Menu
KORKU'NUN ANATOMİSİ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • KORKU'NUN ANATOMİSİ

KORKU'NUN ANATOMİSİ

'Bizler korkuyu soyutlamaya,
başka bir deyişle korku hakkında bir fikir
oluşturmaya eğilimliyiz. Ama görünüşe bakılırsa,
kendi öyküsünü anlatan korkunun
sesini hiç dinlemiyoruz.'

Fantastiğin bizatihi kendisinin 'korku edebiyatı'nı oluşturması, temalarında korku üreten unsurlar bulunduğu anlamına gelmez. Korkunun tekinsiz alan oluşturması, algının ürettiği anlam üzerinden hareket etmesi demektir. Gece karanlığı kimisi için son derece romantik bir durumken bir başkası korkuya kapı aralayan tedirginliğin başlangıcı sayabilir karanlığı.

Demekki korku, algılandığı şekle bürünüyor. Diğer bütün sözcüklerin hayatımıza kattığı anlam kadar bizi kuşatıyor. Güçlüyse güçle, zayıfsa cılız bir şekilde, ama illede kuşatıyor yaşamlarımızı.

Fantastik edebiyata karşı akademik ve kuramsal alan dışında öne sürülen eleştirilere baktığımızda bir korku duygusunun hakimiyeti ile karşılaşırız.

Ortalarda dolaşan, çok satanlar listelerinde ilk sırlarda yer alan, gençlerin hatta artık çocukların bile bir oturuşta üçyüz sayfayı bitirdikleri fantastik yapıtlar ile ilgili olarak ebeveynlerin ve eğitimcilerin ciddi kaygılarının varlığını görmekteyiz. Korkunun hakim olduğu bu duygunun, bir edebi türü bu denli içine alması aslında şaşılacak bir durum değil.

Revaçta olduğu dönemlerde fantastiğe baktığımızda, korku unsurunun 'bilinmeyen'e yönelik, tedirginlik oluşturan alanların insanları ürküttüğünü görmekteyiz. Bu nedenle fantastiğe hep şüpheyle bakılmış ve 'cin çarpmış' ların hayalet hikayeleri, 'aklın marazi durumları' olarak görülmüştür. Yalnızca fantastik özelinde değil, mesela realist dönemde de aynanın 'aynen' gösterdiği şey insanı yine ürpertiye sürüklemiş, sanatın biraz daha perdeli, saklı ya da sırlanmış açılarına edebiyatın dikkat kesilmesi istenmiştir.

Sanat yapıtlarının korku duygusunu taşıması bize korkunun anatomisi hakkında enteresan bilgiler verir.

J. Krishnamurti, Korku Üzerine'de korkunun anatomisini çizerek, kendi anarşist bakış açısını biraz daha toplumun dışına itecek argümanlarla desteklerken, dayandığı en önemli yerin insanın psişesi olduğuna dikkat çeker. Korkularımızın en önemli nedeni hakkında Krishnamurti, karşılaşma sözcüğünü kullanır. Kendini bir başkasıyla karşılaştırma sonucunda onun gibi olma korkusu ve onun egemenlik alanına girme endişesi korkularımızı besleyen nedenlerin başında geliyor.

Bu pencereden baktığımızda özellikle ebeveynlerin ve eğitimcilerin fantastik edebiyat söz konusu olduğunda neden korku duyduklarını ve endişelendiklerini anlamak mümkün. Korku, kendini bir başkasıyla karşılaştırma tehlikesine karşı gardını aldığında, farklı bir kültürle temasa geçtiğinde aynı duygu ile yüzyüze geliyor ve kendini büyütüyor.

Farklı bir kültürün baskın unsurlarının edebiyatta kullanılışı, kültür emperyalizminin artık sektörel hale gelmiş bir yüzü olarak her yerde karşımıza çıkıyor. Fantastik yapıtların belirgin bir şekilde bu kültürü yani baskın kültürü empoze edecek derecede ivme kazandığı ne derece doğrudur? Doğruluk payı, eğitimcilerin ve ebeveynlerin haklılık payını da etkileyecektir kuşkusuz.

Günümüzde çok satılan ve okunan fantastik kurguların temalarına baktığımızda gotik ortaçağ Avrupa'sının donelerinin yoğunlukla sunulduğunu görmekteyiz. Hristiyan teolojinin başat unsurlarının, Yunan mitolojisi ve Helen kültürünün arketipleri ile donatılmış olduğunu gören ebeveyn ve eğitimciler ister istemez 'istilacı kültür'ün bir edebi türde bu denli baskın oluşundan kaygılanmış görünmekteler.

Krishnamurti'ye dönersek, farklı bir kültür ile kurgu alanında yüzyüze gelme psikolojisine şahit oluruz. Karşılaşmanın iki bakımdan sarsıcı olduğuna kanaat getiren eğitimciler ister istemez bu kaygıların uzun sürmemesi yönünde staratejiler izlemek üzere fikir yürtüyorlar. Farklı olmasından ziyade baskın bir kültürle karşılamanın birinci sarsıcı yanı, emperyal unsurların varlığının edebiyat üzerinden taşınmış olması kaygısı.

Noam  Chomsky, siyaset dünyasının yeni bir dünyayı biçimlendirme aşamalarında kapitalist düzene ne kadar rol biçtiğini anlatırken, bundan düşün dünyasının da payına düşeni aldığına değinir. Ona göre düşün dünyası yeni bir zihinsel faaliyet için iyi 'biçimlendirilmeli'dir. Bu biçimlenişte kurgunun payı elbette yadsınamaz. Zihin yönlendirenlerin, kurgunun sınırsız dünyasında fantazmalara yer vermesi, öte yandan dünyanın olası düzeni için 'çabalayan' zihinler açısından gerekli bir süreçtir.

Chomsky'nin siyaset bilimi alanındaki muhalif tutumuna ve eleştirilerine diyecek bir şey yok. Fakat iş düşün dünyasına ve hele de fantazyaya gelip dayandığında işin renginin değiştiğini söylemekte fayda var. Onun, 'isteklerimizle ihtiyaçlarımız' arasında seyreden siyaset provakasyonlarına karşı öne sürülen araçlardan biri olarak düşün dünyasının bestsellerini görmesi ancak 'zihin yönlendirme politikaları' kapsamında değerlendirilebilir. Halbuki biz başlıbaşına bir edebi tür olan ve aslında zamanında Batı dünyasında da çokça eleştirilen, dışlanan alaya alınan bir folklor zemininden bahsediyoruz. Bu zeminin kazanımlarını paranoyayı çoğaltan stratejilerin girdaplarında, bütün bir insanlık olarak kaybetmek gibi bir lüksümüz yoktur.

Yukarıdaki kaygıya dönersek, eğitimcilerin ilk kaygı kaynağının emperyal yüzünün silik olduğunu görmemiz gerekir. Evet bir emperyal kültür var. Fakat bu kültür fantastik üzerinden yürüyor dersek türün iyi örneklerine haksızlık etmiş olduğumuz gibi, türün tarihsel gelişim ve değişiminin de resmini iyi okuyamamış oluruz.  Edebiyatın, mitolojiyle, sözlü kültürle, folklorla, tarih ve kültürle varolduğunu kabul ettiğimiz an Batı edebiyatının da Doğu edebiyatının da kendi kaynaklarına uzanması gerektiğini kabul etmiş olmamız gerekir. Batı edebiyatının Batı kültüründen bağımsız olması gibi bir gülünçlük söz konusu olamaz. Demekki burada emperyal bir vazife en azından genel bir edebiyat birikimi ve fantastik için söz konusu değildir.

İkinci kaygı kaynağı ise daha içsel bir durum arzeder. Karşılaşmanın oluşturduğu travmadan sonra, 'onun gibi olma ya da olamama' korkusu belirmeye başlar.

Bu durum, eğitimcilerin mevcut fantastik yapıtların karşısında takındıkları tavır ile örtüşmektedir. Eğitimciler bu yönde iki noktanın kaygısı içindedirler. Birincisi 'onlar gibi olma' kaygısı. İkincisi, onlar gibi olamama yetersizliği.

Onlar gibi olma

Kaygının birinci ayağında gençlerin, özellikle zeki gençlerin, fantastik kurgularda özendikleri tipleri ya da rolleri benimsemelerine karşı duyulan endişe yatmaktadır. Özellikle yaratılış efsaneleri ya da mitlerin izleklerine sahip çıkan fantastik kurgular, muhayyilenin karanlık dehlizlerinde tehlikeli eğilimlere açık konumdadırlar.

Üçüncü cins eğilimler, insan-tanrı yaratıklar, insanı önemsizleştiren güçler, farklı ırkların çekiciliği, korkuyu besleyen depresif, karanlık, şeytan gibi izlekler bu yönü ile toplumsal olarak tedirginlik uyandırmaktadır.

Yalnızlaşan insanın bireysel eğilimlerini de besleyen bu yapılar, yalnızlaşma sendromunun ateşleyicisi konumunda olduğunda işin içine daha psikolojik nedenler de dahil edilmiş olur. Mesela zeki gençlerin, fantastik kurguları daha hızlı okuduğuna dair olan gözlem burada kendi dayanaklarını sağlamlaştırmış olur. Zeki gençler daha içe kapanık, sosyalitenin zihinlerini dağıttığı, bundan dolayı toplumsal olarak girişken olmayan gençlerdir.

Fantastiğin izleklerinde kaybolan gençlerin, bu yapıtlardan aldığı tat, onların sosyalleşmesinde hiç bir katkı sağlamazken aksine toplum ile aralarındaki bağı da gevşetmeye katkı sağlamaktadır. Çünkü gerçeğin dışındaki kurgular ve muhayyilenin ürettiği enteresan kurgular ve izlekler çekici gelmekte ve yalnızlığı zenginleştirerek çoğaltmaktadır.

Tam bu noktada 'gerçeklerden kaçan' gençlerin varlığı sorulanır hale gelirken fantastiğin bir 'kaçış edebiyatı' olup olmadığı da tartışılmaktadır. (Konuyu uzatmamak için bir im koyup geçmeliyiz: gerçek hangi gerçektir? Kaçılan şey bir gerçek midir?)

Onlar gibi olamama

İkinci kaygı noktası; 'onlar gibi olamama' bağlamından hareketle yetersizlik duygusu oluşturan kaygıdır. Bu kaygı 'bizim kültürümüzde bu tür örnekler yok mu?' sorusunu sorduran bir endişedir. Bu nokta, 'bizde bu alanda neler var?' artık endişeden biraz daha sıyrılıp türün örneklerine uzanmanın ve kültürde varolan imkanları taramanın olacağı geniş bir açılımı da beraberinde getirir.

Doğu edebiyatının dokusunda varolan 'hayal' kavramı, bugüne kadar masalların, efsanelerin, menkıbe ve her türlü sözlü kültürün arasında folklor çalışmalarının konusu olarak varlığını devam ettirmiştir. Bugün, Doğu edebiyatında 'fantastik' var mıdır ya da ne tür örnekler elimizde mevcuttur dediğimiz zaman başvuracağımız en temel alan folklor bilimi kaynaklarıdır. Çünkü masalların milli karakterleri o kadar baskın bir şekilde  folklor biliminin içinde yer almıştırki, bunların evrenselliği sadece bir takım sebep-sonuç ve gidişat konusunda sınıflandırılmıştır. Halbuki masallar efsaneler ve bütün sözlü kültür kaynakları insanlığın ortak hafızasıdır. Bunların milli oluşları ancak bölgesel doneleri bünyelerinde ne denli taşıdıkları ile ilintilidir. O halde kaynaklara baktığımızda evrensel bir dil yakalamanın imkanlarını kollamalıyız.

Evrensel dili gördüğümüz zaman 'onlarda olan bizde olmayan' algısının da yersiz olduğunu görebiliriz.

Edebiyatın 'onlarda olan bizde olmayan' ayrışmasına şiddetle karşı durmasının önündeki tek engel 'üretim'dir. Nitelikli insanların varlığı bu alanda olan/olmayan ilişkisinin de temelini teşkil eder. Nitelikli adamın varsa kültürün de derinlemesine incelenir, bilimin de, edebiyatın da. Yoksa, açık toplumun 'alacağı/ithal edeceği' bir kültür mutlaka olacaktır. Mesela 13. yüzyılda Doğu'da bir Mevlana gerçeği varken, Batı'da aynı yüzyıl Dante'nin İlahi Komedya'sındaki cennet-cehennem tasvirleri  toplumu yapılandırmıştır.

Mevlana'nın cennet-cehennem tasvirleri ile Dante'nin tasvirleri arasındaki muazzam 'duyu' farkı, yukarıda bahsettiğimiz evrensel dili yakalama başarısının bir örneği olarak karşımızda durmaktadır.

Fakat bugün gençlere dayatılan (sektörel Mevlana yılı düzenlemelerini saymazsak) Mevlana'dan çok Dante'dir. Yerli kültürün küçümsenişi bir kompleksin sonucu olabilir fakat sürecini gençlere yaşatmaya hakkımız yoktur.

Fantastiğini bugün kitap raflarında Batılı örneklerini görmemizin nedenleri üzerine çok şey söylenebilir. Bizde 90'ların başından itibaren gelişen Batı tarzı fantastik edebiyat, hala köklerinden faydalanma konusunda cesaretli davranamamaktadır. Bunun nedenlerini düşünürken 'baskın kültürün kanıksanması yerlinin küçümsenmesi ekseninin basite alınmaması gerektiğine inanıyoruz.

Korkunun anatomisinde varolan unsurların, birebir fantastik edebiyata uyarlanarak eğitimcilerin ve ebeveynlerin bu türe karşı olan kaygılarını açıklamak bir süreç takibi analizi olarak gelişmeye muhtaçtır. Kaldı ki, korku duygusunun; ikiyüzlülüğü beslemesi, kaçış yollarını tıkaması, hareketi engellemesi, boşluğu sevmeyiş, doğallığı engelleyişi ve sığınma duygusuna yolaçması gibi kişisel olumlu-olumsuz taraflarını ele aldığımızda, daireyi oluşturan fantastiğin o kadar da tü kaka edilmemesi gerektiği görülecektir. Bütün bunların bir bağlam etrafında ele alınmasını bir başka çalışmanın satırlarına iliştirmek, konunun derinlemesine incelenmesini gerektirmektedir.

(2010 ekim)