‘Kişi sevdiğiyle beraberdir.’
Joseph Campbell,kahramanın bir birey olarak tamamlanmamışlığına vurgu yaparken, psikanalizin kışkırtıcı sorularına bu tamamlanmamışlık üzerinden cevaplar aramamızın bizi doğru sonuçlara götüreceğine vurgu yapar. Onun bu vurgusu, toplumsal bir varlık olan insandan ziyade bireysel bir varlık olarak insanın ne’liği ve neden’selliği üzerine düşünmemizi de zorunlu kılıyor.
İnsan bir sosyal varlık olarak, bireyselliğinden hareketle‘olmuş’luğunu yakalayamadığı sürece, yaşı, eğitim durumu, şartları, imkanları, konumu, duruşu, inanç ve idealleri ne olursa olsun tamamlanmamışlık hissi ile sosyal yapıyı sürekli tehdit eder. Onun, çıkamadığı yol, varamadığı hedefler, ulaşamadığı başarılar ya da mağlup olamadığı savaşımların bütünü diğer insanlara dolaylı yollardan yansır vetoplumun erginleşmemiş bireyi kendi bünyesinde taşımasına neden olur. Bu yükleniş bir süre sonra kanıksanır ve ‘ergenlik yaşının 30’lara çıktığı’ kabulleri ile sosyologların, psikologların analizleri birey ortak paydasında birleşir.Bu durum, zincirleme sürerken, psikanalizin, bireyin bu hali için çocuksu bilinçdışı tanımlaması kullanması şaşırtıcı değildir. Bilinçdışı-bilinçaltı kavramı, gönderme yaptığı anlamından uzaklaşarak erginleşmemiş bireyin sarılacağı bir can simidi olmaya adaydır artık.
Bugün, psikanalizin bireye ve onun uzun süren ergenlik dönemine vurgu yapması şüphesiz söz konusu ‘yarım’lığın sosyal izdüşümlerinden kaynaklanmaktadır. (Yarım’lık, tamamlanmamışlık, ‘kamil’ insan olma argümanlarıyla tasavvufi vurgusundan ziyade, ergenliğini tamamlamak, yetişkin birey olarak toplumsal, bireysel sorumlulukları yüklenebilir hale gel-ebilmek anlamındaki psikolojinin göndermelerini içermektedir.)
KAHRAMAN BOMBARDIMANI
Psikanaliz ne derse desin toplumlar, farklı çocukluk tecrübeleri ve dolayısıyla farklı erişkin deneyimleri ile şekillenmektedir. Türkiye’nin belli yüzölçümü içinde doğudaki bir çocuk ile batıdaki bir çocuğun deneyim ve birikimleri birçok değişken bileşke ile şekillenmekte ve dolayısıyla hayata dahil edilen kazanımlar da farklılaşmaktadır.
Fakat günümüz modern toplumu, kitle iletişim araçlarının yaygın kullanımı ve etki gücü bakımından bu farklılıkları henüz çocuk anne karnındayken ortadan kaldırma projelerini gerçekleştirmiş olmakla gündemdedir ve dikkat çekmektedir.
Çocuğu, bir gelecek projesi olarak biçimlendiren eğitim şekilleri, kitle iletişim araçlarının ona sağladığı dünyanın gerçek-ütopya-distopya arasındaki renk skalası hakkında çeşitli alternatifler üretme ve tektipleşmeye karşı, geleceğe projeksiyon tutmakla şüphesiz ki büyük bri görev üstlenmiş durumdadırlar. Fakat bu her eğitim şekli ve yolu için geçerli değil. Devletin himayesindeki bir eğitimin ve eğitim görevlilerinin,toplumsal olarak nasıl bir proje oluşturduğu, proje sunup sunmadığı, eğitimi öğretimden ayırarak ciddiye alıp almadığı ve harekete geçip geçmediği tartışmalıdır. Üstelik bütün bunları gözlemleyecek, analiz edecek bir komisyonun, birimin varlığı da söz konusu değildir.
Bütün bunlar olurken, kitle iletişim araçları çizgi filmlerden, dizilere, aile filmlerinden, reklamlara değin geniş bir yelpazede çocuğu ve –geleceğin erişkini olarak- gençleri kendi kulvarlarının birer piyonu haline dönüştürerek, tüketim çarklarının devamı için eleman sağlama yarışından geri durmamaktadırlar. Her yerde ulaşılabilir oluşuyla siber ağlar ise iyi-kötü ayrımını yapmaksızın, bilgi bombardımanı ile dikkatleri dağıtmakta, odaklanmaları kendi tarafına çevirmekte mahir görünüyor.
Meselenin yüzeysel tarafı bu iken, daha dipte, bir çocuk olarak bireyin, kendine güveni olmayan, ancak yaptığı popüler tercihlerle toplumsal statüsünü güçlendiren, bilgi bombardımanına dahil oluşuyla çevresinde varlık gösterebilen, gündemin trendlerini uygalayarak kendini kabul ettiren ‘kendinden başka’ herşeye teşne bir birey tasarımı bulunmaktadır. Noam Chomsky’nin ‘dip dalga’ diyerek uyardığı bu durum, bilinçli bir projenin bilinçsiz kurbanları olarak çocukları yani geleceği ve toplumların ‘insan merkezli’ devamlılığını tehdit etmektedir. Chomsky bu dip dalganın, gelecek inşa etme kaygısındaki toplumlarda farkında olmayarak ve bir anda toplumları yıkıma götürdüğü üzerine düşüncelerini dile getirir.
İşte tam da bu noktada, pedagojinin dile getirdiği ‘ilk kahraman’ figürü önem kazanmaktadır. Çocuğun ilk kahramanı, sonsuz kahramandır aynı zamanda. Zamanın, çevrenin, koşulların karşısında direnen, kendindeki tılsımı asla yitirmeyen, yolunu her şaşırışında bireyin elinden tutan, ona yol gösteren, sapmalarını normalleştiren ve insanileştiren bir figür. Bazen ebeveynin bile önüne geçen bir kanaat lideri. Çocuğun elinden alındığında, mahrum bırakıldığında ya da kendisine yansıtılmadığında, tanıtılmadığında, yakınlaştırılmadığında, tutundurulmadığında onu yutacak kadar devasa sorunlar karşısında limansız kalmasıyla eş bir kahraman.
Kahramanın, bireyin sonsuz yolculuğunda onun her daim yanında, içindeki çocuğu öldürmeden yetişkinliğe geçişini kolaylaştıran önemli bir figür olması, bireyin, topluma karıştığında olası tehditleri ortadan kaldırması gibi bir yönü de vardır. Bu bağlamda çocuklar için kahraman- rol model hayati öneme sahiptir.
KAHRAMANIN KİM?
Çamlıca Anafen Koleji’nin düzenlediği yıl sonu müsameresinde bir oyunun adının Kahramanın Kim? olması, bu sorunun güncelliğini koruduğunu gösterse de aslında, biz erişkinler kahramanımızın kim olduğu konusunda pek bir meraka sahip değiliz. Erişkinin hayatında başat rol oynamayan böyle bir mevzunun çocuk yaşlardaki önemi ise,bilinçaltına indirgenmiş model çağrışımlarla kendini gösteriyor. İşte asıl bu nedenle, kendi hayatlarımızdaki kahramanı bilmezken, çocukların hayatına katmaya çalıştığımız kahramanlar var. Ve belki de çocukluğumuzda ıskaladığımız kahramanları şimdi onların hayatında görmek istiyoruz.
Skeçte, Süperman, Batman, Fantastik Dörtlü, Spaydrman gibi kahramanların insanları kurtarırken nasıl komik durumlara düştüğü canlandırılıyordu. Televizyon izleyen bir çocuğun uzun saatlerini alan bu kahramanlar, ironik bir şekilde gerçek hayatın reel yüzü ile karşılaştıklarında maskeleri düşüyor ve ne olduklarından çok ne olmadıkları görünüyordu. Ve nihayet, yorgun argın oturduğu koltukta uykuya dalan çocuk, rüyasında gerçek bir kahraman olarak Fatih Sultan Mehmet’in hayali ile karşılaşıyor Kahramanın Kim? sorusuyla sarsılıyordu.
Üçüncü sınıf çocuklarının canlandırdığı oyunda, medya ana kurgunun hem öznesi hem nesnesi durumundaydı. Bu nokta önemlidir. Çünkü medya hem özne hem nesne durumundayken aslında çocuğu da bir nesne durumuna düşürmekten geri kalmıyor. Çocuğun bir özne olduğunun bilincini yerle bir eden bu girişim, nesnenin pasif ve edilgen yapısıyla da çocuğu hareket ve iş’ten alıkoyuyor.
Drama hocası Mustafa Sarıtaş’ın yoğun emeğinin geçtiği çocukların performansından anlaşılıyordu. O heyecanlı çocuklar, bir kurgunun içinde tekrar ettikleri replikleri karıştırmamak, unutmamak için çaba sarfederken, kurgunun gerçek kahramanları olduklarını unutmuş, rollerine bürünmüşlerdi. Halbuki, evlerinde, komşularında akrabalarında her daim büyük ve karşı konulamaz bir televizyon(bunun içine şimdilerde sosyal medyanın yaygın kullanımı ile cep telefonları ve internet de girmektedir) bombardımanı altındalar. Ne ki çocuklar, bilinçli eğitmenler sayesinde birşeylere uyanabilmeyi, kendilerini nesneleştiren dış etkenlere verebilecekleri tepkileri düşünebilmeyi öğreniyorlar. Bu durum, gelecek adına umutlu olmamız gereken önemli bir noktadır.
Çocuklara bu farkındalığı kazandırmak, onlara ‘kahramanın kim?’ diye sordurmak için eğitimcilerin duyarlı olması ve onun karşısında üretebileceği alternatifleri çocuklara sunabilecek duyarlılıkta olması kaçınılmazdır. Bu konuda yayınevlerinden yazarlara, eğitimcilerden oyun yazarlarına değin geniş düşünsel yelpazeye görev düşmektedir.
Kahraman, kişinin sosyal-kültürel-dini gerçekleri ile örtüşen bir yapı arzettiği sürece, çocukları kasıp kavuran kitle iletişim araçları yönlendirmelerine sağduyu ile bakabiliriz. Fakat, kahramınını yitirmiş bireyler ömürleri boyunca favori akımların etkisiyle savrulup duracaklar ve topluma en çok katkı yapacakları erişkinlik dönemlerinde bilinçaltının esareti ile uyuşturulmuş bireyler olarak hayatılarına devam edeceklerdir.
Bu bağlamda, eğitimciler, çocuklar için özel projeler üretmek ve bunları çocukların hayatında anlamlı kılmak üzere harekete geçmedikleri sürece, kayıp nesillerle karşılaşmak işten bile değildir.
(haziran2013 edebistan)