı, vacipleşti deme. Ne mümkün, vacip olur, ne vacip mümkün!(506)

Soru 9. “Mümkünün vacibe ulaşması ne demek.. yakınlık, uzaklık, bu yakınlıkta, 
bu kavuşmada ileri gidiş, geri kalış nedir?

Cevap kırk yedi beyittir.
“Bunları artıksız ,eksiksiz benden duy.. sen, ona yakınlığından dolayı ondan uzak düşmüşsün, çok yakınsın adeta osun da onu göremiyor, kendini ondan uzak sanıyorsun.”(511)
“Varlık yokluk âleminde zuhur etti de yakınlık, uzaklık, ileride bulunuş, geri kalış o yüzden meydana geldi”(512)
“Yakın, ona derler ki ona varlık nuru saçıldı .. uzak da varlıktan uzak kalan yokluktur”(513)
“(Yokluğunu bilip) Allah teklifinden aciz oldun mu tamamıyla ortadan kalkarsın”(555)
“Tamamen kendinden kurtulur, Hak’la gani olur, Hak’la Hak olursun a derviş!”(556)

Soru 10. “Hangi denizdir, nasıl denizdir o deniz ki kıyısı sözdür; dibinden nasıl bir inci 
çıkar?”

Cevap yetmiş beyittir.
“Varlık bir denizdir, söz de kıyısı. O denizin sedefi harf, incileri gönüldeki bilgi.”(559)
“Her dalgası, rivayetlerden, Allah buyruklarından, peygamber sözlerinden binlerce iri taneli ve değerli inciler çıkarır.”(560)
“Bilgi o ulu denizden meydana gelir.. bilgi incisinin sedefi de sestir, harftir.”(562)
“Hak, Hak libasıyla zuhur etti mi o zuhuru Hak dini bil; bâtıl suretinde zuhur edince de şeytan işi!”(628)

Soru 11. “Külden daha fazla olan cüz’ hangi cüz’dür.. o cüz’ü aramanın, bulmanın 
yolu nedir?”

Cevap yetmiş bir beyittir.
“Bil ki varlık külden daha fazla olan cüzüdür, var olan küldür. Bu her şeyin aksinedir.(630)
“Küllün, yani var olan şeylerin varlığı, çokluktan göründü. Kül cüz’ün, yani varlığın hakikatini çoklukla örter.”(632)
“Küllün varlığı, tek bir hakikatin çoklukla zuhurundan ibaret. Çok olan şey, çokluktan görünmekte.”(636) 
“Allah ihsanının feyzi, daima sıfatlarla adlardan tecelli eder durur.”(670)
“Yüzünü gördüm ,şarabı içtim.. bilmem bundan sonra ne olacak?”(699)
“Her sarhoşluğun sonunda bir baş ağrısı, bir sersemlik vardır.. gönül bu düşünceyle kan kesildi gitti.”(700)

Soru 12. “ Evveli olmayanla sonradan meydana gelen, nasıl oldu da birbirinden ayrıldı. 
Bu âlem oldu, öbürü Hak?”

Cevap on iki beyittir.
“Evveli olmayanla sonradan meydana gelen esasen birbirinden ayrı değildir ki. Sonradan meydana gelen, Mutlak Varlığın zuhurudur, ondandır, kendiliğinden bir varlığı yoktur.”(702)
“Yokluğun var olması ,olmayacak bir şeydir.Varlık ,var olması bakımından daimîdir., hiç zevâl bulunmaz.”(704)
“Var olan şeylerin birbirlerine aykırılığı ve çokluğu hep, bukalemuna benzeyen şu imkân âleminden meydana geldi.”(712)

Soru 13. “Mâna eri, sözünde göze, dudağa işaret etmekle ne murâd eder?”

Cevap seksen beş beyittir.
“Bu âlemde görünen her şey, o âlem güneşinin aksi gibidir.”(716)
“Âlem; saç, ben, sakal ve kaş gibidir; her şey, kendi yerinde, kendi makamında iyidir, hoştur.” (717)
“Mânalarda ta sona bak.. maksat nedir, onu gör; bu hususta nelere dikkat etmek lâzımsa birer birer hepsini gör, incele.”(738) 
“Güzelin gözünden hastalıklar ,sarhoşluklar meydana gelmekte .. dudağından varlık içinde yokluk zuhur etmekte.”(742)
“Gözünden gönüller sarhoş ve mahmur bir halde.. dudağından canlar örtünüp gizlenmede.” (743)

Soru 14. “Şarabın ,mumun,güzelin mânası ne.. meyhaneye düşmek, sarhoş olmak da 
ne demek?”

Cevap elli sekiz beyittir.
“Şarap ,mum ve güzel ,mânanın ta kendisidir.. o mânanın her surette tecellisi var.”(801)
“Şarapla mum, irfan nurunun zevkidir. Kimseden gizli olmayan güzeli de gör!”(802)
“Burada şaraptan murat sırça kandildir, mumdan murat da ışık.. güzelse ruhlar nurununparıltısı.”(803)
“Şarap da hazır, mumla güzel de burada.. artık güzel sevmekten gafil olma!”(806)
“Toprağa düşen o bir yudum şarabın kokusundan insan baş göstermiş, ta göklere kadar yücelmiştir.”(826) 
“Meyhaneye düşkünlük ve sarhoşluk, kendinden geçme, kurtulmadır. Adam zâhit bile olsa benlik küfürdür.”(833) 
“Meyhane, eşi örneği olmayan âlemden bir numunedir; hiçbir şeye aldırış etmeyen âşıkların durağıdır.”(835) 
“Meyhane can kuşunun yuvasıdır.. meyhane, lâmekân âleminin eşiğidir.”(836)

Soru 15. “Put ,zünnar ve gâvurluk ,bu,makamda hep Hak’sa âlâ.. değilse bunlardan 
maksat ne? Söyle!”

Cevap yüz kırk beyittir.
“Bu makamda put, aşk ve birlik mazharıdır;zünnar kuşanmak da hizmete bağlanmaktır.”(860)
“Mutlak Varlık, nerede varsa, neyle zuhur etmişse orası ve şey, hayırdan ibarettir. Eğer o şeyde bir şer varsa o,varlıktan meydana gelmemiştir.”(865)
“Gözünde Hak’tan gayrisi varsa mescitte bile olsan kilisedesin demektir.”(953)
“Put ,zünnar,gâvurluk ,çan.. hepsi de adını, sanını, varını,varlığını terk etmeye işarettir.”(956)
“Has kul olmak istiyorsan doğruluğa, ihlâsa hazırlan!”(957)
“Yürü.. kendini kendinden kurtar.. her an başka bir imana bürün!”(958)
“İçimizde nefsimiz kâfirken görünüşte İslâm dininden olmaya razı olma!”(959)
“Her an yeni baştan imanını tazele.. Müslüman ol, Müslüman ol, Müslüman!”(960)
“O put, seher çağı ansızın kapımdan içeri girdi; beni gaflet uykusundan uyandırdı.”(976)
“O ay, güneş gibi yüzünü görünce canımdan ümidimi kestiğimi gördü de (984)
“Bir kadeh doldurup sundu .. o şarabın suyundan bana bir ateştir düştü.”(985)
“Sonra bana “Bu renksiz, kokusuz şarapla varlık levhindeki nakışları yıka “ dedi.”(986)
“O şarabı sonuna kadar içtim.. sarhoş olup topraklara serildim.”(987)
“Şimdi ne kendimdeyim ,ne değilim.. ne aklım başımda, ne mahmurum ne sarhoş.”(988)
“Gâh gözleri gibi başımda bir sarhoşluk var.. gâh zülfü gibi darmadağınık bir haldeyim!”(989)
“Gâh kendi huyum yüzünden külhandayım.. gâh onun yüzünden gül bahçesinde.”(990)
“O gül bahçesinden bir koku aldım da adını Gülşen-i Râz koydum.”(991)
“Onda gönül sırlarından öyle güller açılmıştır ki şimdiye kadar onları başka bir kimse söylememiş övmemiştir!”(992)
“O gülşenin süsenleri ,hep söylerler.. nergislerinin gözü daima görür!”(993)
“Gönül gözüyle birer birer dikkat et, bak da şüphen kalmasın !”(994) 
“Şeriata ait nakledilen sözlerle aklî deliller ve hakikatler, tamamıyla incelenmiş, arınıp hulâsa edilmiştir.”(995)
“İnkâr gözüyle hor bakma.. yoksa güllerin hepsi gözüne diken kesilir!”(996)
“Hak tanımazlığı alâmeti ,şükür etmeyiştir.. Allah’ı tanımak, hakkı teslim etmekle belli olur.”(997)
“Bütün bunları yazmaktan maksat da şu: Belki bir aziz beni anar da rahmet olsun, der, rahmet okur.(998)
“Kitabı adımla bitirdim: İlâhî, sen akıbetini Mahmud et!”(999)

Gölpınarlı, sayfa ve beyit numarası belirterek, beyitlerin tasavvufî detaylı açıklamasını özel 
kavram ve mecazların ne anlama geldiğini açılamalar kısmında (Gölpınarlı açılama der) yazmıştır. Eserde geçen hususi adlar, coğrafi adlar ve felsefî terimler içinde ayrı bir bölüm oluşturmuştur. Tüm bunlar eserin daha iyi okunup kavranmasını kolaylaştırmaktadır. Kitabın en son sayfasında tercümeye esas olan Konya Mevlâna Müzesi nüshası bulunmaktadır. Bu nüshaya bakıldığında Gölpınarlı’nın açılama(hâşiye) kavramından ne kastettiği daha iyi anlaşılır.

Gülşen-i Râz ‘ın sistematik yapısı ve şiirsel gücü ile tasavvufî metafizik düşünceye giriş niteliğinde bir eser olduğu söylenebilir. 

Gülşen-i Râz okuyucusunu, gündelik alışkanlıklardan biraz olsun uzaklaştırarak, insanın varlık serüveni ve kendi yaratılışı üzerinde tefekkür etmeye sevk eder. Tefekküre dayalı manevi bir yolculuğu insan-ı kâmil olmak için temel görev sayar. Bunu da her insanın karakterine ve yeteneklerine göre aşk ve vecd ile yapması gerektiğini ortaya koyarak müşahede zevkine ulaştırır. Bu yolculuğun nasıl yapılacağı on beş sorunun cevabında saklıdır.

Şebüsterî, mutasavvıf şair olarak başka eserler yazmış olsa da Gülşen-i Râz arifler, filozoflar, edipler, halk nazarında önemli ve değerli bir karşılık bulmuş, okunmuş, okutulmuş hatta ezberletilmiş ve sonuçta klasik bir eser olarak bizlere ve gelecek nesillere miras bırakılmıştır. 

İran’ın önde gelen tasavvuf araştırmacılarından Hüseyin Muhiddin İlâhî Gomşehî’nin çocukken babasıyla arasında geçen bir konuşmaya ilişkin anlatımı bu hususa çarpıcı bir şekilde işaret eder:

Babası Mirza Mehdi kendisine bir gün “sana harcadıkça çoğalan bin altınlık bir hazinenin yerini bildireyim mi?” diye sormuş. O da heyecanla “evet” demiş. Babası “o zaman gel bu Gülşen-i Râz’ın bin beyitini ezberle, çünkü bunun her bir beyiti bir altındır ve harcadıkça da (yani bundan feyz alıp, bunu insanlarla paylaştıkça )azalmayıp artar” demiş. İlâhî Gomşehî bunun üzerine Gülşen-i Râz’ı ezberlediğini anlatır.(Ermiş F.,2017 TALİD,15(30),s.79)

Eserin geride bıraktığı etkileri düşünülürse, tasavvuf araştırmaları açısından hâlâ üzerinde araştırma yapılması gereken önemli bir kaynak olduğunu da belirtmek gerekir.

Kaynak: Şebüsterî, Gülşen-i Râz, trc. Abdülbaki Gölpınarlı, Millî Eğitim Bakanlığı Şark İslâm Klasikleri, Millî Eğitim Basımevi,1985,İstanbul.127s.
Beyitler: Prof. Dr. Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yapılan tercümenin orijinal hali korunarak aynen yazılmıştır.

FATMA LEYLÂ

Hacettepe Üniversitesi Almanca Biyoloji Öğretmenliği’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Fen Fakültesi Sistematik Zooloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. TÜBİTAK Deniz Bilimleri Çevre Araştırma Grubu’nun projelerinde araştırmacı olarak çalıştı. Şiirleri halen Edebi Kültür Dergisi sitesinde yayınlanmakta.