Göstergebilimsel bir analizin imkânlarıyla baktığımızda söz konusu kişilerin neyi gösterdikleri önemli bir sorudur. Göstergebilim, olayları ve olguları, durumları ve resimleri anlamlandırma veya okuma bilimidir. Göstergebilime göre her şey bir göstergedir ve her gösterge bir “gösteren” ile bir “gösterilen”den oluşur. Gösteren, bir olaya ve olguya, bir duruma ve resme işaret eder. Gösterilen ise, olayın ve olgunun, durumun ve resmin anlamına, ne anlam ifade ettiğine.
Göstergebilimde anlam, iki düzlemde ortaya çıkar. Birinci düzlem, düz anlam düzeyidir; ikinci düzlem ise “yan anlam” düzeyidir. Düz anlam düzeyi, sadece görünen anlamdır. İkinci anlam düzeyi ise, bir olgunun ve olayın ilk bakışta görünmeyen ama gerçek anlam düzeyini oluşturur.
İlk etapta baktığımızda Ebutalib ve Obama, yabancı kökenli kişiler olarak içinde yaşadıkları ve beyazların çoğunluğu oluşturdukları bir toplumda önemli, hatta en önemli mevkilere kadar yükselebildiler. Biri Fas kökenli bir Arap aileden geliyor, diğeri ise Kenyalı bir aileden.. İkisinin ortak noktası, bununla bitmiyor. Ebutalib, Müslüman ve Müslüman bir ailenin çocuğu. Obama’nın kendisi Müslüman değil, ama babası Müslüman biri. Daha var: Her ikisi de 1961 doğumlu ikinci kuşak göçmen ve dolayısıyla yeni kuşağı temsil ediyorlar. Yeni kuşağın en iyi temsilcileridir diyebiliriz. Bunlar resmin görünen anlamları…
Asıl anlama geçmeden hemen şu soruyu soralım: Nasıl oldu da bu kişiler böyle önemli pozisyonlara nasıl gelebildiler?
Ebutalib ve Obama’nın yaşamını incelediğimizde iki şey dikkat çekiyor. İlk olarak her ikisi de iyi bir eğitimden geçmişler. Ebutalib, 15 yaşında Hollanda’ya geliyor ve hızla Hollandaca öğrenip eğitime başlıyor. En son, yüksek okul düzeyinde bir bölümü (telekomünikasyon) bitiriyor ve gazeteciliğe başlıyor. Obama, Amerika’da doğmuş ama anne-babasının ilişkileri ve tercihleri yüzünden bir ara yurtdışında kaldıktan sonra tekrar doğduğu ülkeye geliyor ve iki fakülte bitiriyor. Önce siyasetbilim okuyor ve okuldan sonra araştırmacı olarak çalışmaya başlıyor. Sonra hukuk eğitimine yöneliyor ve bu bölümü de başarıyla bitirdikten sonra avukat olarak görev yapıyor.
Her ikisi de görevlerinde başarı kaydediyor ve hızla yükseliyorlar. Bu yükseliş siyasete ilgi ile yeni bir şekil alıyor. Nitekim her ikisi de bugünkü pozisyonlara gelmeden önce politikada önemli deneyimler kazanmışlardı. Demek ki hem eğitim hem de mesleki ve siyasi yaşamları dolu dolu geçmiş…
Şüphesiz ki Ebutalip ve Obama’nın bugün elde ettikleri başarı, onların kişisel gayret ve çalışmalarından ibaret bir olay değildir. Bu iki kişinin “hikayeleri”nin bu görünen anlamından başka anlamları da olması gerekir. Kanımca bu kişisel başarı hikâyelerinin yan anlamlarından biri, bu kişilerin “çokkültürlü toplum” gerçeğine işaret etmeleridir. Artık gerek Hollanda gerekse Amerika’da çokkültürlü toplum bir gerçektir. Birileri çokkültürlü toplumun ne olduğu ya da ne olması gerektiğini tartışmaya devam etse de, birileri bu konuda tam bir hayal kırıklığı yaşasa da bu gerçeği kimse değiştiremez ve inkâr edemez.
Bu başarı öykülerinin işaret ettiği diğer yan anlam ise, bütün engellemelere (ayrımcılık ve dışlama) rağmen modern toplumun “açık” bir toplum olmasıdır. Başarmak isteyen herkes bu açık toplumda bir yere gelebilir. Açık toplum demek, ayrımcılığın olmadığı toplum demek değildir. Her toplumda ayrımcılık vardır. Hatta bir de kişilerin kendi kendilerini mağdur eden mağduriyet psikolojisi ve mekanizması vardır. Bir çok kişi “bu toplum ırkçıdır ve bize yol vermez” derken aslında kendi kendine bir blokaj koymaktadır. Bu da ayrı bir sorundur.
Açık toplum, toplumsal hareketliliğin mümkün olduğu bir toplumdur. Evet, gösteren olarak Ebutalip ve Obama bir kez daha içinde yaşadıkları toplumların hem “çokkültürlü” hem de “açık toplum” olduğunu göstermişlerdir. Onların yükselişi çokkültürlü açık toplumun yükselişidir. Artık hiç kimse bu gerçeğe kayıtsız kalamaz!