Menu
Lorem İpsum ya da gerçekliler türbülansı
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Lorem İpsum ya da gerçekliler türbülansı

Lorem İpsum ya da gerçekliler türbülansı


Gerçeklik kelimesinde, gerçekliği aramanın, anlamanın, yorumlamanın ve tartışmanın nihayetsizliği asıl gerçeklik olsa gerektir. 

Hatta gerçekliğin varlıkla olan zorunlu ilişkisine de bakarak, Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman’ında “Varlığın yorumu ile ilgili çatışma yatıştırılamaz, çünkü henüz alevlenmiş (başlamış) bile değildir. Ve sonunda bu ‘rasgele seçilecek’ bir çekişme değildir; tersine çatışmanın alevlenmesi bir hazırlığı gerektirir.” demesinden güç alıp, gerçekliğe dair tartışmanın da henüz başlamadığı için yatıştırılamayacağına bile hükmedilebilir. Bu nedenle hem varlıkla hem de gerçeklikle başı hiç hoş değildir felsefenin. 

Nitekim Mustafa Namık Çankı’nın Büyük Felsefe Lûgatı’nda gerçeğin karşılığı olarak zikrettiği realite, vuku, vakı, tahakkuk, hakikat, hakikati hâl, hakikati hariciye, hakikati fiiliye, şen’iyet, mevcudiyet, vücûd, hariç, a’yanı mevcudat, âlemi maddi, fiilen mevcûd, nefsülemr… kelimelerindeki gibi varlık – hakikat - gerçek/lik terimleri çoğu zaman birbirlerinin yerine geçerler.. Zikredilen terimlerin Tasavvuf’taki izlerini sürdüğümüzde de hemen hemen aynı sonuçla karşılaşırız. Şu farkla ki, Tasavvuf gerçekliğe fazla burun indirmez, onun meselesi gerçeğe göre manası daha genel olan hakikatledir. 

Kendimizi benzer terimler arasında kaybetmeden, ilk zikrettiğimiz gerçeklik kelimesine dönecek olursak: 

Gerçeklik, “gerçek olma hali, gerçek olan şey” demektir. Osmanlıcası "şe’niyyet", İngilizcesi “reality”dir. Eski Türkiye Türkçesi”nde “doğruluk, dürüstlük” anlamlarını taşıdığı da belirtilmiş Misalli Sözlük’te.

‘Kertü’ (gerçek) kelimesine “yalnızca hakikatin olduğu yer” anlamının verildiği Divanü Lugati’t-Türk’teki örnek ise gerçeklik adına ilginç çağrışımlara gebedir: “Ölmüş bir adam için ‘ol kertü yerde ol’: ‘O yalnızca hakikatin olduğu, yalana izin verilmeyen yerde’ denir".

Tietze”nin “gerçek: doğru, hakiki” tanımına göre de "gerçeklik"i doğruluk, hakikilik olarak okumamız gerekmektedir.

Gerçekliği Batılı formuyla, sanatsal bir faaliyetin gerçekçiliğe (Realizm’e) nispetini belirleyen bir terim olarak kullanıyoruz; sözlüklerde belirtilen “doğruluk” anlamını esas almayıp, onun asıl fiction’la / uydurma olanla ilişkisini kastediyoruz.

Buradan şu ilginç sonuç çıkıyor: Her insanın muhatap olduğu fiili / gündelik gerçekliğin ötesinde her milletin, medeniyetin, kültürün kendi mensuplarına benimsettikleri gerçeklikler var. İnanca, zihniyete, kültüre, görme biçimlerine / terbiyelerine, toplumsal zevklere ve kullanılan teknolojilere göre özelleşen bu gerçekliklerin hâkim veya başat kültürler tarafından güç itibariyle kendisinin gerisinde olanlara dayatıldığı ise zikredilmesi gereken ikinci bir hakikat olarak önümüzde duruyor. Ancak dayatma kelimesini burada siyaset bağlamında kullanmamız ve söz konusu etkinin asıl enfeksiyonla gerçekleştiğini belirtmemiz gerekir. Nitekim kendi milletimiz üzerinden dildeki ve zevklerdeki değişmeler de öncelikle bu türdendir. İnsanlığın tümünü kuşatan sanal gerçekliği de buna örnek olarak verebiliriz. 

Sanal gerçeklik (VR; Virtual reality) hayal ve hakikatin ilgili teknoloji (üç boyutlu simülasyon, bilgisayar - konsol oyunları, görselleştirme, sayısal prototip vb.) yoluyla kurgu düzeyinde yapılandırılmasıdır. Burada sanal (Virtual: Gerçek kuvveti olan ama gerçek olmayan, gerçeği kullanan; bilkuvve; kuvvet veren; zımnî) kelimesine itibar edilmekle birlikte, onun yoktan var edilen, sonradan kazanılan bir şey olmadığını, bilakis ona esasını veren veya hareket kabiliyeti kazandıran, alan açan şeyler olarak hayal ile hakikatin zaten verili olduklarını söylemek durumundayız. Sanalın orta yerde, herkesin görüşüne, beğeni ve kullanımına sunulması bakımından sanki yeni bir gerçeklik düzeyi keşfedilmiş ya da ondaki yeni bir düzeye geçilmiş algısı yaratılmakta ve dolayısıyla buna verilecek itibar oranında (ki, günümüzde bu itibar oldukça yüksektir) öncelenen gerçeklikler (sanal ortamın gerçekliği taklit etmesi ve bundan doğan sonuçlar) meselesi ortaya çıkmaktadır. Yukarıda zikrettiğimiz gibi aynı zamanda kendisine mahsus yeni bir dil, zihniyet, zevk ve kültür de üreten sanal gerçeklik, Batı teknolojisinin bir tahakküm unsuru olarak artık insanlığın en popüler yönelimidir.   

Bu yönelimi ve etkilerini gençlerden izleyen ve öncelikle dil esasındaki sonuçlarını onların öykü ve şiirlerinden görmeye çalışan biri olarak en son, Selman Nuriler’in Şule Yayınları arasından çıkan Lorem İpsum adlı ikinci öykü kitabından fazlasıyla istifade ettiğimi belirtmeliyim.

Daha kitabın adından (Lorem İpsum’dan) başlayan ve öykü eleştirilerimde sıkça başvurduğum Jacques Ranciére’in Kurmacanın Kıyıları’ndaki “Kurmacayı olağan deneyimden ayıran şey, gerçekliğin eksik değil rasyonelliğin fazla oluşudur.” yargısındaki rasyonellikte fazlalık ifadesini yetersizleştiren bir durumla karşılaştım örneğin. 

Kitaptaki öykülerin Panoptikon (pan: bütün; opticon: gözlemlemek) ve Anamorfoz (ana: arka, tekrar; morf: şekil) başlıklı iki bölümde verilmesi ise, beni edebiyatı biraz aşan ve sanatın bütünü içinde asıl karşılıklarını bulan terimlerin serüvenlerine yöneltmesi bakımından ilginçti. 

On öyküden oluşan Lorem İpsum’da, Fazla Gerçek; İltica; Lorem ipsum; (kısmen) Asansörde Bir Maske ve (kısmen) Karnıyarık adlı öyküler sanal gerçekliğe tekabül ederlerken, Öldüysem Öldüm adlı öykü üretilmiş gerçekliğe (hayalî kurmacaya); Bir Burun Hikâyesi Daha; Süpermarket, Sezar Şükrü ve Niyet adlı öyküler ise gündelik (hayatî; yaşanaduran, ola-ğan-gelen) gerçekliğe denk düşmektedir. 

Öykülerin içeriklerine değinmeden önce, tümü üzerinden şu tespitimizi iletelim: Selman Nuriler, öykülerinin ana malzemesini toplum olarak olumsuz sonuçlarını henüz üstümüzden atamadığımız COVID-19 salgınından devşirmiş ve o günlerin algısını, psikolojik tutumlarını ilgili öykülerinin sıkletlerine göre işlemiş. 

Simülasyonu yapılmış bir eylem oyununun Zeta uygulamasında, ortak amaçları nostaljik haz almaktan ibaret olan oyunculardan birinin diğerlerinden habersiz olarak yazılıma müdahale etmesiyle ortaya çıkan sanal problemin, aynı eylemin bizzat sokağa indirilmesiyle aldığı yeni boyutun ve bunun doğurduğu sonuçların anlatıldığı Fazla Gerçek adlı öyküde, sanal olanla sokakta olanın fakları kesişmeli, çatışmalı ve geçişli olarak işlenirken sanal tüfek, simülasyon, zeta gözlüğü, siber suç, sanal gerçeklik, gerçek eylem, sosyal medya, interneti kesmek, sanal ortamda öldürme özgürlüğü, yenilenen görüntü, gerçek hayat, alternatif gerçeklik, topluma yeniden kazandırılmak, bireysel aktivite, dandik simülasyon, simülasyona kaçmak, cihaz, bağlantıyı kesmek… vb. yeni ifadeler neredeyse bir entrikaya hiç ihtiyaç duymaksızın ilgili ortamı belirtmeye, işlemeye yeterli hale getirilmiş gibidir. 

“Biz oflayıp puflarken Ulya odanın ortasında eğiliyor, kalkıyor, elindeki sanal tüfekle ateş ediyor, bir komutan gibi basit işaretlerle emrindeki sanal adamları yönetiyordu. ‘Top benim,’ deyip maçın kurallarını kendi belirleyen, uymayanları oynatmayan şımarık çocuklara benziyordu. Ama güçlü bir arzu vardı tavrında. Bazen yanaklarını şişirip nefesini birden bırakıyor, bazen ‘Ov!’ diye bir sevinç nidası çıkıyordu ağzından. Normalde sanal gerçekliğin içindeki birinin hareketleri, dışarıdan bakanlara komik gözükürdü, dalga geçilirdi onunla fakat Ulya öyle tutkuluydu ki gözlerini ve kafasını kaplayan cihazla bir süper kahramana benziyordu.” cümlelerinde özeleştiriye açıkmış gibi duran sanal oyun tutkusu, “Kafanıza taktığınız o şey olmadan tuvalete bile gidemeyecek hâle gelmişsiniz!” uyarısıyla sıradanlaşıyor ve gerçek dünyanın da bir simülasyon olup olmadığına dair sorulabilecek kimi önemli sorulara kurmacanın hareketliliği içinde imaen bir göndermede bulunulurken, asıl kitle / yığın psikolojisinin sanal ortam üzerinden işleyişi deyim yerindeyse teşrih masasına yatırılıyor. 

Nickname (takma ad; lakap) ile gerçekliklerini sanallığa yatıran ya da onunla gerçek varlıklarını perdeleyerek kimliksizleşen, -Heidegger’in kelimesiyle- herkesleşen oyuncuların haz arayışıyla başladıkları oyunu, sokaktaki herkese bulaştırması ve bunda da yine bir maksada, anlama tabi olmaksızın amaçsızlığı amaç edinme ya da eylem için eylem yapma niyetiyle yönetmeyi, kahramanlaştırmayı / kahramanlığı, korkuyu, ricatı, ihaneti, kaybetmeyi, sanalda kaybolmayı ve bulmayı… tatması, öte yandan sistemin denetim mekanizmalarının aynı sanal dünyayı büyük oyununun bir parçası haline gelmesi… söz konusu masadan elde edilebilecek ilk sonuçlar olarak öne çıkıyor. 

İltica adlı öyküde ise sanallık ve bunu da içine çekmek suretiyle şekillenen kurumsallığın bireyin sanal ilgi ve ilişkileri üzerinden işleyişi konu alınıyor. Karısıyla kızını “arka fonu bilgisayar oyunu gibi” görünen bir gerçeklikte, “Sanki bir yolunu bulmuşlar da ekranın içine girmişler”cesine kaybeden ve onların izini sürdüğünde sinematik bir gerçekliğin içine düşen ve kendisi de zaten yine bir takma ad yoluyla herkesleşmiş bulunan Deymos’un, “dünyanın dört bir tarafından satın aldıkları mülklerle” devletleşmiş bir yapıyla sonucu çaresizliğe çıkan mücadelesi, ailedeki kültürel ortam kaybının (taşra huzursuzluğu), yabancılaşmanın, dilsizleşmenin ve iletişimsizliğin (“Yine ne var baba!”; “Şimdi sana laf anlatmakla uğraşamayacağım.”) izdüşümünde tahkiye ediliyor. 

Kitaba adını veren Lorem İpsum, Çiçero'ya ait "Neque porro quisquam est qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit..." / "Acıyı seven, arayan ve ona sahip olmak isteyen hiç kimse yoktur.” Cümleden terimleştirilmiş.   

Lorem ipsum, bir matbaa baskısında veya dijital baskıda yerine gerçeğinin geleceği bir ön-izleme formudur. Kendi geçiciliğinde (gerçekliğinde) asıl gerçek metnin ilgili yüzeyde nasıl görüneceğini gösterir. Bu yanıyla Lorem ipsum gerçeği temsil etmeksizin gerçeğe vekalet eder. Temsil etmez çünkü o, bir tür “abra kadabra” (bu dünya gibi yok ol; yerini gerçeğe ve iyiliğe terk et!) etkisiyle geçiciliğinden başka bir anlamı yüklenmez. 

Salgın ortamında yalnız yaşayan öykü kahramanının, ancak salgınla ilgili filmlerde (sinema gerçekliği) izlenilebilecek açık havaya çıkma arzusu ve eylemi dahil bir dizi deneyiminin işlendiği Lorem İpsum adlı öykü, ilk bakışta absürt ya da fazla abartılı görünmekle birlikte, etkileri halen devam eden COVID-19 salgınındaki düşünce, davranış, yönelim, arzu, ukde, alış-veriş, tedbir ve yasak, televizyon ve internet bağımlılığı… açısından bakıldığında son derece normal(!) düzeylerde seyrediyor. Tıpkı yerini gerçeğine bırakmaya-durmuş bir Lorem ipsum gibi…

Asansörde Bir Maske adlı öykü de Lorem İpsum’un temasından beslenmekle birlikte daha sade, daha bireysel bir minvalde mevzileniyor. Kırk dört yaşındaki Murat maske imalatında çalışıyor. Çocuğunu düşüren karısını evde “depresyonuyla baş başa” bırakarak işine gitmek için harekete geçen Murat’ın, asansörde “Ortadan bükülmüş, telinde bir burun kalıbı çıkmış” bir maske bulması; bu sayede “Maskesiz bir yüzle ve yerdeki yüzsüz maskeyle” karşılaşmasını konu alan öyküde, sair kişiler daha çok oturdukları katlarla ya da dairelerle kimlik kazanabilirken (“Beşinci kat bey.”; Üçüncü kat hanım.”), Murat’ın tıpkı yalnız oyun oynamaya mahkum olan bir çocuğun kendisine hayali bir kahraman yaratarak onunla oynamasındaki gibi (çocuksu gerçeklik; ikame edilmiş gerçek), İrem adında birini yaratarak (zihnî / hayalî gerçeklik) onunla “Hani şu gecenin ileri saatlerinde çatallanan sesiyle melankolik uykusuzlara yayın yapan radyocu gibi” diyalog kurması, konuştukça kendi gerçeklerini daha da açması ilginç tanıklığı beraberinde getiriyor. Ayrıca öyküde, A. Ali Ural’a ait “yaşlı bir lodostu taşan ayandan / alnı misinalar gibi karışık” dizlerinin bir kaide olarak seçilmesiyle de özel bir aura yükleniveriyor.

Bu yazıyı sanal gerçeklik üzerinden kurmamış olsaydık, sürreal ve yedeğinde bilinç akışı tekniğini peşinen yapıştırabileceğimiz bir öykü olan Karnıyarık’ta, monologlar düzeyinden adalet kurumu sistemine ve elemanlarına mahsus eleştiriler, birbirlerini açan ama aynı zamanda kendi üstlerine de kapan zihnî ve fiilî gerçeklik yoluyla makulleştirilerek  anlatılıyor. 

Öldüysem Öldüm adlı öykü de teknik yönden Karnıyarık’la aynı minvalde değerlendirebiliriz. Öykücülüğümüzde benzerlerine kolayca rastlayabileceğimiz bu hayalî kurmacaları, gerçekte imkânsız olan bir durumu hayale sokmanın güzel örneklerinden biri saymamız daha doğru olacaktır. 

Sanalın değil katı bir gerçeğin gerçekliği içinde sunulan Bir Burun Hikâyesi Daha adlı öyküye gelince. “Öykünün adındaki “daha” vurgusundan anlaşılacağı üzere, önceden işlenmiş bir temanın izini sürüyor olsa da bu öykü kitabın şah öyküsüdür. 

Edmond Rostand (Cyrano de Bergerac), Gogol (Burun), Jorge Luis Borges (Maskeli Boyacı Mervli Hâkim) ile Luigi Pirandello’nun (Biri, Hiçbiri, Binlercesi) epigraflarıyla zenginleştirilen bu öykü, “bu bir …. hikâyesi değil” sınırlamaları eşliğinde hem malumatı eksiltmesi hem de muhtemel malumatı bu eksiltme yoluyla zihnî planda / hayalen artırması bakımından özel bir yön taşıyor. Arızalılık psikolojisinden hasıl olan sertliğin, hırçınlığın, kırılganlığın merhamet, ilgi ve başarı yoluyla yumuşatılması, normalleştirilmesi ise öyküye ayrı bir yetkinlik kazandırıyor. 

Süpermarket, Sezar Şükrü ve Niyet adlı öyküler, gündelik hayatın akışı içinden yapılmış özel çerçevelemeler olarak gündelik gerçekliğin kurmacadaki düzeylerine üçlü bir tanıklığı sağlıyor.

Selam Nuriler’in Lorem İpsum’daki öykülerinin ortak bağı ise mizah ve ironi olarak belirlenebilir. Öyle ki, öykülerin tamamında en acıklı, acılı, gerilimli, çatışmalı anlarda bile uçlanıveren sade ve samimi bir mizah ve ironi, gerçeklik düzeyleri ne oluşa olsun öyküleri her durumda yaşıyor olmaktan kaynaklanan bir müstağniliğin, müdanesizliğin içine çekiyor ve bu sayede hayat hareketindeki sertliklerden arınmış olarak güzel bir tablo gibi kendini seyre sunuyor. Okurumuza bağlamlarının gözetilmesini hatırlatarak öykülerden şu ilgili cümleleri öne çıkarabiliriz: 

“Arif zaten savaş yorgunuydu.”; (Sezar Şükrü); Bir saattir sol yanına bir uyuşukluk çökmüştü. ‘Biraz kalkıp yürüsem iyi olur’ deyip doğrulunca kafasına dozer düştü.” (Öldüysem Öldüm); “Alışıyor insan.” (Lorem İpsum); “Boğdan Kazuyev’in yorgun burnunun hikayesi, küçük ülkemizin kaderiyle kesişip tarihe geçti.”, “Seçim kazanmanın ülkenin sahibi olmaya yetmeyeceği anlaşılıyordu.”, “…Fincanınızdaki kahveyi bitirdiğinizde bir bakmışsınız olan olmuştur.”, “Bir süredir burnu da ortalıkta gözükmüyordu, iş açmıyordu başına.”, “Boğdan’ın dişlerini gıcırdattığını, konduğu basket potasından acı bir gaklamayla ayrılan karga bile duymuştu.” “Dede çişini tutabileceği mesafede olduğu için Marinova şehrini seçti torununa.”, “Boğdan geride bırakamayıp yanında alıp götürmek zorunda kaldığı burnundan soluyordu.”, “O etli ve kemikleşmiş kıkırdaktan oluşan kütleyi mıncıklamaktan neredeyse cinsel bir haz duyuyordu öğretmen.”, “Gizlediği bir şey vardı elbette ama bunu herkesin gözü önünde yaptı Kazuyev.” (Bir Burun Hikâyesi Daha); “Kayıplarımızı paylaşmış, bozdurup birazını harcamıştık. Azalmıştı yani. Ben onun sırtını sıvazlamıştım, o benim omzuma dokunmuştur.” “Fakat benim maskem yok. Ceplerimi yokluyorum. Bu da sorumsuzluk.” (Asansörde Bir Maske); “Han’fendi saçmalamayı bırakın. Altı üstü bir internet şeyisiniz yani, ne bu iltica, ne bu vatandaşlık…” (İltica); “Zeta gözlüğümü alıp kafama geçirdim. Kırmızı bir ışık gözlerimi taradı. Görüntü yenilendi.” (Fazla Gerçek)

Lorem İpsum’daki öyküler için olumsuz bir bağ aradığımızda ise baskılanmaya ve irkilmeye de sebep olan polis, savaş, ölü, ceset… kelimelerini görüyoruz. Kitabın kazasız, ölüsüz, yarasız tek öyküsü: Karnıyarık! Kan, kusmuk, çiş, salya, çürük diş, kusmuk… vb. kelimelerin gerçekliği pekiştirme yönünden kullanılmasına elbette bir itirazımız olamaz ancak bu öykünün çöplük olmadığını hatırlatmamıza da mâni değildir.    



ÖMER

Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.