Temel görüş ve düşünceleri itibariyle Said Nursi, “Üç Tarz-ı Siyaset”ten biri olan İslamcılık akımına mensup biridir. Bununla birlikte, meşveretten/meşrutiyetten yana olduğu için bir ara İttihad ve Terakki içinde de yer almış muhalif bir düşünce adamıdır. Onu, diğer İslamcılardan ayıran bir başka özelliği de, milliyetçilik karşısındaki tutumudur. O da İslamcılar gibi ilke olarak “davay-ı kavmiyye” olarak adlandırdığı milliyetçiliğe karşıdır. Fakat o, diğer İslamcıların milliyetçiliğe karşı geliştirdikleri ilkesel yaklaşımdan farklı ve ona ek olarak konjonktürel bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşımı Said Nursi şu sözlerle dile getirmektedir: “Milliyet fikri bu zamanda çok ileri gitmiştir. Hileci Avrupa aydınları (müsteşrikler) bunu Müslümanlar arasında menfî bir şekilde uyandırıyorlar. Onları parçalayıp yutmak istiyorlar. Milliyet fikrinde, nefis için gafilce bir zevk ve uğursuz bir kuvvet vardır. Onun için bu zamanda cemiyetle meşgul olanlara «milliyet fikrini bırakınız!» denilmez.” Bu sözleriyle Said Nursi milliyet fikrine doğrudan cephe almak yerine daha farklı bir yaklaşımla yeni bir açılım getirmiştir.
Milliyet fikrine getirilen bu yeni açılım nedir?
Said Nursi, milliyetçiliği tektip bir fikir sistemi olarak değerlendirmek ve ona göre ilkesel bir tavır almak yerine, tıpkı Ziya Gökalp gibi farklı milliyetçilik tipleri olduğundan hareketle kendine göre bir kavramsallaştırmaya gitmiştir. Bu kavramsallaştırma, daha önce Babanzade Ahmet Naim de gördüğümüz kesimlere göre (halis Türkçüler ve İslamcı-Türkçüler) somut bir sınıflandırmadan daha soyut ve hakiki anlamda bir kavramsallaştırmadır. O, şahıslara ve gruplara göre değil, fikirlere göre bir tanımlama çabasına girişmiştir.
Said Nursi’ye göre “Milliyet fikri menfi ve müsbet olarak iki çeşittir.” Yine “mikrop” benzetmesini kullanırsak menfi milliyeti “zararlı mikrop”, müsbet milliyeti ise “faydalı mikrop” olarak telakki etmek mümkündür. Menfi milliyetin özellikleri, başkalarına düşmanlık, ırkçılık, bölücülük, sömürgecilik, dine karşı kayıtsızlık ve hatta onun yerini almak, kibirlilik ve gençleri ayartmadır. Milliyetin bu biçimi, özellikle Avrupa tarafından Asya’da ve Müslüman milletler arasında uyandırılarak onların parçalanmasını ve sonra da sömürge edinilmesini amaçlamaktadır. Yerli milliyetçilik yapanlar, farkında olarak ya da olmayarak Batı’nın bu emellerine hizmet etmektedirler. Menfi milliyet, İslamcıların ırkçılık ve davay-ı kavmiyye dedikleri şeydir. Bu olgu karşısında Said Nursi de açıkça olumsuz bir tavır koymuştur. Bu tür bir milliyetçilik yapan Türkçülere açıkça saldırmakta ve onları Türkçülük perdesi altında yabancılara hizmet eden işbirlikçiler olarak görmektedir.
“Müspet milliyet” ya da “pozitif milliyetçilik”, Said Nursi’ye göre, “cemiyetin dâhili ihtiyacından ileri gelir; yardımlaşmaya ve dayanışmaya sebep olur; faydalı bir kuvvet temin eder; İslam kardeşliğini teyid edecek bir vasıta olur. Bu fikir de İslamiyet’e kale ve zırh olmalı, onu korumalı; onun yerine geçmemelidir. Çünkü İslamiyet kardeşliğinin içinde binlerce kardeşlik vardır. Ahirette de devam eder. Milliyet kardeşliği onu korumaya hizmet etmeli. Yoksa bunu İslam kardeşliğinin yerine geçirmeye kalkışmak, kalenin taşlarını hazineye koyup, hazinedeki mücevherleri dışarı atmak gibi ahmakça bir cinayet olur.” Pozitif milliyetçiliğin en önemli ilkesi, din kardeşliğini pekiştirmek ve asla onun yerine geçmemektir. Çünkü din kardeşliğinin yerini tutması imkânsızdır. Din, etnisite ve milliyet üstü bir değerdir; bu evrensel değer, farklı ırktan ve etnik gruptan insanları kardeş kılabilir, ama milliyet fikri, asla böyle bir şeyi başaramaz. Pozitif milliyetçilik, negatif milliyetçilik gibi ayrılıkçı değil, kuşatıcı ve bütünleştiricidir.
Said Nursi, pozitif milliyetçiliğin temelleri konusunda “Dil, din bir ise millet birdir” demeye mecbur kalan milliyet fikrinin ileri gelen liderlerinden birinin sözünü bir uzlaşma noktası alarak “Şu halde ırka değil, dil, din ve vatan birliğine bakmak lazımdır” diyerek daha somut bir fikir ortaya koymaktadır. Bu meyanda, özellikle milliyet ile İslamiyet’in arasının açılmasının bir felaket olacağına inanmakta ve Türklere şöyle seslenmektedir: “Şu halde ey Türk kardeş, bilhassa sen dikkat et! Çünkü senin milliyetin İslamiyet’le kaynaşmıştır, ondan ayrılması imkânsızdır. Ayırırsan mahvolursun! Senin mazindeki bütün mefahirin İslamiyet defterine geçmiştir, bu mefahiri, dünyada hiçbir kuvvet silemezken, sen şeytanların hilesine kanarak o mefahiri kalbinden silme!”
Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere Said Nursi salt ırka dayalı ve seküler (menfi) milliyetçilik fikrine karşı çıkmaktadır. Bu anlamda o, Yusuf Akçura’nın milliyetçilik anlayışını, Kürtler ve diğer Müslüman unsurlar açısından dışlayıcı ve İslam-dışı bulmaktadır. Milletin tanımında dil ve dine yer veren Ziya Gökalp’e daha yakın bir duruş sergilediği söylenebilir. Ancak hem Akçura hem de Gökalp de dine daha araçsal bir yaklaşım söz konusudur. Milliyet fikrinin güçlendirilmesinde ve meşrulaştırılmasında dinden bir destek almayı gerekli görmektedirler. Oysa Said Nursi bu konuda kendi çizgisini ödünsüz bir şekilde ortaya koymuştur. Ona göre milliyet fikri, dinî bağlılığı artıran bir unsur olmalıdır, asla onun yerini almamalıdır. Bu anlamda, Türkçülerin aksine o, dine değil milliyet fikrine araçsal bir konum biçmektedir.
Millet tanımında kültüre (harsa) merkezi bir önem atfeden ve bu kültür içinde yoğrulmamış unsurları Türk kabul etmeyen ve bunların millet içinde değerlendirilmesi için “temessül”ü (benzeşme ya da asimilasyon) şart koşan Ziya Gökalp’in milliyet fikri de Said Nursi’ye yabancıdır. O, tüm Müslüman unsurların kendi kültürel özelliklerini İslam dairesi içinde kalarak ifade edebileceklerini düşünmektedir. Bir etnik grubun dil ve kültürünün merkeze alınması ve bunun diğerlerine dikte edilmesi, söz konusu unsurları rahatsız edecek ve onlarda da milliyet fikrini canlandıracaktır. Bu çerçevede Said Nursi İstanbul’a giden ve Kürtçülük fikriyle dönüp gelen bir gençten bahsetmektedir. Bu genci o Kürtçülükten kurtarmıştır.
Said Nursi Milli Mücadele’nin ilk yıllarında Ankara’ya gitmiş ve Şark da bir İslam Üniversitesi açılması için faaliyet göstermiştir. Ancak birçok mebus, “Biz şimdi eski ve dinî bilimlerden daha çok Batılılaşmaya ve medeniyete muhtacız” şeklinde cevaplar alınca, onlara karşı şu cevabı vermiştir: “Şarkın terakkiyatı din ile kaimdir. Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da, Şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türke hakikî kardeşliği hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecburuz.” “Siz, farz-ı muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da, ekser enbiyanın Asya’da, şarkta zuhuru ve ekser hükemanın ve filozofların garpta gelmelerinin delâletiyle Asya’yı hakikî terakki ettirecek, fen ve felsefenin tesiratından ziyade hiss-i dinî olduğu halde, bu fıtrî kanunu nazara almayarak garplılaşmak namıyla an’ane-i İslâmiyeyi bıraksanız ve lâdinî bir esas yapsanız dahi, dört beş büyük milletlerin merkezinde olan vilâyat-ı şarkiyede millet, vatan selâmeti için dine, İslâmiyetin hakaikine kat’iyen tarafdar olmak, size lâzım ve elzemdir.”
Bu sözler, bugün gelinen aşamada değerlendirildiği zaman Said Nursi’nin ne kadar büyük bir öngörüye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Asya ve Şark toplumlarına uymayan bir negatif milliyetçilik anlayışı, Kürtlerle Türkler arasındaki kardeşlik duygularını ortadan kaldırmış, önyargı ve ayrılıkçılığa sebep olmuştur. Bu saptamalardan sonra Said Nursi’nin neden negatif milliyetçiliğe karşı pozitif milliyetçiliği önerdiği de açığa çıkmaktadır: Negatif milliyetçilik Batı dünyasında birlik ve bütünleşmeyi sağlasa da Doğu’da bu amaca hizmet etmeyecektir, tam tersine burada ayrımcı ve ayrılıkçı olacaktır. Çünkü “her milletin kamet-i kıymeti başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı ayrı olmak lâzım gelir. Bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar hocaya tango bir kadın libası giydirilmediği gibi, körü körüne taklit dahi çok defa maskaralık olur. Çünkü: Evvelâ: Avrupa bir dükkân, bir kışla ise, Asya bir mezraa, bir cami hükmündedir. Bir dükkâncı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti bir olmaz.”
sonuç ve değerlendirme
Şimdi Said Nursi’nin milliyet fikri hakkında ne kadar özgün düşüncelere sahip olduğuna değin görüşlerimizi sunduktan sonra bugüne ilişkin ne söylediği ya da söyleyebileceği konusunda ipuçlarını yakalamak istiyoruz. İslamcılar açısından baktığımızda Said Nursi’nin özgün görüşler ifade ettiğini söyleyebiliriz. Dönemin İslamcıları milliyetçiliğe ilkesel temelde bir bakış yaparak bunu “davay-ı kavmiyet” ve hatta “ırkçılık” olarak niteleyerek kökten karşı çıkmışlardır. Said Nursi de ilke olarak onlarla aynı fikirde olmakla birlikte, milliyet fikrine konjonktürel bir yaklaşım yapmayı da gerekli görmüştür. Bu bakımdan o, çağın gerekleriyle İslam’ın ideallerini bağdaştırmaya çalışan gerçekçi bir düşünürdür. Bu gerçekçilik onu, İslam açısından kabul edilebilir bir milliyetçilik arayışına zorlamış ve neticede “negatif milliyet” karşısına “pozitif milliyet”i koymuştur.
Pozitif milliyetçilik fikrinin parametrelerini üç noktada özetlemek mümkündür:
Pozitif milliyetçilik, din ile milliyet fikrini uzlaştırmaya çalışır; seküler milliyetçiliğin zıddına milliyeti dinin yerine geçirmez, ona destek olmasını ister.
Pozitif milliyetçilik, bir etnik grubun dil ve kültürünü başkasına dayatmaz. Ama bu temeldeki bir grup dayanışmasını da yadsımaz. Dışlamayı reddettiği gibi benzeşmeyi de zorunlu kılmaz.
Bu ilkeler çerçevesinde pozitif milliyet fikri, devletin farklı dinler, etnik gruplar ve kültürler karşısında taraf tutmasını kabul etmez.
Bu ilkeler çerçevesinde bir değerlendirme yaptığımızda Said Nursi’nin, ırk, etnisite, dil ve kültür gibi kriterleri millet tanımında esas alan Türkçülük anlayışlarını da benimsemediği açıktır. Tüm bu unsurlar, ona göre tek başına milleti tanımlamada indirgemeci olup ötekilerini dışlamayı beraberinde getirir. O zaman şu denebilir: Said Nursi’nin görüşleri Türkçülerden ziyade Osmanlıcıların görüşlerine daha yakındır, hatta onu sürdürmeyi amaçlamaktadır. Bir farkla ki, Osmanlıcılık siyaseti giderek kullanışsız bir hale geldiği için bunun yerine hiç olmazsa Müslüman unsurları dışlamayan bir pozitif (yani kuşatıcı ve bütünleştirici) milliyet fikri koymaktadır.
Kürt çıkarları açısından baktığımızda Said Nursi’nin Türkler arasında Kürtleri dışlamayan bir milliyet fikrine sahip olduğu söylenebilir. Ona göre bunun önemli bir gerekçesi vardır: Kürtler, Doğu Vilayetinde mukim, muhafazakâr ve dindar bir halk olduğu için ancak seküler olmayan bir milliyet fikri etrafında Türklerle birlikte yaşayabilirler. Aksi bir durum, onların da milliyetçilik yapmasına, ayrılıkçılık gütmesine ve dışlanmasına yol açacaktır. Kürtlerin ve Doğu’nun bu özel konumu, Türkler ve Türk milliyetçileri tarafından idrak edilmelidir.
Cumhuriyet dönemi politikaları açısından bir değerlendirme yaptığımızda bu hassasiyetin gösterilmediği, tam tersine Kürtleri asimile etme ve yok sayma gibi politikalar izlediği söylenebilir. Bunun da neticesi, daha sonra görüleceği üzere olumsuz olmuş ve Kürtler arasında etnik bir milliyetçilik bilincinin uyarılmasına yol açmıştır. Bu bakımdan Said Nursi’nin öngördüğü ama asla katılmadığı ya da katılmayacağı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Eğer Said Nursi’nin Cumhuriyet’in ilk yıllarında önerdiği görüşler dikkate alınsaydı, bugün bu tür sonuçlarla karşılaşmayacaktık.
Sonuç olarak topluma etnisite merkezli bir kimlik dikte etmeyen, farklı etnik ve kültürel grupları tanıyan ve bunlar karşısında eşit mesafede duran bir devlet ve milliyet anlayışı, Said Nursi’nin müspet milliyeti fikrinin devamı olarak bugünün Türkiyesi’ne yol gösterici olacaktır.