Menu
kuyu
Deneme/İnceleme/Eleştiri • kuyu

kuyu


Kuyu... dibi geniş ağzı dar...Bir Şeddad kuyusu.

Karanlık, ama emniyetli...

Tutsaklıkları, alışkanlıkları, bağımlılıkları zaaf ve zayıflıkları gizleyen kuyularımız. Direnme kapasitemizi, tahammül gücümüzü, zoru yorumlayışımızı, olumsuzu olumluya çevirme cehdimizi ve her daim hiç bir nesnenin misyonsuz, nedensiz yaratılmamış olduğunu haykıran kuyularımız.

...

'Yerlerinizden çıkmayın, bugün kuyuya enbiyadan bir nebi gelmiştir!' Fakat bir yılan bu uyarıyı duymadı, hışladı kuyuya düşene. Bir misafirdi yılana göre düşen. Düştükçe dibe vuran, vurdukça yükselen, yükseldikçe kurtulan, kurtuldukça kurtaran.

Cibril'in emri hiddetini geçmedi. 'Suss!'

Yılanın bir daha sesi çıkmadığı gibi, neslinden gelenlerin de sesi çıkmaz oldu. Suskunluğu derisi oldu yapıştı sırtına. Düşen yükselecekti çünkü. Slm'in bir halkasıyda Mısır'a nasip olan.

...

Kuyuya varmak, kuyuya düşmek, kuyuda olmak, kuyudan çıkmak, kuyudan geçmek, kuyuya dalmak, kuyuda kaybolmak için ne emniyetli bir Cibril eli var sırtımızda ne aşkla bekleyen Züleyha ne rüyasından önce kuyusuna yazgılı Yusuf geçer hanlarımızdan.

Hanlarımız ki, kervansaray bozması, elimizde ne varsa, gelip geçen yolculara onu sunacağımız, emniyeti karanlığında, küf tutmuş ve tabanında zaaflarımızın kazdığı kuyuları barındıran izbelerimiz.

Ne ev sahibiyiz orada ne misafir. Ne ikram edeniz, ne ikram gören.

...

Kazdığımız kuyuların ağzı dar dibi geniş değil. Şeddad'ın yöntemiydi bu. Daha çok suya dip, daha çok emniyete genişlik.

Oyduk oydukça kuyu ağzını. Çok şey sığdıracaktı ya. Daha geniş daha geniş açmalıydık ağzı. Her şeyimizi saklayacaktık oraya. Hayallerimizi, ihtiraslarımızı, ideallerimizi ve başkalarından saklanması gerekenleri. Kazdıkça kazdık, oydukça oyduk.

Günlerimizi aylarımızı ve yıllarımızı topladık. Bir ömür etti. Oydukça anlamsız bir genişliğin, kontrol edilemez bir çapın sahibi olduk. Kuyu kuyu olmaktan çok uzaktı. Devasa bir gedik açmıştık ayaklarımızın altında. Hatta düşmek üzereydik içine. Gediğin hiç bir kenarı, duvarı, köşesi yoktu. Amorf, hepsi bu!

Derinliği ve gizi yoktu. Çıplaktı, müdahaleye açıktı, gizlisi olmayandı. Umudumuzdaki bu gedik bir yenilgi kapısı gibi bitkinleştirmişti bedenimizi. Beyin kimyamız artık serotonin salgılamıyordu, bir manik'le başlamış panik'le kapatmıştık devreyi.

...

Bir Yusuf kuyusu istedik halbuki. İnsanlığımızın çok boyutlu bütün ivmelerini saplayıp, sığınabileceğimiz bir kuyu.

Elimizde bir gedik var şimdi. Can damarımız toprakta açılmış bir gedik. Ayak ucumuzun dibinde...uçurum.

Hayalkırıklığımızı, umutsuzluğumuzu, hüznümüzü ve yaralanışlarımızı teslim ettik gediğe... üzerini örtmeden döndük yüzümüzü.

Yeni bir kuyu için cesaretin var mı?

Çok yorulduk, kollarımız kalkmıyor, ellerimiz nasır bağladı.

Yordu bu kuyu işi. Biraz ara!

...

Kuyu... ağzı dar dibi geniş... Hayat var genişliğinde: Su. Hayatı gizlemek, emniyete almak ağza düşmüş, dar. Koruması, ifşa etmemesi, bir kale kapısı kadar muhkem durması için dar. O bir hayat kaynağı. Karanlığı bürdüğü zaman gece nasıl gündüzü teslim alıyorsa yeniden doğması için, yaşaması için sırlıyorsa, ağız da dibindeki hayatı sırlamalı, karanlıkla bürümeli.

Su... Kuyudaki varlığı, kıymetiyle müsemma. Yüzleşmelerin de aynası su. Kuyuya düşmenin, yalnızlığın sükunetin aynası. Rüyasının ifşa olmasından sorumlu olmanın bedeli yüzleşme.

Yüzleşme... Bir kuyuya varamamanın, sır olamamanın, kolaylığı bertaraf edep zoru kazaya bırakmanın bedeli. Su varsa yüzleşme var. Yüzleşmesi olmayanın ne kuyudan ne Cibril kelimelerinden ne de gedikleri kuyuya dönüştürmekten nasibi var.

...

Ya kuyuda su yoksa?

En zor yerden başlamak. Kuyuya atılış en zor olan sanki. Sanki...

Daha zoru? Mahremiyetin kucağında mahkumiyet. Sevgilinin tebessümünü bir müjde gibi alan aşığın bir kuyuya düşmüşçesine yuvarlanması. Ebedi tükeniş ama ölemeyiş.

Ya kuyuda su yoksa?

Bir Cibril lazım şimdi bu zamana. Kelime'yi fısıldaması yetmez. Bir nefha olmalı su adına. Bu zorluğun, bir bilinmez kolaylığa dönüşeceğini müjdelemeli. Züleyha yoksa bir serap mı? Beklemeiyor mu Mısır kapılarında. Doğranacak bilekler vardı hani.?

...

Bahtsız kadınlaar... Tüm yeryüzü kadınları...inleyin, ağıtlar yakın bir ömür boyu. Mısır'da kalmasın bu vaveyla, bütün yeryüzü kadınlarını kuşatsın. Bedduaların en şeddelisini yaksınlar Şeddad'a. Yusuf yok, Yusuf gelmeyecek! Bu zindan artık bir zifiri karanlığın durağına zincirlendi Yusuf gelmeyecek!



Tek başınıza kaldınız ziyafet sofralarında. Önünüzde çeşit çeşit meyveler, elinizde kanlı bıçaklar, bileklerinizden akan kan Züleyha'nın tırnaklarına geçmiş bir parça gömlekten damlıyor içinize.

Gömleğin birkaç iplik parçasına bileklerini feda eden Mısır kadınları...duyun... Kuyuda su yook!

Ağlayın...su yükselsin!

...

Ey Cibril ger kanatlarını karanlığın emniyetinde susuz kalana. Ona senden başka su verecek yaratılmış buradan çok uzakta. Aralarında bir gömlek kokusu ya da parçası kadar mesafe olsa da susuzluğun suya olan ıraklığı esiyor yelden.

...

Ey derinliklerinde Yusuf'un arınmışlığını, Züleyha'nın ihtirasıyla buluşturan kuyularımız. Susuzluğu suya kavuşturan Cibril kelimelerini sarkıtıyoruz bakracımızla. Ne olur bir damla da olsa dökül dilenişimize. İpimiz kopmadan, haydutlar sarmadan sahrayı, esir pazarlarında beziganların eline düşmeden, tükenişimize iksir ol, dol yaralarımıza. Islat, yumuşat, kıvama getir ki gediklerimizi kapatabilelim.

Biliyoruz, Mısır kadınları su yükselene kadar ağlamayacak!