Kelimeler ve cümleler…
Nizam tuttukları meskenler farklı. Kimi şiir evinde, kimi roman kentinde, yeganesi de ayet mülkünde mevzilenmiş. Bir şiirde yol bulup tebessüm ederken bir damla hüzünden bir damla hayalle dağılırken, altı çizilmiş bir roman cümlesinde, dehasını hayatına adamak istiyor insan, sonra ürperiyor bu tutku karşısında. Sonra ayetler görünüyor, gelip iniyorlar, durup bakıyorlar… Sessizliği geldiği yerin azametinden, inişindeki şeref indiren meleğin -namus-ı ekberin- teslim edişinden. Ayetlerin kelimelerinde ruh, seyrinde ve sırrında dururken, kalp secdede, beden-nefis ona gösterilen rüyayı görmekte. Bu rüyada kalmak mümkün olsaydı…
Bir şiirden yola çıksam adreslerde kayboluyorum kelime kelime. Her kelime bir adres. Birinde şehrin ismi var sadece. Diğerinde şehir, mahalle, sokak hepsi belli. Ve ben ki aynı anda her yerde olmak isteyen. Tebessüm ediyorum, dağılıyorum. Adresler açık: Biri rüzgâr biri yıldız diğeri su ışık… Biliyorum ki çağrıldığımdan bu dağılış. Sadece benim arzum değil. Bu, karşılıklı bir çağırış. Ya ben onlara gidiyorum ya da onlar bana geliyor. Ben gidersem, hayat oluyor onlar gelirse yazı. Ah kelimeler, hem hayatsınız hem yazı.
Duygular var bana da uğra diyen, her biri kelimede nefes tutmuş can bulmuş. Bu yüzden de şehirler kurmuş. Kelimelerden şehirlerim, sokaklarım, evlerim ille de bahçelerim var benim her zaman yol bulup tekrar kaybolduğum. İnsan “bulduğu” adreste kaybolur mu demeyin kaybolur, çünkü insan “bildiği” adreste kaybolmaz. Hatta o bile müphem. Bulmakla bilmek aynı şey olmadığından bu kayboluş. Kelimeler. Kelimeler büyülü sıcak, hayalden hayata erdiren kanatları var şeffaf…
Kelimeler…
Altı çizilmiş roman cümlelerinde kışkırtılmışım, yüzüm aynalara açık. Binlerce aynaya aynı anda korkmadan bakabilirim… Kelimelerim bir dünya kurabilir, İrem’in asma bahçelerini emsal tutan. Kelimelerim bir dünya yakabilir, hem de Neron’un yaktığı Roma’yı defalarca yakan. Altını çizdiğim roman cümlelerinde ben diye başlayan sesler yükselirken dehamı hayatıma harcadım diyen yazarın şuhluğuna düşüvermişim. Hiç ölmeyecek gibi zanla uçarken hevesim, hep öleceksin gerçeğiyle yandı zandan kanatlarım. Şiir bir rüyaydı gösterilen, roman bir hayaldi kurulan. Gördüğüm rüyadan mesul değildim amma kurduğum hayalin eyleme dönüşen arzusundan mesuldüm. Bu yüzden ayırdım kelimeleri, cümleleri: şiirin cümleleri, romanın cümleleri diye. Ne zaman şiir okusam birden âşık olurum, cennetler düşlerim, hüzünden geçer ölümde dururum, ölümden cennete bir sonsuzluk bulurum. Ne zaman da altı çizilmiş roman cümlelerinin iz düşümünü sürsem, arzulanan, arzusu ruhumu yakan, yakıp da yaktığı halde kanatan hayatlarda dururum. Hayat ki hayatlar ki hiç ölüm değmeyecekmiş gibi hükümsüz… Sonsuzluğa değil defalarca “ben”e açılan…
Kelimeler ve cümleler var içimde ne şiirden ne romandan sadece Ondan.
Kelimeler ki onun..
Hitap onun, hitap ettiği onun.
Vaat ettiği onun.
Vaat edilen onun.
Müjde onun. İkab onun.
Bu kelimelerle erir tutkuların gölgeleri birer birer. Gölgeleri yok olur ışıkları, varlıkları olmadığından.
Bu kelimelerden inşa edilmemişse beden şehrimiz, hayatlarımızın izi kalmaz cennet arzında.
Bu kelimelerle yıkılır şiirden ve romandan heykellerimiz, ille de bu kelimelerle baki kalır saadetimiz…
Bu kelimeler hakikati tutar nefesimizde.
Onun kelimeleriyle duyulur karıncanın sesi, hüthütün korkusu, bir melikenin aldığı mektubun haberi…
Mektuptaki Süleyman’ın seslenişi
Melikenin teslimiyeti…
Ayetlerin kelimelerine erince hayalhanemiz, cennete dair düşlerle, karıncaya dair hayatlar gerçek olur, billur zeminden geçen melike zamansız, kalbimizin nizamında durur.
Kelimeleri var, korktuğumuz… kelimeleri var, tebessüm ettiğimiz...
Öylesine sevdiğimiz.
Öylesine sevdiğimden:
“Nihayet karınca vadisi üzerine geldikleri zaman bir karınca: “Ey karıncalar yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi aman ha ezip telef etmesin!” dedi. Neml-18
“Derken çok geçmeden gelip dedi ki: Ben senin bilmediğini öğrendim sana Sebe’den doğruluğu kesin bir haber getirdim.” Neml- 22