İslam sanatlarını anlamaya ve anlatmaya dair yerli gayretlerin ve eserlerin her geçen gün artarak sürmesi sevincimizdir. Zira, Akşam Diyârı’nın, son üç asırdır Sabah Diyârı üstündeki kültürel hakimiyeti, önce kompleksli bir teslimiyet içinde zihinlerimiz melezleştirmiş (1) , ardından Batı merkezli düşünme tarzına evrilerek akademilerimizi teslim almış ve giderek inancımızı ve kültürümüzü Oryantalist bir ezberin içinden konuşmayı da aşarak, bunu inceleme ve araştırmalarımızda uygulanması zorunlu bir şablona dönüşmüştür.
Sadece estetik terimi üzerinden gerçekleştirilecek olan geçmişe / ilgili müktesebata yapılacak toplu bir bakış bile, zikrettiğimiz hususta tek başına bir delil hükmü kazanır. Terry Eagleton’ın Marksist bir incelemesi olan Estetiğin İdeolojisi’nde zikrettiği şu husus, Sekülerizm’le –daha açık bir söyleyişle Kapitalizmle- barışık olmayan Sabah Diyârı’na, bu konularda gemi azıya almış Akşam Diyârı’nın estetik temelinde neyi dayattığını açıkça göstermektedir:
“...Schopenhauer ve Nitezsche için (...) estetik deneyim, kesin bir karşıtlık oluşturacak şekilde, değerin en üstün biçimini temsil etmektedir. Marx’ın yapıtlarında, son derece derin bilgiye sahip olduğu dünya edebiyatına gönderme yapması, Freud’un, kendisinden önce şairlerin zaten her şeyi söylediği yolundaki alçakgönüllü itirafla bir benzerlik göstermektedir. Heidegger’in içrek (bâtınî) meditasyonları bir tür estetikleşmiş ontoloji üzerine yükselmekteyken, Batı Marksizminin Lukacs’tan Adorno’ya kadar olan mirası, ilk bakışta maddeci bir düşünce akımı içinde şaşırtıcı olacak ölçüde, sanata kuramsal bir ayrıcalık tanımaktadır. Modernleşme, modernizm ve postmodernizm üzerine yapılan çağdaş tartışmalarda, ‘kültür’ geç kapitalist toplumun anlaşılmasında ve çözümlenmesinde anahtar bir kategori olarak görünmektedir.” (2)
Yukarıda beyan ettiğimiz sevinç, “sekülerist – materyalist ve kapitalist” düşünsel bermuda üçgeninin çekim alanından ya da hinterlandından -akademik şartlanmalarla tam olarak- uzaklaşmaları henüz mümkün olmasa da, onu kendi sanatımız ve güzellik anlayışımız planında sorgulamaya tabi tutan veya en azından sorular eşliğinde artan bir kuşkuyla onu aşma yönünde umutlandırıcı işaretler taşıyan ilgili yeni çalışmaların yapılıyor olmasındandır.
Samsun Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Mustafa Uğur Karadeniz’in geçtiğimiz Ekim ayında Ketebe Yayınları arasından çıkan İslam Sanatlarında Estetik - Güzeli Anlamak adlı kitabını, mezkur sevincimize yeni bir örnek olarak selamlayabiliriz.
Yazı başlığımızla, kitabın adını birlikte okuduğumuzda, kitaba peşinen birkaç sorunu birden yüklediğimiz kendiliğinden açığa çıkmaktadır. Ancak bu sorunlara yaklaşımımız, onlar nedeniyle kitap hakkında bir olumsuzlamaya gitmek yerine, bilakis kitabı, o sorunları yansıtmadaki yararı nedeniyle olumlama yönünde olacaktır. Çünkü fiilin failine isnat edişindeki ya da derman arayışının derde tabi olmasındaki gibi, bu tarz çalışmalarda da sorun, ya bizzat yerinde ya da potansiyel olarak alakalı olduğu alanda çözüm bulunması kastıyla konunun kendisine döner.
Bu minvalde zikrettiğimiz hususa dair kayıtlarımızı, kitabın muhteviyatına dair iletmemiz gereken bilgilerle birlikte sunalım:
Karadeniz, “Güzeli anlamak, varlığı anlamaktır” şeklindeki vurucu bir cümleyle başlattığı Önsöz’ünde, İslam düşüncesinde güzelliğin ahlakın bir parçası olarak doğup geliştiğinden bahisle, bu olguyu sanat esasında doğru anlama yolunun da o sanatın içinde oluşup geliştiği kültür ve medeniyetin tespitini gerektirdiğini söyleyerek, bunu da sıkı sıkıya anlaşılma kavramına bağlar. Önsözünün üçüncü paragrafında ise “İslam estetiği” nitelemesine itibar ederek, sözü güzel(lik) üzerinden değil, estetikli terkip(ler) üzerinden sürdürürken, çalışmasının amacını da şöyle çerçeveler:
“Amaç, İslam estetiğini İslam’ın estetiği haline getiren düşünce ve eylem birlikteliğini yansıtmaya çalışmaktır. Estetiği, sadece görünür bir forma hapsetmenin saplantı haline geldiği günümüzde hakikatin aşkın boyutlarının karanlıkta kalmaması, sanatın hakikatle buluşması ve güzelliğin görüngüden kurtulması onun anlaşılmasıyla mümkündür.” Karadeniz’in, buradaki Batılı estetiğin mahiyetine, İslam sanatı cihetinden iyi niyetli yeni bir eklemede bulunma maksadını, Giriş yazısında daha da açmaya çalışmasına rağmen, daha ilk paragrafında “İslam sanatları estetiği” terkibini benimsemesi, diğer bir söyleyişle onun verili anlam dizgesine teslim olması nedeniyle bu mümkün olmaz ve yukarıda zikrettiğimiz sorun(lar) da ilkin burada ortaya çıkar. Zira
Karadeniz, Batı estetiğinin klasik ve modern haliyle, İslami güzelliğin klasik ve bugünkü halini birbirlerini açacak şekilde değil, maalesef birbirlerini kapatacak şekilde konumlandırır.
Bununla bağlantılı olarak, İslam’da Sanat ve Esetik başlığı altında, İslam sanat düşüncesinin kurucu terimlerinden temaşa, hakikat, kutsal, şuur / idrak / kavramsal bilinç, cemal / güzel(lik), tasvir, taklit, tevhid, tenevvü, zaman, hat ve kemâl’e değinerek, sanat kelimesinin estetik bir anlam çağrışımı için yeterli görülmediğinden hareketle güzel sanatlar terimin kullanışına da özel bir vurgu yapmasına rağmen, o değinmeleri salt “estetik anlam” içinde mevzilendirdiği için mezkur sorun da kökleşmeye başlar.
Karadeniz, İslam Sanatının Temel Kaynakları adlı bölümü Kur’an, Hadis, Kâbe, Kelam ve Tasavvuf terimleri üzerine kurmakla, ilgili hemen her eserde karşılaştığımız muhtevayı, yaptığı alıntıların bütünlüğünü, tamamlayıcılığını gözeterek takip etmekle yetinir. Öyle ki, ele aldığı konu zorunlu kıldığı halde, bir yaratma biçimi olan sun’a ve onunla aynı kökten gelen diğer kelimeler için özel bir bahis bile açmaz.
Kozmolojik İdrak bölümü için de aynı durum geçerlidir. Bu bahiste Kur’an esasında âlem’in ilim sahibi olanlara yani melek, insan ve cinlere verilen bir isim olduğunu da belirtmeksizin, okuru modern bir terim olan kozmolojinin bilimsel labirentine düşmeye teşvik eder.
Oysa ki, kozmoloji modern bir kelimedir; 16. yüzyılda matematikçilerle fizikçilerin ortak çalışmalarıyla yön almış, 18. yüzyılda din ve metafizikten tamamen ayrılarak fiziksel, gözlemsel ve eşifsel çalışmalarla bugünkü ad ve tanımını kazanmıştır.
İslam’da fiziksel ve gözlemsel çalışmalardan önce tasavvuf / metafizik içinde nazarî / bakışsal olarak yapılanan kozmoloji, âlem tanımıyla ilim sahibi olan yani melek, insan ve cinlere mahsus olarak kullanılmış ve daha çok da insanın kendisini ve Rabbini tanımasını sağlayan bir tefekkür anlayışıyla tasavvufta yerleşik hale gelmiştir. Bu nedenle tasavvuf, âlem olarak insanın (ve dolayısıyla onun sanatının) terbiyesine bitişiktir. Kozmoloji, bu terbiyenin unsurlarından sadece biridir; tasavvufun kendisi ise İslam şeriatının itibar etmediği ancak Müslüman kulun kendisine nasip edilen istidadın, istihkakın ve imkanın şükrüne karşılık olarak icra ya da ifa ettiği sanatın tohumlandığı tarladır.
Karadeniz, İslam Düşüncesinde Zaman ve Mekan hakkındaki meşhur / maruf görüşleri de yine emsal çalışmalardakine uygun bir sırayla takdim ettikten sonra İslam Sanatçısının Kimliği başlığını taşıyan ve meselenin güncel durumla ilişkilendirilmesi gibi harika bir imkanı da potansiyel olarak ihtiva eden bölümü beş buçuk sayfada halleder ve geriye İslam Sanatına Dair Kavramlar adlı bölüm kalır.
Burada, muhtelif bahislerle -ilgileri gereğince- önceki bölümlerde de kısa kısa değinilen Açılık-Anlaşılırlık, Aşinalık, Beka Arzusunun Önüne Geçme, Fayda-Fonksiyonellik, Gayrişahsilik, Hendesi, Hüsn ve Cemal, Hüzün, İhsan, Kozmolojik İdrak, Modüler Yapı, Sonsuzluk, Tabiatla Uyum, Tasvirden Kaçınma (Anikonik), Teksif, Telkinden Kaçınma, Tenazur (Simetri), Tenevvü (Çeşitleme), Tenzih, Tersten Perspektif, Tevazu, Tevhid, Üsluplaştırma (Stilizasyon) kavram, ıstılah ve deyimlerini (bilvesile söylemeyiz ki, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedi’sini meydana getirenlerin eller dert görmesin) ansiklopedi maddeleri halinde açıklar. Bunların İslam sanatının anlaşılmasındaki değeri elbette tartışma götürmez ancak İslam sanatının sadece bunlar üzerine yapılanan bir sanat olmadığı da aşikardır. Örneğin, konunun en belalı terimlerinden olan aşk başta gelmek üzere şehadet, hayret, berzah, kalem, levha, sûret, müsül, hayal, tahayyül (fantazma), aşkınlık ve içkinlik, âhenk, nazar... vb. daha onlarca terim de onlara rahatlıkla eklenebilir.
Karadeniz’in İslam Sanatlarında Estetik – Güzeli Anlamak- adlı kitabında, (akademik çalışma olması bakımından bir yenilik taşımasının zor olacağını gözden uzak tutmaksızın) yeni ya da Karadeniz’in kendisine ait olan ne var diye sorulduğunda, altında yer aldıkları başlıkları sanki sihirli bir değnekle dokunulmuşçasına apaçık hale getiren beyitleri göstermemiz gerekir. Divan şiirinden özenle seçilen bu beyitlerle, İslam edebiyatından aktarılan nadide epigraflar ab-ı hayattan birer damla olarak metne ayrı bir can, ayrı bir edâ katmaktadır.
Kitabın muhtevasıyla birlikte zikrettiğimiz sorunların nihai değerlendirmesine gelince:
Yukarıda da zikrettiğimiz gibi, bunlardan bir olumsuzluğu değil, bundan sonra İslam sanatları konusunda çalışacak olanları, onları tekrarlamamak suretiyle daha baştan çok olumlu noktalara taşıyacak somut bir faydanın göstergesi olma umudunu taşıyoruz. Ki bu tespitimiz Karadeniz’in kendisi için de geçerlidir. Üzerinde durduğumuz metni, İslam sanatları bahsinde bir tür “mukaddime” olarak sabitleyip, İslam sanatlarının (estetiğini değil) arkeolojisini bizzat başlatma şerefine nail olabilir. Çünkü hangi yönden bakarsak bakalım İslam sanatları alanı, yapılan onca çalışmaya rağmen hala bakirdir ve ilgili malzemenin tamamının bilgi yönünden kullanıma açılması ise neredeyse imkansızdır.
Yazı başlığımız olan İslam Sanatlarında” Estetik Yoluyla “Güzeli Anlamak” Mümkün mü? sorumuza tekrar dönerek söyleyecek olursak, İslam sanatlarını kendi içinden hem de Batı’dan alınan ödünç kelimelerle anlama çabasının yeterli olmadığı, sadece Karadeniz’in üzerinde durduğumuz metniyle değil, benzer birçok metinle birlikte gün yüzüne çıkmaktadır. Zira İslam’da güzel, beğenilen şey olmanın ötesinde, ahlak başta gelmek üzere, mümince bir zihniyetin kuruluşuna ve işleyişine değen birçok terimle doğrudan ilişkili ya ilgilidir. Ki, bu bağlamda benzerlikler üzerinden değil, farklar üzerinden harekete ve masa merkezli akademik çalışmanın gerekliliğini göz ardı etmemekle birlikte, asıl saha çalışmasına muhtaç olunduğunu da ayrıca belirtmeliyiz.
Kabe’de tavaf tecrübesini yaşamaksızın İslam sanatlarındaki döngüsellikten; Medine, Kudüs, Şam, Kahire, Kayrevan, Fez, Kurtuba, Granada, İstanbul, Konya, Sivas, Edirne, Herat, İsfahan, Şiraz, Ağra şehirleriyle, Türkistan diyarını görmeden İslam sanatına mahsus muhteşem programlardan söz etmek yeterli (ve inandırıcı) gelmemektedir. Bu nedenle arkeolojiden söz ettik; Kur’an’la başlayıp İslam coğrafyasına yayılacak mümince bir arkeolojik çabadan...
NOTLAR:
1-Terimin aslı “Melez Bilinç”tir ve Daryus Shayegan’a aittir.
2-Terry Eagleton, Estetiğin İdeolojsi, tercüme: Heyet, Doruk Yayınları, İstanbul 2010
(ŞİRAZE DERGİSİ, OCAK-ŞUBAT 2021, SAYI: 3)
Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.