Menu
KEDİLER KİTAPLAR VE YAZARLAR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • KEDİLER KİTAPLAR VE YAZARLAR

KEDİLER KİTAPLAR VE YAZARLAR

Yılın en sevimli yazısı...

Çocukluğunda Mark Twain ya da Rudyard Kipling okuyan yazarların, kedisiz bir hayat düşünmeleri neredeyse imkansızdır. Bunu kedilerin de sezdiğine dair güçlü hislerim var. Bu duygunun 'koku'sunu almışa benziyorlar ve kitaplarla olan dostluğun sonsuza dek sürmesi için yazarların etrafında dört dönüyorlar.

Edebiyatçıların kedileri olmasa, onların hep o asık ve ciddi suratlarını göreceğimize yemin edebilirim. Ama ne güzelki kediler edebiyat işçilerinin sadık dostlarıdır. Kitaplar varsa kediler de var her ne hikmetse.

Kitabınızı okurken, bir şeyler yazarken sizi  doğrudan rahatsız etmeye odaklanmış tek şeydir evdeki kedidir. Kıskançlığını o kadar belli ederki o hesapsızlığına kızamazsınız bile. Kollarını abandırdı mı notların üzerine yerinden kaldırabilene aşkolsun.

Kediler entellektüel yaratıklarmış. Bunu biliyordum. Evime Petit'i aldığımda duruşundaki asaletin daha edebi bir derinliği gizlediğini anlamıştım. Kedilerin kitap ile olan bağı da buradan geliyor olmalı. Her kedi, açık duran kitaba, dağınık müsveddelere, istiflenmiş dergilere doğrudan saldırı düzenler. Onlar için odanın en güzel yeri bir kalorifer peteğinin üzerinden çok, ısısı hep aynı kalan kitap istifleridir. Üstelik de biblo gibi dururlar kitapların arasında. Arasanız bulunmayacak kadar cansızdırlar. Demek istedikleri şudur: 'kitaplardan hiç farkım yok. O halde benle ilgilen!'

Kütüphanelerde kitabın dolduramadığı ara bucaktır onların yeridir. Kitaplığın bütün katlarını hiç erinmeden yorulmadan dolaşırlar. Ve gelip durdukları yer mutlaka en üst raftır. Böylece, sahiplerine yukarıdan bakarak ne okuyup yazdığını da gözetlemiş olurlar.

Kediniz size kızmışsa ya da ciddi bir kıskançlık krizine girmişse ve siz bunu farketmemişseniz eyvah, gitti kitaplar! Hiç umursamadan, ciltli-ciltsiz, eski-yeni farketmez hemen bir kitap üstü bulup usulca izini attırıverirler. Kıskançlık krizinin kokusunu uzun süre gideremeyeceğiniz bir uyarıdır bu yöntem. Artık o kitabı atsanız atamazsının satsanız satamazsınız. Kedinizin mesajı çok nettir: 'sana ait olan şey bana da aittir!'

Bir dostum, 'yazarlar, kedileri olduğu için mi daha iyi yazarlar yoksa iyi yazdıkları için mi kedileri vardır' diye sorduğunda işin psikolojik bir boyutu olduğunu farkettim. İyi ama hangisi doğru idi? Ya da kediler mi yazarların kıyısında köşesinde dolanıyorlardı yoksa yazarlar mı kedilere sırnaşıyordu? Bir parkta, sokak arasında, cami merdiveninde kedi görüpte eğilip 'gel pisi pisi..' demeyen bir yazar var mıydı? Kanımca, yazarlarda kedileri çeken bir şeytan tüyü var. Ama aksi de olabilir, bu tüy kedilerin o yumuşacık ormanlarının içinde de saklanmış olabilir.

İşin bir başka yanı, kedilerin hem munis halleri hem soytarıya dönüşebilme becerileri hem sevecenlikleri hem de gizemli hissedişleri ile yazarlara çok benzedikleridir. Bir yazarın ruh dünyasındaki bütün gel-gitleri temsil etmesiyle kedi, sahibini kendine benzetirken kendini de sahibinin yerine koyar. Onun, ortam ne olursa olsun ayrıcalıklı dünyası ise yazarın dünyasıyla tam bir uyum içindedir. Dünya yansa bir bağ otu yanmaz deyiminin ehli keyf kediler için söylenmesi kadar, fildişi kulesinde hayat senaryoları yazan yazar için de geçerli olması bu benzerliğin sadece 'keyif' ayağını ortaya koyar. Fakat asıl hayatta, her yazar en az  kedisi kadar huysuz, mızmız, hırçın, inatçı ya da kaprislidir.

Ama kedisi olan yazarlara baktığımızda her zaman çocukluğa dair içlerinde kalan bir ukdenin ya da o  çocuk ruhun süregeldiğini görmek mümkün. Hayatın içinden kitaplara akan bir zamanda, bu haylaz varlıklar, bize nereden geldiğimizi ve o masum başlangıcı hatırlatırlar. İşte belki de o çocuk ruhunu en iyi temsil ettiklerinden kediler, her daim yazarların etrafındadır ve yazarlar da o çocuk ruhu kaybetmek istemediklerinden her daim kedilere sırnaşıp dururlar. Yazar-çocuk-kedi üçgeninde yazarın çocuğa evrilen kaderinde kediden nasiplenmek varken, kedi belki de çocuk haşarılığından yazara sığınmaktadır.

Edebiyata teşrifleri...

Kedilerin edebiyata teşrifleri arkaik döneme kadar uzanıyor. Bu yazıda sıkıcı olmamaya yemin ettim. Size Mısır hiyerogliflerinden, antik dönem gizem felsefelerindeki kedi varlıklarından, maske (mask) nin kedi versiyonlarının ne anlamlara geldiğinden bahsetmeyeceğim. Ama tabi bu tür gizemli felsefeleri kediler ile bütüleştiren yazarlar da yok değil. Tam bir kedi aşığı olan Pierre Loti ya da Baudelaire de bu tür inanışlara sahip yazarlardan sadece ikisi.

Kediler söz konusu olduğunda pek çok edebiyatçı, yazar ve şairin adı kedilerle anılır. Bir çoğu da yazma eylemlerine kedilerini katmazlarsa vahşi bir saldırıya uğrayacakmış ya da uğursuz bir şeyle karşılaşacaklarmış gibi ürkerler. Bu yazarlara kedileri yazdıran bu tür korkuları mıdır bilinmez ama her biri yazdığı yazıda değindiği kediyi meşhur etmiştir.

Mesela, ilk aklıma gelen Çizmeli Kedi'nin yazarı Charle Perrault, Avrupa romantizminin zirvede olduğu bir dönemde bu eseri kaleme alışıyla dikkat çeker. Son asırda, sinemanın görsel tasarımlarla sunduğu kadarıyla bildiğimiz şey ise aslında Çizmeli Kedi'nin ne kadar yakışıklı ve karizmatik olduğudur.

Çizmeli kediden iki yüzyıl sonra Alice Harikalar Diyarı'nda sayfalarının arasından yine mırıltılar yükselir. Kediseverler olarak Cheshire Kedisi ile karşılaşmanın ayrıcalığını yaşarız.  Ama hiç biri  'Ölen Bir Kedi İçin Gözyaşları' kadar dramatik değildir.  Domenico Balistrier, Ölen Bir Kedi İçin Gözyaşları'nda dramanın bütün imkanlarından faydalanırken edebiyata nitelikli bir eser kazandıran romantiklerdendir.

Edgar Allan Poe, kedi konusunda sicili kabarık yazarlardandır. Poe'nun Caterina adlı kedisi dillere destandır. Poe tekinsiz bir yazar olduğunu kedileri yazarken de göstermiştir. Karısını ve kedisini öldüren adamın hikayesi de Poe'nun karanlık noktalarından biridir. Büyük bir dram etrafında örülü hayatının 'en iyi öyküm' dediği eseri Siyah Kedi'den başkası değildir. Fakat Siyah Kedi'deki dramı bize yaşatan Poe, gerçek hayatta ölen karısının yasını üç renkli kedisiyle birlikte tutmuş hassas bir yazardır. Poe bu bakımdan tam bir kedi aşığıdır diyebiliz, aşığını hem sever hem de öldürür.

Kipling'de kedi, sadece yazılabilen bir 'özne' olmaktan çıkıp çizgiye de yansımıştır. Kipling 1902 de kaleme aldığı öykülerde bir ev kedisinin ağzından hikayeler kurgular. Kedisini yazarak kendisi gibi ölümsüzleştiren Fransız yazar Chateaubriand ise çizgiye bulaştırmadığı kedisini yazının özgürlüğünde ölümsüzleştirir. Yazara 12. papa tarafından bir kedi hediye edilir. Bu özel hayvan, yazarın bütün yazın hayatını etkiler. Eserlerinin çoğunda ona da yer ayırır ve onu unutulmaz kahramanlar arasına sokar.

Alexandre Dumas'ın Mysouff adlı kedisini bilmeyen yoktur. Onu her gün sokağın başına kadar yolculayan ve akşam eve gelişini yine sokak başında bekleyen Mysouff'dan başkası değildi. Dumas'ın fakir ve şöhretsiz dönemlerinde can yoldaşı olan kedisi, ışıltılı ve zengin sofraların kuruluşunu göremeden öldüğünde Dumas kahroldu. Mysouff'un ölümünden sonra ünlenen Dumas, onun yokluğunu derinden hissettiği bir günde, evin hizmetlisinin yukarı kata çıkarken elinde tuttuğu küçük, cılız, pireli ve pasaklı kediyi büyük bir sevinçle avuçlarına aldığında, bodrum katının rutubetli havasını solumaktan harabolmuş kediye şans gülüyordu. Kısa süre sonra Mysouff'un yerini alamasa da en az onun kadar sevilecek ve ondan daha çok şımartılacak olan 'İkinci Mysouff' Dumas'ın gözdesi oldu.

Zengin ve ünlü bir sahibin bütün ayrıcalıklarını yaşayan II. Mysouff, bir gün Dumas'ın büyük paralar ödeyerek sahip olduğu kuş bahçesine girip bütün kuşları afiyetle midesine indirdi. Dumas'ın gözdesi olan bu bahçe, pahalı ve eşi bulunmaz kuşlarla dolu idi. II. Mysouff'un suçu aralık kapıdan içeri girmekti ve Dumas ona bir ceza vermek istedi. Fakat içindeki sevgi nasıl bir ceza vereceği konusuda onu kararsızlığa itiyordu. Sonunda çareyi bir kurul oluşturmakta buldu. Arkadaşlarında oluşan bir jüri II. Mysouff'a gereken cezayı tayin edecekti. Yapılan toplantı sonunda, kuş bahçesinin kapısının, diğer hayvan bahçesinde bulunan maymunlar tarafından açıldığına ve bu durumda bir kedi için açık bir kapının bir merak unsuru olarak göreüleceğine ve mutlaka o kapıdan içeri gireceğine, böylece asıl suçlunun kedi değil maymunlar olduğuna karar verildi. II. Mysouff ucuz kurtulmuştu. Fakat, bu defa maymunlarla bir arada kalma cezasına çarptırıldı ve beş yıl bu ceza için yeterli görüldü.

Gitgide azalan ünü ve serveti sonunda, yine Mysouff'la başbaşa kalan Dumas, onu yeniden yanına aldı ve ölümüne dek birlikte yaşadılar. II. Mysouff da tıpkı birincisi gibi Dumas'ın yokluk günlerinde onun yanında kalan tek şey oldu. 'Kediler aristokrattır, saygımızı hakeder. Oysa köpek dalkavuktur.' diyen Dumas, ömrü boyunca kediler hakkındaki bu iddialı sözünü savundu.

Kedilerin polisiye edebiyatına girişinin tarihi eski olsa da 1900'lerin başında Madame Phloi'nin Günahı adlı kitap ile Lilian Jackson Brown, kedili hafiyeler serisine başlar. Brow'nun yazdıkları, onun çocukluğunun birer sevimli yüzü gibi karşımızda belirir. Komuşularının siyam kedisinin ölümü üzerine çok etkilenen Brown, daha sonraki yazı hayatında 25 kitaptan oluşan bu seriyi edebiyat dünyasına armağan edecektir.

Korkak yazarlar...

Peki kedi denildiğinde tüyleri diken diken olan yazarlar var mı? Elbette. Sayılarının çok olmaması bir teselli olsa da, bütün bir dünya edebiyatına iz bırakmış Shakespeare'in kedilerden korkması edebiyat dünyası adına büyük bir kayıptır. Nasıl olmasın, Shakespeare bu 'korkaklığını' yenebilmiş olsaydı en az yapıtları kadar meşhur olmuş kedilere sahip olacaktık. Fakat büyük bir bahtsızlık, Shakespeare ile kedi adını yanyana getiremiyoruz. Bu kadar romantik bir yazarın kedilerden korkması üzerine spekülasyonlar yapılsa da şahsen onun çocukluktan kalma bir 'tırmalamaya' maruz kaldığı yönünde hislerim var.

Hadi Shakespeare'i bir yere kadar anladık -anlamadık ama hadi neyse-, ya Cervantes'e ne demeli. Cervantes belki gerçek hayatta kedileri pek sevmeyen ya da onlardan korkan bir yazar olmayabilir. Ama ilk roman diye nitelendirdiğimiz  Don Quixote, ciddi şekilde kedilerden korkmaktadır. Onun cesur karekterinin altında kediden korkan bir 'pısırık' görmek ciddi bir hayal kırıklığı oluşturur biz kedi ve edebiyat severler için.

Peki Türk edebiyatında kedi severler var mıdır? Olmaz olur mu?

Hüseyin Rahmi Gürpınar Heybeliada'nın simgesi haline gelen kedisiyle, Sait Faik, Tevfik Fikret, Nurullah Ataç, Halid Ziya Uşaklıgil, Ahmet Rasim, Necip Fazıl, Peyami Safa, Memduh Şevket Esendal, Asaf Hâlet Çelebi, Orhan Veli, Behçet Necatigil, Haldun Taner, Muzaffer Hacıhasanoğlu, Hasan Âli Yücel, Hızıroğlu Bedri, İbrahim Aleaddin Gövsa,  Nâzım Hikmet, Cahit Sıtkı Tarancı, Bilge Karasu, Tomris uyar, Cihat Burak, Samim Kocagöz, Ayhan Bozfırat, Oktay Rıfat, Onat Kutlar, Ali Pasinler, Orhan Duru, Cahit Kayra, Hulki Aktunç, Haydar Ergülen, Ersin Salman, Enis Batur gibi isimler kedileri sadece çalışma odalarında tutmamışlar onları Türk edebiyatına kazandırdıkları çalışmaları içinde bir yere oturtarak kedileri, Türk edebiyatının, yazarların ve kitapların doğal birer parçası olarak göstermek istemişlerdir.

Günümüzde ise tesbit edebildiğim çok az yazarın evinde kedinin olması, modern zamanların kedi ve benzeri öznelerden yalıtılmış yaşamları daha çok benimsemeye başladığımızın bir göstergesi olarak görülebilir. Öte yandan küresel döngünün yalnızlaştırdığı insan, kedileri ya da diğer evcil hayvanları sahiplenerek insandan kaçmanın yollarını aramaktadır.

Kedi demek sorumluluk demekken, yazarların kitapları ile kurdukları bağın bir benzerini kediler ile kurmalarının yol açtığı iletişim, onlara daha nefes alınabilir bir iletişim tarzı sağlamaktadır. Tek taraflı sorumluluğun olduğu bu iletişim tarzında yazar, kitapları kedilerden ayırmadan varlık dünyasını şekillendirmekte, ilham kaynaklarını zenginleştirmektedir.

Afet Ilgaz'ın (adını öğrenemediğimiz) kedisi, Ümit Meriç'in Kadife'si, Ayşe Kara'nın kaçkın Hanfendi'si, Ahmet Büke'nin kedisi, Nazan Bekiroğlu'nun mevta olan Aybar'ı, Necip Tosun'un nazik Lara'sı, Sibel Eraslan'ın gizemli Kara'sı, Güzin Canan'ın Benek'i, Ömer Lekesiz'in pamuk şekeri Beyas'ı, bendenizin nazlı Petit'i ve munis Kazoku'su ve daha adını bilmediğimiz onlarca yazar ve kedisi, kitaplarla örülü kulelerinde her gün, bir öykünün, bir şiirin, bir araştırma notunun ya da eleştiri cümlesinin şahitleri olarak, kitaplar olduğu sürece hayatımızda varolmaya devam edecekler.

Karikatürist Tan Oral, "Doğru dürüst, elle tutulur hiçbir işe yaramadığı halde, insan soyu ile bir arada yaşayan ve onunla böylesine içli dışlı olmayı başaran kediden başka bir hayvan bulmak zor. Onların fare tutarak yararlı olduklarını söylemeyin, pek inanmıyorum. Üstelik bu söylentilerin onlar tarafından çıkarılmış olabileceğini düşünüyorum." der. Oral'ın kedilerde bulmaya çalıştığı yararlılık boşuna bir çabadır görüldüğü üzere. Kedilerin, farelerin peşinden koştuğu dönemler eskide kaldı. Modern zamanların kedileri artık kitaplarla aynı istikamette gitmeyi gururlarına yediremeseler de yazarların (sahiplerinin) izini takibetmekten hoşnutturlar.

***

bir mum yanıyordu bir evin bir odasında.
o evde bir de kedi vardı
geceler indiğinde kendi havasında
mum yanar, kedi de oynardı.

mumun yandığı gecelerden birinde
kedi oyunlarına daldı.
oyun arayan gözlerinde
mumun alevi yandı,
baktı,
mumun titrek alevinde
oyuna çağıran bir hava vardı.

oyunlarını büyüten kedi büyüdü
kendi türünde çocukçasına,
döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü
geldi mumun yanına, oyuncakçasına.
bir baktı, bir daha, bir daha baktı
mumun alevinin dalgalanmasına
uzandı bir el attı.
bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı..
ilk kez gördüğü mumun yakmasına
inanmayacaktı....

ö.asaf

(edebistan 2011 ocak)