“Kütahya’nın pınarları akışır
Zaptiyeler kol kol olmuş bakışır
Asalı’ya mavi şalvar yakışır
Aman aman Vehbi böyle şöyle olur mu
Haydi ben ölürsem dünya sana kalır mı”
Hisarlı Ahmet
Şehirler de insanlar gibidir. Bunu o şehri gördüğünüzde, şehrin insanıyla, mimarisiyle, daha doğrusu onu diğer şehirlerden ayıran her ne özellik varsa, onun ayırımına vardığınızda anlarsınız. Her şehrin, kendine has, onu diğer şehirlerden, metropollerden ayıran özgün, bozulmamış, dumura uğramamış bir ruhu vardır. Şehirlerin izleğini sürdüğünüzde, ruhlarındaki ayrıcalıkları, birikmiş acıları, hasretleri, gizemli tarihlerini bir anda göremezsiniz. Kütahya yolculuğumuzda bunu derinden hissettim.
Kütahya, sanatı hayat damarlarına sindirmiş, bunu derinden yaşamış, miras aldığı geçmişi günümüze taşırken, bu günün insanıyla köprüleri kaldırmamış hatta sıkı sıkıya bu köprüleri sağlamlaştırmış bir şehir. Tanpınar’ı anmamak mümkün değildir, satırlara bir şehrin ruhunu aktarma telaşınız varsa. Ahmet Hamdi Tanpınar, neredeyse tüm şehirlerin portresini özetlemiş gibidir, anlattığı beş şehirde. Siz Bursa’yı okurken satır aralarında bir Kütahya’ya rastlarsınız. Yazarın anlattığı mezkur şehirler, adeta tüm şehirlerimizdeki ortak özellikleri, ortak değerleri ifade etmek için yazılmış gibidir.
Kütahya, sanatın inceliklerini tüm yaşantısına sindirmiş, içsel duyarlılıkları olan, belli sancılar çekerken bunu dışarıya yansıtmamanın telaşını yaşayan, mütevazı, vakur duruşuyla içindeki zenginlikleri bir anda göremediğiniz sanat erleri gibi, büyülü bir duruşla selamlar gibiydi bizleri… Onların gizli hazinelerinin zenginliklerini eserlerine yansıyınca görür ve hayrete düşersiniz. Kütahya’nın, geleneğe yaslı duruşuyla, tarihsel geçmişiyle kurduğu güçlü manevi köprüleri gördüğümüzde, doğrusu bizler de hayrete düştük.
Geçtiğimiz ay Medya Sofa’nın değerli üyeleri ile; Sera Alışveriş Merkezi’nin ve Kütahya Belediye Başkanı Mustafa İça Bey’in nazik davetleri sonucu, Kütahya’ya misafir olduk. Sera Alışveriş Merkezi Müdürü, Atakan Bey, değerli eşleri, Meryem Dila Hanım, Güral Porselen’den, Volkan Arman Bey ve Halkla İlişkiler Müdiresi, Dilek Hanım’ın eşsiz misafirlikleri sonucu, bu güzide şehirde ağırlanmanın mutluluğunu yaşadık.
İstanbul’un sonbaharı ağırlayan akşam alacalarında, bize tahsis edilen küçük bir minibüsle yola çıktığımızda, “ Haydi Gezelim” diyerek yola çıkan Medya Sofa üyeleri, ayrı bir muhabbet ve huzurla yeni bir şehri daha görmenin heyecanını yaşıyordu. Yorucu olmayan, hatta bize çok kısa gelen yolculuğumuzun ilk durağı Harlek Kaplıcaları idi. İstanbul’un lodoslu caddelerinden, nemli serinliğinden, yazı ve kışı bir arada yaşayan sonbaharın son demlerinden sonra kuru ayazlı bir geceye indik. Kütahya’ya geldiğimizde, bir Anadolu şehrine geldiğimiz izlenimini çoktan veriyordu iliklerimize kadar işleyen, yüzümüzü yakan bu kuru ayaz. Yemyeşil bir vadinin dibinde konaklamış olan Harlek’te kahvaltımızı yaptıktan sonra şehrin merkezine doğru yola koyulduk. Mihmandarımız Elif Hanım öğrenci olmasına rağmen oldukça çalışkan, donanımlı bir arkadaş. Gelen grupları gezdiriyor.
Gediz ve Porsuk nehirlerinin yakınında bulunan şehir, şifalı sularıyla, türküler yakılmış pınarlarıyla, toprak evleri ve büyülü konaklarıyla, ozanlarıyla, narin ve zevkli gelinleriyle ne kadar değişmemek, dönüşmemek için zamana ve modernleşmeye karşı dirense de, Belediye Başkanı turizm kenti olma yolunda adımlar atıyor, çalışmalar yapıyor. Anlaşılan o ki, değerlerine sıkı sıkıya bağlı bu sanat duyarlılığıyla bezenmiş şehri kültürel dokusundan soyutlamadan, kendine has zenginliklerini bozmadan, sağlamlaştırma ve onarma çalışmaları yaparak, turizmden daha fazla pay almak için atağa geçilmiş. Şehrin kültürel zenginlerine baktığımızda, belediye, valilik ve özel işletmeler bünyesinde ondan fazla müze varlığını devam ettirmekte. Evliya Çelebi’nin Kütahyalı olduğu inancıyla oluşturulan Evliya Çelebi Müzesi, büyük bir zenginlik olarak ziyarete edilmekte.
“…Kütahya Kalesi, bir tepe üzerinde beşgen şeklindedir. Kalenin etrafı üç bin adımdır. Hendeği yoktur. Etrafı yalçın kayadır. Kalenin yetmiş kulesi, üç kapısı vardır. Derenin çevresi kat kat bahçelerle konaklarla çevrilidir…” Romen Diyojen’in gözlerine mil çekildiği söylenen kaleden bakıldığında; Evliya Çelebi’nin bahsettiği bu konaklardan pek azı günümüze kadar gelmiş ve şehri gezerken bu konakların bulunduğu sokağa adım attığınızda adeta zaman tünelinden geçip, bambaşka bir âleme misafir oluyorsunuz.
Kuruluşun ve kurtuluşun şehri diye adlandırılan Kütahya konaklarının kapıları atların girebileceği genişlikte yapılmış. Germiyan Sokakta korunan 17. Ve 18.yy Kütahya Evleri iki veya üç katlı ahşap evler şeklinde. Payandalarla desteklenmiş çıkmaları, çiftli koca kapıları, kafesli pencereleri ile ahşap Anadolu mimarisinin en nadide örneklerini oluşturduğunu görmekteyiz. Evlerin ortak özelliği açık sofalı olmaları aynı zamanda. Haremlik, selamlık tokmakların mevcut olduğu oymalı kapılar, küçük kafesli ahşap pencereler, birbirine
değecekmiş gibi sokağı selamlayan cumbalarla komşuluğun, ahbaplığın, dostluğun, yarenliğin bu sokaklarda ne kadar samimi bir şekilde yaşandığını duyumsayabiliyorsunuz. Kütahya konaklarının ilk katı taş yapı şeklinde. İkinci katlar, ahşap ve oymalı dolaplarla donanmış, sade ve kullanışlı mekânlar. Benim
en çok dikkatimi çeken ve mimarisiyle beni büyüleyen konak; Macar, Lojos Kossulth’un misafir edildiği; ‘ Kossuth’in Anıları Müzesi’ olarak eşsiz bir mimarinin timsali halinde misafirlerini selamlıyor. Kossuth, ahşap oymacılığının eşsiz örnekliğini teşkil eden bu konakta, yine tüm zarafetiyle, çalışma odasının müstesna bir köşesinde bulunan, ahşap çalışma masasında, Macaristan’ın yeni anayasa tasarısını hazırlamış. Müzenin daha çok, Türk-Macar ilişkilerinin derinleştirilmesi dilekleriyle gerçekleştirildiği anlaşılıyor.
1429’da Osmanlı topraklarına katılan Kütahya, 130 yıl Germiyanoğulları Beyliği’nin, 400 yıl Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi olmuş. Yine Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devrinde, yapılan seferlerde önemli uğrak yerlerinden bir yerleşim yeri. Çeşitli uygarlıkların yaşandığı bu gizemli, şehirde pek çok kaplıca ve termal kaynak bulunmakta. Sular şehri de diyebileceğimiz Kütahya’nın çinilerle bezenmiş, çeşme kitabelerinin de bulunduğu, çeşmeler, sebiller görülmeye değer güzellikte.
Şehrin tüm görülmeye değer mekânlarını, müzelerini, bizi adeta tarihi bir yolculuğa çıkaran konaklarını gezdikten sonra, Çavdarhisar’da bulunan, dünyanın bilinen ilk Ticaret Borsa Binası, ayakta kalabilmiş sağlam sütunlarıyla zamana meydan okuyan Zeus Tapınağı ve Amazon Lahdi, sade küçük adeta köyü andıran kasabanın yamacında, ziyaretçilerini bekliyor. Yine hemen tapınağın karşısında, M.S. 2. ve 3. yüzyılda yaşayan Aizanoi’da, onbeş bin seyirci kapasiteli tiyatro ve ona bitişik stadyum, kentin içinden geçen Kocaçay üzerinde ise hala iki tanesi kullanılır durumda olan antik köprü ve bent bulunmakta.
“ Kütahya’da bir ay kalana ne mutlu
İki ay kalacak olursanız
daha fazla müsferid ve münfeyiz olursunuz.
Kütahya kusursuz bir güzeldir
Böyle kusursuz güzele zeval olur mu?
Yarab bu memlekete kaza bela verme,
Cennet, Kütahya’nın ya altındadır ya üstünde,
Feda olsun Lahor, Keşmir, Tebriz Kütahya’ya’
Mevlana’nın oğlu Sultan Veled bu anlamlı dizelerle seneler öncesinden anlamlı bir sesleniş gönderir. Şifalı kaplıcaların, eşsiz çini işçiliği sanatının icra edildiği, iğne oyası gibi elişinin nadide örneklerinin rastlandığı, bor madenlerinin zenginliğiyle, konakları, sebilleri, çeşmeleri ve en çok da misafirperverliği ile bizleri büyüleyen Kütahya’da ancak iki gün kalabildik.
Kütahya onu keşfedecek, sırlı güzelliklere müptela seyyahlarını ağırlamak için bekliyor. Peçesini açmakta direnen güzel gelinler misali, o güzellikleri hissedip, yaşayacak, anlayacak seçkin gezginlere her daim kapısı açık. Yeter ki yolunuz Kütahya’nın çinilerle bezenmiş, beyaz badanalı konaklarına, mütevazı evlerine düşsün. Kütahya’nın misafirperver halkı, şibitli tirit, oğmaç çorbası, sıkıcık çorbası, çimcik yemeği gibi eşsiz lezzetleri kuşanmış bereketli geniş sofralarında ağırlamak için misafirlerini bekliyor.
Son olarak, Medya Sofa ekibini büyük bir özveri ve samimiyetle ağırlayan, şehri daha yaşanılabilir ve turizme açık hale getirmek için projeler üreten Belediye Başkanı Mustafa İça Beyefendiye, girişimcilik ruhunu cesaretle sergileyerek ters bir göçle İstanbul’dan Kütahya’ya giderek örneklik teşkil eden, Atakan Bey ve sevgili eşleri Meryem Dila Hanım’a, nadide Güral Porselen sofralarında bizleri ağırlayan, Volkan Arman Bey ve Dilek Hanım’a, tüm yolculuğumuzda hep yanımızda olan, Elif Ören Hanım’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
1971 Reşadiye Tokat doğumlu yazar Lise ve Üniversiteyi İstanbul’da bitirdi . Kısa süre muhabirlik ve öğretmenlik yaptı. Bağcılar ve Bahçelievler Kültür Mdlüklerinde görev aldı . Pamuk Şekeri Çocuk Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Edebistan Sitesi’nin söyleşi editörlüğünü bir süre sürdüren yazar İstanbul Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.